Beat kuşağı edebiyatı, 1950’li yıllarda ortaya çıkmış ve başta Amerika olmak üzere tüm dünyayı derinden etkilemişti. Beat Kuşağı yazarları, toplumun yerleşik kalıplarına, ahlakçılığına, tüketim anlayışına karşı çıkmışlardı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin tüm dünyaya dayattığı, tüketim ve teknoloji odaklı hayat anlayışı, bir çok insana cazip geliyordu.
Bu yaşam tarzı da esas olarak mülk edinmeye, lüks yaşam ve sadece tüketim odaklıydı. Cazibesi de buradan geliyordu. Lakin, II. Dünya Savaşı’nda cephede savaşmış ya da savaşın yaratmış olduğu ekonomik bunalımı hissetmiş olan alt sınıflar için bu geçerli değildi. Onlar hayatın ne kadar zor olduklarının da farkındaydılar. İşte, Beat Kuşağı böyle bir siyasi ve ekonomik dünyanın içerisinde ortaya çıktı. ABD, tüm dünyaya tüketim toplumunun güzelliklerini överken onlar hayata, yaşama, insan ilişkilerine bu anlayışların dışında baktılar. Materyalist batı toplumun dünya tahayyülüne karşı, doğu mistisizmine yöneldiler. Caz müzikle, uyuşturucuyla ilgilendiler. Cinselliğin özgürleşmesinden yana oldular. Yazdıkları kitaplarda, şiirlerde de hayata nasıl baktılarsa onu yansıttılar. Yerleşik edebi kalıpları yıktılar, farklı yazım stilleri, hikaye anlatılarını öne çıkardılar. Zaman içerisinde onların yazdıkları bu metinler, gençler arasında bir hayat tarzına, isyana dönüştü. Jack Kerouac‘ın Yolda kitabı örneğin; bir kutsal kitap haline geldi, Allen Ginsberg’in Uluma şiiri, William Burroughs‘un Çıplak Şölen romanı keza öyle…
Lakin kültür endüstrisi içerisinde yer alan her edebi ürün gibi, Beat Kuşağının eserleri de bir süre sonra meta haline dönüştü. Bu durumun bir neticesi olarak da kelimelerin isyanı sustu, ‘evcilleştirildi’ bir anlamda. Şenol Erdoğan, yazmış olduğu Beat Kuşağı Antolojisi kitabında, Jack Kerouac‘ın Beatlerin kutsal kitabı sayılan Yolda’nın daha fazla satabilmesi adına her sene farklı kapakla satışa sunulduğunu belirtir. Bununla beraber, Şenol Erdoğan, Beat Kuşağı tarihin zaman içerisinde anakronik bir hal aldığını ve bu kuşakla ilgisi olmayan kişilerin bile, daha fazla satış arzusu yüzünden, Beat kuşağına dahil edildiklerini belirtir. Bununla beraber Jack Kerouac, Allen Ginsberg, oluşan bu ilgiden rahatsız olmaya başladılar. Özellikle Jack Kerouac, bu ilgiden en çok rahatsız olan yazarların başında geliyor. Bu rahatsızlığını ve Beatlere yüklenen gereksiz anlamlara karşı Big Sur’u yazmış, olayın iç yüzünü anlatmıştı bir anlamda.
Her ne kadar, Beat kuşağı günümüzde bir metaya dönüştüyse de, halen bu edebi akım üzerine düzgün ve doyurucu içerikler üretilmeye devam ediyor. Bu çalışmalardan biri de, Jeremy S. Poken’ın, geçtiğimiz günlerde Cumartesi Kitaplığı’ndan yayımlanan Kutsal Bir Beat Kitabı çalışması. Kitabı, Bulut Uçar titizlikle Türkçeye çevirmiş. Kutsal Bir Beat Kitabı’nda Jeremy Poken, Beat kuşağının tarihini, başlangıçtan günümüze getiriyor. Beat kuşağının ilk ortaya çıktığı dönemi, koşullarını ve yazarların ilham kaynaklarını inceliyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde ise takvim yapraklarını hızlandırıp, Beat kuşağı edebiyatının ilerleyen yıllarda müzisyenlere ve yeni kuşak edebiyatçılara yansımalarını ele alıyor.
