Abidin Dino tarafından yazılan ve yeni baskısı Mart 2018’de Kırmızı Kedi tarafından yayımlanan Gören Göz İçin Fikret Mualla’yı müthiş bir duygu ve düşünce yoğunluğu içinde okuyup bitirdiğimde gözyaşlarımı tutamadım. Etkisini uzun süre üzerimden atacağımı sanmıyorum. Bir ressamdan bir ressama bir vefa kitabı olduğu kadar, Abidin Dino’nun yazarlığının olağanüstü bir örneği ve maalesef bu ülkenin vefasızlığını satır altında yüzümüze vuran bir eser aynı zamanda.
Kitap ilk kez 1980’de Abidin Dino/Ara Güler imzası ile yayımlanmış. Ara Güler’in sanatçı kişiliğinin ardında yatan en önemli özelliklerinden birinin yaşama ve insanlara duyduğu saygı ve sevgi olduğunu düşünüyorum. O olmasaydı bugün birçok sanatçımızın ne eserlerini ne de yaşamlarına dair fotoğrafları görme şansımız olacaktı. Ara güler arşivinde, yaşarken veya öldükten sonra peşine düştüğü pek çok değerli ismin yapıtlarının ve portrelerinin fotoğrafları bulunuyor. Onlardan biri de Fikret Mualla. Fikret Mualla’nın yaşarken izini sürdüğü gibi öldükten sonra da bulabildiği tüm yapıtlarının fotoğrafını çekmiş. Bu kitap projesi için Abidin Dino’dan ise kırk sayfalık bir önsöz yazısı istemişler. Abidin Dino dostuna dair yazmaya başladığı bu yazıyı bir ayda bitirmeyi planlarken, bir bakmış yazı yüz kırk sayfaya ulaşmış ve ancak altı ayda tamamlanmış. Kitap maalesef o dönemde pek ilgi görmemiş. İkinci baskısı başka bir yayınevi tarafından Ferit Edgü sunusu ile 2006’da tekrar yayımlanmış. Edgü bu yazısında “Bu, bir ressamın, bir başka ressama olan sevgisinin kitabıdır.” derken bir vefa kitabı olduğunu da ekliyor.
Sekiz bölümden oluşan kitapta, her bölüm Mesnevi’den resim, görme, bakış ve anlama kavramları üzerine alıntılarla başlıyor. Abidin Dino’nun kitap boyunca paylaştığı anılar ve düşüncelerden çıkaracağımız en önemli sonuçlardan biri her iki ressamın da yaşamdaki duruşları ve yapıtları ile hem doğuya hem batıya yakın oluşları, düşüncelerinin ve eserlerinin doğu ve batının sentezini yansıttıkları. Kitap, Fikret Mualla’nın yaşamını anlatırken, ilgili dönemin sanat ve toplumsal tarihine ışık tutuyor, resim ve sanat konusunda değerli bilgiler aktarıyor. Ve kitap boyunca metinlere Fikret Muallâ’nın çizimleri eşlik ediyor.
Sadece “çizgi namusu”na inanan, hayatta “yaratma gücü”nden başka hiçbir desteği olmayan Fikret Mualla. Doğum yılı 1903. 1920-1926 arası Berlin’de bulunuyor. Abidin Dino, Arif Dino, Nazım Hikmet en yakın dostları arasında. Resimleri Nazım Hikmet’in kitaplarında kullanılıyor.
Biz onu Fikret Mualla olarak biliyoruz daha çok, ama 1934 yılında kendine seçtiği bir soyadı var: Saygı. Fikret Muallâ Saygı… Yeryüzünde en çok sevdiği şeylerden biri. Kendinden en çok esirgenen şeyi diler gibi kendine “Saygı” soyadını seçiyor. Abidin Dino, bu konuyu anlatırken bir sanatçı olarak ekliyor: “aslında hepimizden esirgenen saygı…”
1930’ların sonunda, yetenekli, üretken, sözünü esirgemeyen, haksızlığa sesini çıkaran birçok insanın başına geldiği gibi, Fikret Muallâ’nın başına da benzer şeyler geliyor, onu çekemeyenler tarafından Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesi ile hakkında soruşturma açılıyor. Suçlanıyor. Hapse atılmamak için dostlarının tavsiyesi ile deli raporu almaya çalışan Muallâ, bir süre Neyzen Tevfik ile Bakırköy Hastanesi’nde yatıyor. Abidin Dino bu konuya dair şöyle söylüyor: “Otuz yıldan fazla süren dostluğumuz boyunca, bir an olsun delilikle bir ilgisi olabileceğini düşünmedim.”
