Hayvansal gıda endüstrisi ile dünya genelinde yılda 100 milyar hayvan öldürülüyor.
Yumurta endüstrisi erkek civcivlerin beslenmesini karlı bulmadığından doğar doğmaz toplu biçimde öldürüyorlar. On, yüz, bin değil, milyonlarca civcivden bahsediyorum.
Her 60 saniyede bir yağmur ormanlarında 1600 ağaç büyükbaş hayvancılık yüzünden kesiliyor.
Küresel sera gazı emisyonunun %51’i hayvancılık endüstrisi ve onun yan ürünlerinden geliyor.
Et ve süt endüstrileri dünyadaki temiz suların 1/3’ünü kullanıyor.
2500 ineğin ürettiği atık, 411 bin nüfuslu bir kentin atığına eşit.
Yukarıdaki sayısal bilgileri, Zülal Kalkandelen’in geçtiğimiz ay yayımlanan Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü kitabından aldım. Yazıya, hayvansal gıda endüstrisinin dünyaya ve bize ne yaptığı ile giriş yapmak istedim ama hemen belirteyim, Zülal Kalkandelen kitabı boyunca veganizmin çevrecilik, insan sağlığı ve beslenme ile bağlantılı olmasına rağmen, bunlarla sınırla olmadığını, temel anlamının hayvan sömürüsüne, duyarlı canlıların işkence görmesine, acı çekmesine ve katledilmesine karşı politik ve etik bir duruş olduğunun üzerinde önemle duruyor.
Vegan sözcüğü ve Zülal Kalkandelen ismi ile ilk defa yaklaşık altı yıl önce ‘twitter’da Kalkandelen’in bir gönderisinde karşılaştım. Hem çok şaşırmıştım hem de çok ilgimi çekmişti. Çevremde birkaç tane vejetaryen arkadaşım vardı, hayvanları ve doğayı severdim, ama tabağımdaki etin, peynirin, içtiğim sütün bana gelene kadar nasıl bir yol izlediğine, günlük yaşamda kullandığım hayvanlardan elde edilen eşyalar için o hayvanlara neler yapıldığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Bunu hiç düşünmemiş olmak gerçeği ile yüzleşmek ise beni afallatmıştı. Tam da o sıralar Can Başkent’le hazırladıkları Veganizm: Ahlâkı, Siyaseti ve Mücadelesi isimli e-kitap yayımlandı. Türkçe yazılan ilk veganizm kitabı. Kapitalizmin ve gıda endüstrisinin kurguladığı yalan dünyadan, gerçeklerle yüzleşmeye zorlandığım bir dünyaya geçiş yaptığımın zaman içinde farkına vardım.
Bugün hem vegan sayısındaki artış hem de sosyal medya sayesinde daha çok bilgi sahibiyiz, ama yine de ana akım televizyon ve gazetelerde ne mezbahalarda olanları görebiliyoruz ne biz süt içelim diye annesinden ayrılan buzağıların, kuzuların yakarışlarını, ne de yumurta üretim çiftliklerinde erkek civcivlerin nasıl katledildiğini. Daha çok hayvansal gıdanın vazgeçilemez gerekliliğine dair doktor yorumlarının, bize mutlulukla bakan ineklerin, kuzuların, keçilerin gösterildiği reklamların bombardımanı altındayız. Maalesef tüm dünyada geçerli yasalar hayvanların değil hayvansal gıda endüstrisinin haklarını korumak için var daha çok. Öyle ki, birçok hayvan özgürlüğü aktivisti bugün terörist olarak tanınıyor, bazı ülkelere girişleri bile yasaklanmış. Neden? Elbette devasa boyuttaki rant nedeni ile. Hayvanların korkunç acıları ve ölümleri üzerinden paylaşılan kocaman bir rant.
Hayvanlara yaptıklarımız hayvansal gıda endüstrisinde yapılanlarla sınırlı değil. “Tek Dünya, Tek Rüya” sloganıyla barışa özlem mesajı veren Pekin Olimpiyatları hazırlıklarında sokak hayvanları katledildi. Amerika ve Avrupa’da sokak hayvanı göremeyişimizin nedeni bu ülkelerin medeniyeti değil, sahipsiz hayvanların belirli bir süre sahip bulunamadığında öldürülmesi. Sirkler, AVM’lerdeki devasa akvaryumlar, cam kafesler, hayvanat bahçeleri, vb… Birbirimize ve doğaya uyguladığımız vahşet gibi hayvan sömürüsünde de sınırımız yok!