Beat Kuşağının kare ası
Kenneth Rexroth, Beat kuşağı tarihiyle ilgili bir hayli yanlı bilginin olduğunu belirtir ve bu edebi akımla ilgili sadece dört kişiyi öne çıkarır: “Beat hareketiyle ile ilgili tarihi gerçeklere ilişkin yanlış bilgilerin sınırı yoktur. İlk olarak, bir Beat Hareketi, dört istisnai yazar haricinde hiç var olmamıştır. Bu istisnalar: Allen Gingsberg, William Burroughs, Jack Kerouac ve Gregory Corso’dur.” Rexroth’un da işaret ettiği gibi, Beat Kuşağı tarihinden bahsedilecekse, bu isimler olmadan olmaz. Jeremy Poken da kitabında aynen böyle yapıyor. Tarihsel kronolojiyi en başa sarıyor ve dört önemli ismin yollarının nasıl kesiştiğine, birbirlerine nasıl ilham kaynağı olduklarını anlatıyor. Bu isimlerin dostluklarını, kavgalarını, yaşadıkları maceraları, yolda olmayı, yola devam ettiklerini aktarıyor kitap boyunca. Kendisinin ifadesiyle:
“Aynı şeyi sevdikleri için değil, çoğunlukla aynı şeylerden nefret ettikleri için yan yanalardı. Amerikan açgözlülüğünden hoşnutsuzlardı. Kurallara uymak, başkalarının belirlediği şeyler uğruna yaşamak onlara göre değildi. Jack Kerouac, Allen Ginsberg ve William S. Burroughs‘un etrafında şekillenen Beat Kuşağı, onları başka biriymiş gibi davranmak zorunda bırakan her şeye karşı bir isyandı. Ağızlarına geleni söylediler.”
Kutsal Bir Beat Kitabı, bu kuşak üzerine yazılmış bir antoloji değil. Jeremy Poken, daha çok bu edebi kuşağa mensup isimlerin, kendi hikayelerine yönelmiş. Birbirleriyle olan ilişkilerini, yol ayrımlarını, romanlarını, şiirlerini nasıl yazdıklarını hatırlatmaya çalışmış. Bu dünyaya, topluma isyanlarının nedenini aktarmaya çalışmış. Onların dünyayı ya da içinde yaşadıkları toplumu değiştirmek gibi arzularının olmadığını, tam aksine sadece hayatı sevmeye, sevdikleri şeylerin peşine düştüklerini aktarmış. Beat Kuşağını edebiyat tarihinde önemli kılanın ne olduğunun peşine düşmüş. Bu anlamda, Kutsal Bir Beat Kitabı, bu hikayelere aşina olanlara yeni bir şey söylemiyor ama yeni başlayanlar için çok şey söylüyor bir anlamda. Dolayısıyla kitabın Beat Kuşağı hakkında Türkçeye çevrilmiş kitaplar arasında kıymetli bir yerinin olduğu da açık.
Yukarıda da bahsi geçtiği gibi, Beat Kuşağı günümüzde her ne kadar bir ticari metaya dönüşse de ışıltısını asla kaybetmiş değil. Bugün 1950’lilerin ekonomi politik dünyasından pek uzakta değiliz. Dünyaya dair aynı vasat idealar ve rüyalar yerli yerinde duruyor. Mülkiyet arzusu, daha çok para kazanma hırsı toplumda önemli bir konumda yer alıyor. Dolayısıyla Beat Kuşağı’nın isyanın çok da uzağa gitmiş olamaz. Bu kitapları okuyan, etkilenen bir kuşak da her zaman olacak. Vasat dünya hayallerine kaptırmadan, hayatı doyasıya sınırsız bir şekilde yaşamak isteyen, hayat denen kaosun, bilinmezliğin içerisinde, inandıkları biçimde kendi kelimelerini, yönlerini bulmak isteyenler de olacak; çünkü yol devam ediyor, edecek de… Tıpkı Jack Kerouac’ın dediği gibi “Hayatına aşık ol, her detayına.”
Kaynak: Şenol Erdoğan, Beat Kuşağı Antalojisi, Sel Yayıncılık, Altıkırkbeş Yayın, 2011
Can Öktemer – edebiyathaber.net (26 Temmuz 2018)