Ama kendisi ile uğraşanlarla baş edemiyor Fikret Muallâ. Nasıl baş etsin? O her hücresi ile büyük bir sanatçıdır, kızar, küfreder, isyan eder ama o inceliklerin adamıdır. Yine dostlarının desteği ile ülkesini terk eder ve Paris’e giderek orada yaşamak zorunda kalır. Oysa Atatürk’e de ülkesine de sevgisi yapmacıksız ve sonsuzdur. Bir gün ülkesine döneceği ümidi ile ömrünü Paris’te geçirir. “İstanbul gözümde tütüyor…” der kendisi ile yapılan röportajlarda. Ülkesine dönemez, dönerse ya suçlu ya da deli durumuna düşürülecektir. Paris’te de karakollara, akıl hastanelerine düşer, ama umurunda değildir. Onu acıtan ülkesinden ve ülkesinin insanlarından gördüğü muameledir. Ömrü boyunca kendi insanları tarafından horlanmayı, suçlanmayı, saygı görmemeyi bir yara gibi içinde taşır. Abidin Dino’nun kitapta onun ağzından aktardığı bazı cümleler de benim gibi okurları yaralayacaktır. “Sanat bakımından, bana yapılanlardan utanıyorum…” der dostlarına.
Tüm geliri sadece satabildiği resimlerden ibaret olan ressamın Paris yaşamı hiçbir zaman kolay olmaz. Kendini çizgileri ile tedavi eder, içini çizgilerle dışa döker. Resimleri yaşamının yansımalarıdır; acılar, hastane yatakları, sokaklar, sokak insanları… Kendi acılı yaşamına, yaşadığı kişisel felaketlere, gördüğü iki dünya savaşına rağmen yine de mutlu resimlerdir Fikret Muallâ’nın eserleri. Onun resimleri ile neyi anlattığına dair Abidin Dino “Bence bir mutluluk özlemi, mutluluğa erişme özlemiydi Fikret’in anlatımı…” diyor. Dostlarının ve sanatsever zengin bir Parisli hanımın, Madam Anglés’in, desteği ile yaşamını sürdürür. Son birkaç yılını Paris’in bir köyünde ve son günlerini de bu köye yakın bir huzurevinde geçirir. Ülkesinden, sevdiklerinden, dostlarından uzak ressamın sağlığı her geçen gün kötüye gider. Okurken yaralandığım cümlelerinden biri de, son günlerinde köyün telefoncu kızını arayarak sıkça sorduğu şu sorudur: “Matmazel, ben kimim, lütfen bana anlatır mısınız, kimim ben?”
20 Temmuz 1967’de ülkesine kavuşamadan yaşama veda eder. Son yolculuğunda bu büyük sanatçının cenazesinin arkasında o köyde edindiği birkaç dostundan başka kimse yoktur. O dostlar ki o kadar ince düşüncelidirler, Fikret Muallâ’nın otomobillerden ürktüğünü anımsayarak cenazenin peşinden yaya olarak giderler… Maalesef ülkesine kavuşma dileği ölümünden ancak yedi yıl sonra 1974 yılında gerçekleştirilebilir, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilerek ülkesine kavuşur…
Onu Paris’ten yolcu ederlerken Madam Anglés Abidin Dino’ya “Acaba doğru bir şey mi yapıyoruz?” diye sorar. Ona “Doğru” diye cevap veren Abidin Dino kitabında şu satırları paylaşır: “Diri ya da ölü olarak -hepsi bir- kafamıza iri bir çivi gibi çakılı kaldığını ülkemizin, ne bilsin kadıncağız…”
Her iki sanatçımızın anısına saygıyla…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (3 Temmuz 2018)