“Pita göle eğilmiş, bu zarif ördeklere hiç mi hiç benzemeyen yüzüne bakıyordu. ‘Çirkin bir canavarım ben,’ diye mırıldandı. Başını önüne eğdi. Korkunç, vahşi, yırtıcı bir timsah yavrusunun dansını izlemeyi kim isterdi ki?”
Adı Pita. Hepimiz gibi, yüreğinin sesini duyduğu an başlamış yaşam dansına. Ama yumurtadan çıkınca unutmamış ruhunun müziğini o. Doğduğu bataklığın sularına değer değmez ayakları, başlamış müzikle salınmaya…
Ama…
“Timsahlar dans etmez, çamurun içine pusu kurarlardı, bunu herkes bilirdi! Yoksa bilmez miydi?”
***
Çocukken baleye giderdim, en büyük hayalimdi balerin olmak. Müzik, dans, zarafet, sahnede olmak, o kıyafetler… Üç yıl sürdü hayalim, üç yıl dayandı tutkum. Sonra kulak misafiri olduğum bir konuşma. Tam konservatuar sınavlarına girmeye karar vermişken. Bir konuşma. Keşke duymasaydım dediğim, hâlâ sızısını duyduğum bir konuşma. Bale öğretmenim anneme neden balerin olamayacağımı açıklarken, her nasılsa duydum o konuşmayı. Kemiklerimin kalınlığı, ne kadar uğraşsam da balerin olamayacağım, ancak “dansöz” olabileceğim… Aniden bıraktım bale derslerini, ailem bir anlam veremedi. Söyleyemedim onlara, açıklayamadım. Maymun iştahlılığıma verdiler, bozuldular. Kızdılar.
Cesur, kararlı, hırslı bir çocuk değildim. Hâlâ öyle bir çocuk değilim. Kulak misafiri olduğu bir konuşmanın, nedenini kimseye açıklayamadığı bir vazgeçişin yükünü taşıyan, hayali kırılmış bir çocuk belki. Belki kolaya kaçmayı seçen, zorluklarla yüzleşemeyen bir çocuk.
Ve yıllar sonra bile, delice özeniyor bu çocuk Pita’nın cesaretine, azmine.
“Ama Pita başka timsahlar gibi değildi. Karnı gurulduyordu guruldamasına ama yusyuvarlak, yeşil bir göz gibi onu izleyen parlak göle baktığında, müziği ve dansı kalbinde hissediyordu. Pita göle baktığında derin bir çorba kazanı değil, içinde sihirli şeylerin yüzdüğü bir silindir şapka görüyordu!”
Müziğe, dans ve sihre inanıyor Pita. Kendine inanıyor. Yüreğinin ritmine, hayata inanıyor.
“Pita senin gibi bir sihir severdi. Henüz bir yumurtanın içinde doğmayı beklerken bile hayatı sevmişti o.”
Ve böylece yolu Şapka Kumpanyası’yla kesişiyor.
“Senfoni buydu! Dans buydu! Pita’nın kalbi uçmayı yeni öğrenen bir ördek yavrusu gibi çırpınıyordu şimdi. Ürkek ve heyecanlı bir ördek yavrusu gibi…”
Mila ve Kasımpatılar’dan oluşan Şapka Kumpanyası Manolya Gölü’ndeki danslarıyla yeni bir yol sunuyor Pita’ya. Kendi olabileceği, bedenine yaraşmadığı söylenen dansı sergileyebileceği, içinden geldiği gibi davranarak sevilebileceği bir yol. Zor, yorucu, cesaret isteyen bir yol. Ama değer! Çünkü bazı timsahlar dans eder. Hem de ne dans!
“Pita gülümsedi. Takıma girmişti! Ve yeşil, yuvarlak göl bir an için ona bakıp göz kırpmıştı sanki.”
Her şey her an güllük gülistanlık gitmez elbette. Hiçbir sihir yetmez yaşamı peri masalı kılmaya. Pita ister istemez yüzleşir doğasıyla. İster istemez içine sızar o ağrılı yalnızlık, o dinmez ait olmayış.
“Ne tam bir ördek, ne tam bir timsah olan Pita. Sadece Pita. Acıkan, seven, korkan, öfkelenen… Hepsi ve tamamı Pita!”
***
Hepsi ve tamamı olabilmek için değil mi onca savaşımız? Tutkularımızdan ödün vermeden, hayallerimizi ziyan etmeden kabul etmek kendimizi? Kabul görebilmek diğerlerinden? En kötüsüyle ve en iyisiyle. En utandığımız, en korktuğumuz halimizle. En sevdiğimiz, kendine hayran gülümsememizle. Hepsi ve tamamı olarak.
Dans ederek; utanmadan, saklanmadan şarkı söyleyerek. Yüreğin en usul mırıltısını dinleyerek. Bir kedinin koynunda, içinde evreni saklayan gözlerinde tam da kendimizi bularak…
Ya da belki Mila adlı bir ördeğin gözbebeklerinde…
“Mila’nın gülümsemesi kayan bir yıldız gibi parlayıp söndü. Pita, Mila’nın gözlerinde kendi yansımasını gördü ve ilk kez yansıması ona çirkin görünmedi.”
***
Zeynep Alpaslan’ın metinlerini, zarif işçiliğini, narin ama zorlu bir sfenksi andıran hayal gücünü ne kadar sevdiğimi daha önce de söylemiş, yazmıştım. Timsahlar Dans Etmez Alpaslan’ın yazarlığını, yaratıcılığını bir kez daha tüm derinliği ve tazeliğiyle hissettirdi bana. Sanırım bu güç Alpaslan’ın kendini sakınmadan yazabilmesinden alıyor kaynağını. Yazar sakınmadan (ama kendisini okurun gözüne sokmaya çalışmadan), karakterlerini kırpmadan ve yüzeyselleştirmeden yazınca, okur ister istemez kendini buluyor satır aralarında.
İçtenlik ve cesaret böyle bir şey. Bulaşıyor.
Dans gibi.
Dans eden bir timsah yavrusunun neşesi gibi.
Yollara düşen bir yalnızın hüznü gibi.
“Gün doğarken hayalinde hâlâ Mila ve Kasımpatılar’la birlikteydi. Hâlâ Sihirli Şapka Kumpanyası’nda dans ediyordu. Hâlâ Manolya Gölü’nde mutlulukla dans ediyordu Pita. Yolların müziğini dinledi ve mantar rengi gökyüzünün altında hiç durmadan dans etti!”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (30 Ekim 2018)