Tanrıların olduğu bir yerde özgür olunabilir mi? Antik çağların güçlü tanrılarının yerini bu gün neler ve kimler aldı? Tüm yetkileri eline almış diktatörler mi, ya da diktatörler gibi tüm yetkileri eline almaya çalışan devlet başkanları mı, valiler, siyasetçiler ya da siyasetçileri parmağında oynatan milyarderler mi? Sahi, antik çağların tanrıları nereye uçup gittiler, nereye kayboldular? İnsanlar onlara bu kadar inanmışken nasıl olur da zaman içinde birer hayalete dönüştüler; etkisiz, kimsenin onlara elini açmadığı, uğurlarına kurbanların kesilmedi birer mite? Bugünün tanrıları da bir gün unutulacaklar mı, bir masalın içinde geçen silik bir gölgeye dönüşebilecekler mi? Önünde ayakta dikilip gözyaşı döktüğümüz duvarlar, çevresinde dönüp karşısında secdeye durduğumuz taşlar, avuçlarımızı açarak yardım dilediğimiz başı dikenli heykeller ve dahası… Sonsuza dek var olacağına inandığımız tanrılar da bir gün birer mite dönüşecekler mi? Bir gün insanlar bunların gücüne inanmaktan vazgeçecekler mi? Bir masal kahramanından bahseder gibi onları çocuklarına anlatacaklar mı, kim bilebilir? Zaman belki de en güçlü tanrıdır ve görevi insanlara her şeyin gelip geçici olduğunu göstermektir.
Nietzsche “Okuduğumuz bir kitap bizi bir adım yukarıya yükseltememişse zamanımızı boşa harcamışız,” gibi bir şeyler der. Bir okur olarak elime aldığım kitabı sadece yazarın merceğinden değil kendi merceğimden de bakmaya çalışırım. Yaşadığım yer, okuduklarım, temas ettiğim her şey merceğimin kalınlığını ve netliğini gösterme şeklini de belirler. Antik çağların tanrılarıyla ilgili ne zaman bir şeyler okusam yukarda bahsi geçen tanrıları da düşünmeden duramıyorum. Önümde birer film şeridi gibi akmaya başlarlar.
Şu cümlelere bakın:
”Özgür insan kaçmayı aklına hiç getirmez.”
“Yarattığımız cehennemler, tanıştığımız cehennemlerdir.”
“Yeryüzü Gezegeni hayata o denli susamıştı ki, onu elde etti.”
“Annem, hepimizin çekmesi gereken bir çile, taşıması gereken bir haç olduğunu söylerdi.”
“Peki, ben yarattığım dünyanın neresindeyim?
Ben dünyanın neresindeyim?
“Yaratmış olduğum bu dünyanın altından sıyrılmama izin verin.”
“İçinizde neler barındırıyorsunuz?
Ölüleri. Zamanı. İçgüdülerinize yansıyan binyıllık ışık oyunlarını.”
“İnsanlar yaratılıştan sadakatsizdir. bu onların kusuru değildir, doğanın yaratımını kusur saymak olmaz.”
Yazar belki de yeni hiçbir şey söylemiyordur. Peki, yeni olan bir şey var mıdır? Yüzyıllardır, binyıllardır anlatılıp duran her şey birbirinin tekrarı ya da farklı bir anlatma biçiminden başka nedir ki? Duygular, tanrılar, delilikler…
Babası dalgaların tanrısı, annesi ise yeryüzü olan ve adının anlamı çilekeş olan Atlas, tanrıların tanrısı Zeus tarafından cezalandırılır. Cezası yeri ve göğü omuzlarında sonsuza dek taşımak. Yunan mitolojisi çevresindeki birçok medeniyeti ve kendinden sonraki neredeyse tüm kuşakları etkilemiştir. Antik Yunan ozanları tanrılarının hikâyelerini oyunlaştırıp somutlaştırmışlardır. Homeros ve Hesiodos gibi ozanlar şiirlerinde bu tanrıların hikâyeleri hakkında bize bolca bilgi aktarmışlardır. Yunan mitolojisi günümüz birçok yazarı da etkilemiştir. Bunlardan biri de İngiliz asıllı yazar Jeanette Winterson’dur. Winterson Atlasın Yükü adlı kitabında Kozmos’u omuzlarında taşıyan Atlas’ın hikâyesini kurgularken Atlas ile temas etmiş tanrılar, yarı tanrılar ve insanları da bir araya getirir. Kurgulama ve yazarlığı hakkında da ipuçları okura verirken karşımıza eski ile yeninin harmanlandığı modern bir yapıt çıkar.
Elbette bir yapıtı içinde barındırdığı birkaç aforizmayla değerlendirmem; romansa roman, öyküyse öykü, ya da başka hangi türse, tabii adı olan bir türe giriyorsa.
Atlas omzundaki yükten kurtulduğunda neler olacak?
Winterson’un kitabını okurken sadece Antik Yunan tanrılarını ve dev Atlasın yükünü düşünmeyiz; evet, belki her birimiz birer çilekeş değiliz, ama kendi yükümüz ve bize eziyet eden kendi tanrılarımız hakkında bir kez daha kafa yorarız.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (27 Eylül 2018)