Vegan devrimi ve hayvan özgürlüğü, çok geniş kapsamlı bir mesele. Zülal Kalkandelen 220 sayfalık bir kitapla, konuyu son derece sade ve basit bir anlatımla hem çok iyi toparlamış hem de söylenmesi gereken her şeye yer vermiş. Hem veganizme karşı görüşlere hem de veganizm konusundaki farklı görüşlere yer vererek konunun çok yönlülüğünü okura sunduğu gibi, daha iyi anlaşılmasını da sağlıyor. Veganizmin bir beslenme ve diyet türü, bir çevrecilik yaklaşımı ya da hayvanseverliğin dışa vurumu olmadığının önemle altını çiziyor. Bunları reddetmiyor ancak onun için veganizm etik ve politik bir duruş, hayvan özgürlüğü için konunun öncelikle bu yönünün öne çıkarılması gerektiğini savunuyor. Veganizmi “hayvanların da duyarlı canlılar olduğu gerçeğinden hareketle, onlara uygulanan meta statüsünü reddederek, sömürüye maruz kalmadan yaşam haklarını savunan bir özgürleşme hareketi” olarak tanımlıyor. Veganizm, “bir toplumsal adalet mücadelesidir” diyor ve ekliyor: “Adalet her duyarlı canlının hakkıdır.”
Kalkandelen’in hem müzik hem de siyaset alanında kitapları, yazıları ve söyleşileri var. Kitapta da veganizmin pek çok alanla bağlantısına yer veriyor; punk müzikle, çevrecilikle, feminizmle ve elbette siyasetle. Kadınların sömürülmesine karşı mücadele eden bir feministin dişi hayvanların çok daha korkunç biçimde sömürüldüğü hayvansal gıda endüstrisine karşı da mücadele etmesi gerektiğini, vegan olmadan feminist olunamayacağını söylüyor Kalkandelen. Aynı şekilde bugün dünyadaki kirliliğin, iklim değişikliğinin, bitki ve hayvan türlerindeki azalışın en büyük sebebi hayvansal gıda endüstrisi iken vegan olmayan birinin nasıl çevreci sıfatını kullandığını sorguluyor. Hayvan özgürlüğünü programına almayan bir sol siyasetin sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya idealine ulaşmasının mümkün olmayacağını anlatıyor. Hele de hayvansever olup, hayvan hakları için mücadele eden kuruluşlarda çalışanların vegan olmamasını kesinlikle kabul edilebilir görmüyor.
Kitaptaki en çarpıcı bölümlerden biri ise ölüm gemilerinin anlatıldığı bölüm. Kalkandelen, 21. yüzyılın köle pazarı olarak tanımladığı bu gemilerle, Türkiye’nin ucuz et politikası kapsamında Brezilya’dan Türkiye’ye getirilen 25.000 hayvanın yaşadıklarına dair tüm hikâyeyi ve bu konudaki deneyimlerini paylaşıyor.
Kalkandelen’in kitabı dediğim gibi son derece sade ve anlaşılır bir dille yazılmış, ama rahat okunabilecek bir kitap değil. Toplumca onaylanmış şiddetin boyutları ile yüzleştiriyor okuru. O şiddetin neresinde durduğumuzu, ne kadar parçası olduğumuzu sorgulatıyor. Kalkandelen, “Hayvan köleliğine karşı mısın, değil misin?” sorusuna “Ama”sı olmayan tek bir cevap istiyor. Bu konuda son derece tavizsiz ve net. Vegan olmanın zor olduğunu iddia edenlere de şunu söylüyor: “Zor olan, hayvanlara uygulanan işkenceleri öğrenen insanların duyarsızlıklarını görüp içinizdeki umudu yaşatmaya çalışmaktır.”
Kitapta yer alan Kalkandelen’in söyleşi yaptığı vegan aktivistlerden Jerry Vlasak (yazıları ve yer aldığı eylemler o kadar etkili ki, İngiltere’ye girişi yasaklanmış bir aktivist), gelecek konusunda iyimser. Kapitalizmin yaptıkları ile sınıra dayandığını, sadece hayvanlara yapılan sömürünün değil, insanın insana yaptığı sömürünün de yakın bir gelecekte sona ermek zorunda kalacağını söylüyor. Yani vegan devrim kaçınılmaz. İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede vegan sayısının ülke nüfusunun %10’una yaklaşması, dünya genelinde vegan etiketli besinlerin üretimindeki artış, et ve hayvansal gıda tüketimindeki azalış, Jerry Vlasak’ın ve onun gibi düşünen veganların öngörüsünü doğrular nitelikte göstergeler.
Zülal Kalkandelen de kitabında şu cümlelere yer veriyor:
“Gün gelecek, insanlar için adaleti savunanlar, hayvanlar için de adalet isteyecek. Gün gelecek, her duyarlı canlının yaşam hakkı olduğunu herkes kabul edecek. İşte o gün dünya daha yaşanılabilir bir gezegen olacak!”
İnsanlar, insan odaklı bir yaşama döndüğünden beri dibe doğru sürükleniyoruz. Korkunç bir hızda çoğalırken ve aynı hızda dünyanın canına okumaya devam ederken, bir gün gelecek başka seçeneğimiz kalmayacak görünüyor: adalet ya tüm duyarlı canlılar için olacak ya da kendi kendimizi yok edeceğiz.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (4 Haziran 2018)