Bundan birkaç yüzyıl evvel, ciddi akıl rahatsızlıkları olduğu kanısına varılmış kişiler, ailelerinin maddi durumu yerindeyse, yani ayrıcalıklı sınıfın üyesiyse hastalara ailelerinin yanında bakılır, şartlar elverdiğince rahatsızlığının giderilmesi için sınırlı tıbbi koşullar çerçevesinde tedaviler uygulanıyordu. Toplumun büyük bir kesiminde olduğu gibi ailenin varlıklı olmaması durumunda ise bu hastalara aklın sınırlarını zorlayacak şartlar çerçevesinde tedaviler uygulanıyordu. “Tımarhane” denilen ve şehir merkezlerinden oldukça uzak yerlere konuşlandırılmış yapılara, iyileştirilmekten ziyade, onların olabildiğince toplum huzurunu bozmalarının önüne geçmek amacıyla yerleştiriliyorlardı. Akıl hastalarının yurtdışındaki durumları bu şekildeyken, yaşadığımız coğrafyalarda da durum pek farklı değildi. Geçmişte uygulanan tedavi yöntemlerinin faydadan çok zarara yol açmaları nedeniyle, günümüzde hâlâ psikiyatri bilimine karşı önyargılı bakıldığı ise başka bir gerçek.
Tıbbın başka hiçbir dalına benzemeyen psikiyatri, salt insan bedenini ele alan tıbbın ötesine geçerek insan kimliklerini, amaçlarını ve potansiyelleri hakkında temel konulara değinerek, diğer uzmanlık alanlarında tamamen farklı bir doktor-hasta ilişkisi geliştirmesi ve kurması nedeniyle farklı bir alan. Psikiyatristler, hastaların kişisel iç dünyalarına ve saklı düşüncelerine, utançlarına ve hatta rüyalarına ortak oluyorlar. Farklılaşan doktor-hasta ilişkisi, bu yanlarıyla psikiyatristleri zaman zaman taşıyamadıkları sorumlulukların altına sokuyor. Günümüzde ise modern psikiyatritler, imkân ve olanakların gelişmesi, çeşitlenmesi ve bu alana bakışın giderek olumlu bir boyuta geçmesiyle daha faydalı olabiliyor, doğru tanı oranları artıyor ve insan sağlığının bilinmezlikle dolu bir alanına ışık tutuyorlar.
Peki, en başta bahsettiğimiz “tımarhaneler”den, günümüz modern psikanist tekniklere nasıl gelindi? Hangi zorluklardan, hangi yollardan geçildi? İnsanların algıları nasıl değişti ya da daha doğru bir soru sormak gerekirse insanlar psikiyatristlere gitmeye nasıl ikna oluyorlar?
Bu sorulara cevap verebilmek için uzunca bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor. Öyle bir yolculuk ki, içerisinde birçok acı tecrübenin, engebenin, şarlatanların, dolandırıcıların, bunların yanında iyi niyetli bilim adamlarının ve doktorların yer aldığı, teşhis konulmakta zorluk çekilen, insanların tecrit edildiği dönemlerden, modern teşhis ve tedavi yöntemlerinin uygulandığı çağdaş psikiyatri kuramlarına kadar uzanıyor.
Bu yolculuğa kılavuzluk edecek en doğru insanlardan birisi ise şüphesiz ki Dr. Jeffry A. Lieberman. Kariyerinin otuz yılından fazlasını akıl hastalıklarının tanı ve tedavileri üzerinde çalışarak geçirmiş, Columbia ve New York Üniversitelerinde bölüm başkanlığı, yöneticilik yapmış, şizofreni araştırmaları için verilen Lieber Ödülü’nün sahibi, son derece saygın bir kuruluş olan Amerikan Psikiyatri Birliği’nin verdiği Adolph Mayer Ödülü dahil pek çok ödülün sahibi ve alanıyla alakalı beş yüzden fazla makale yayımlamış bir bilim adamı olan Liberman, günümüz modern psikiyatrinin en meşhur doktorlarından biri.
Lieberman, alanındaki tecrübelerini aktarma ve psikiyatriye insanların bakış açısındaki önyargılarını kırma adına kaleme aldığı “Deli” Doktorları – Psikiyatrinin Bilinmeyen Öyküsü isimli kitabında, bizleri en başlarından itibaren şüpheyle yaklaşılan bu alanın hikâyesini anlatıyor. Kitabı kaleme alırken, otuz yılı aşkın hastalık teşhis ve tedavi deneyimlerini, hastalarının ve hasta ailelerinin alana bakışlarını, gerçek olaylara takma isimler yerleştirerek aktarıyor. Kitabın açılışında aktardığı “Kızımı deli doktoruna mı götüreceğim?” temalı anekdot, bizlere tüm dünyada yaygın olan bir bakış açısını aktarması açısından gayet yerinde bir özet sunuyor. Tıbbın diğer alanlarının tanı koymada kullandığı yöntemlerin çoğunun kendi alanında kullanılamaması nedeniyle hasta ve hasta yakınlarının doğal bir süreç nihayetinde bu kanıya vardığını düşünen Lieberman, bu duruma, geçmiş yüzyıllarda yanlış tedaviler uygulayan ve hatta işi dolandırıcılığa kadar götüren insanların da sebep olduğunu aktarıyor.
Kitabı kaleme almasının sebeplerinden birisi olarak, geçmişte atılan yanlış adımların anlatılması, kabullenilmesi ve şüpheli geçmişin üstesinden gelinmesi hikâyesini sansürsüz bir şekilde paylaşmaktan geçtiğine inanan Lieberman, bunu olabildiğince açık yüreklilikle yapıyor. Kendince tedavi yöntemleri geliştirerek ve saygınlıklarını kullanan “akıl hastası” doktorlar, kendi ideoloji ve takıntılarından kurtulamayan, başka akımlara tamamen önyargılı yaklaşan “bilim” adamları, hasta sağlığındansa kendi kişisel çıkarlarını ve egolarını düşünen “yeminli” doktorlar… Lafını hiçbir şekilde esirgemeden anlatıyor Lieberman. Psikiyatrinin geçtiği yolları, hangi şartlarda kabul edilip nasıl kendine yer edindiğini ve günümüzdeki konumuna dair gerçek örnekler, tarihten acılı anılar ve insanı şoka sokan tedavi yöntemleri gösteriyor.
Kitabı okurken, günümüzde rahatlıkla tanısı konulabilen “bipolar bozukluk”un geçmişte acılı ve sancılı ölümlere sebebiyet verdiğini, ailelerin ve toplumun fiziki bir rahatsızlık olmadan insanların hasta olabildiğine kolaylıkla inanmadıklarını, psikiyatri biliminin aslında ne kadar geliştiğini görüyorsunuz.
Sadece konuyla ilgili olanların değil herkesin okumasını istediğim bir psikoloji kılavuzu niteliğindeki “Deli” Doktorları, adından da anlaşılacağı gibi, alanın doktorlarına yakıştırılan sıfatın altındaki geçmişi bizlere aktarmayı amaçlıyor ve bunu başarıyor. Dr. Jefrrey A. Lieberman’ın hikâye ve anekdotlarla beslediği akıcı dili, teorik ve akademik dilden oldukça uzak bir biçimde. Rahatlıkla okunup ilham alınabilecek bir kitap.
edebiyathaber. net (25 Mayıs 2018)