I
Aslında her kurmaca yapıt, yazarla okur arasındaki bir sözleşmeye dayanır. Yazar, okurdan kendi içinde tutarlı ve okunmaya değer bir hikâye anlatacağı vaadiyle zaman talep eder; okursa yazarın bu vaadine karşılık, kurmaca olduğunu bildiği anlatıyı gerçek varsayarak okuyacağı sözünü verir. Bu sözleşme kapsamında kimi yazarlar geleneksel bir biçimle okurun karşısına çıkarken kimi yazarlar farklı biçimlerde yazmayı deneyerek yazarla okur arasındaki sözleşmeye farklı boyutlar katmaya çalışır.
Roman, tüm edebi türler içinde farklı anlatım biçimleri aramaya ve bu biçimlerle okuru da içine alarak her seferinde farklı oyunlar kurmaya en açık tür olarak tanımlanabilir.
Julio Cortazar’ın Seksek’inden tutun da Perec’in Kayboluş’una kadar onlarca farklı romanı bu bakış açısıyla değerlendirebiliriz. Bu noktada önemli olan, yazarın kurduğu oyuna okurun da dâhil olması ve çoğu zaman yazar tarafından kuralları belirlenen bu kurmaca evrende yer almaya gönüllü olmasıdır.
Paul Auster da çoğu romanında okuruna küçük oyunlar kuran ve okuma serüvenini daha farklı bir boyuta taşımaya çalışan yazarlardandır.
Yazarın son kitabı 4321, bu oyuncu tutumun zirve yaptığı bir eser olarak kabul edilebilir.
Tuğla kalınlığındaki bu yapıt (1127 sayfa) daha baştan okurun gözünü korkutmakla başlıyor işe. Elimizde tutmakta bile zorlandığımız bir kitaba onca para verip, zaman ayırıp beğenmezsek ya da zor geldiği için yarım bırakırsak? Bu denli hacimli bir kitapla karşı karşıya kalan her okurun buna benzer bir kaygı duyması son derece anlaşılır.
Sonda söyleyeceğimi yazının başında söyleyerek okurun bu önyargısını kırmaya çalışabilirim:
4321, aşağıda detaylandırmaya çalışacağım noktalara dikkat etmek koşuluyla, başladığınızda elinizden bırakamayacağınız, zaman sorununuz yoksa bir oturuşta elli, yüz sayfa okuyabileceğiniz bir roman.
II
Auster, 4321’den önce 2010 yılında Sunset Park’ı yayımlamıştı. Sunset Park’tan sonra yedi yıl boyunca yazarın başka bir romanını okumamıştık. Yazarın sözlerine bakarsak, kitabın kaba yazımı üç yıl sürmüş, sonraki dönemlerde de kitabı defalarca düzeltmiş. 4321’i okuyup bitirdiğimizde Paul Auster’ın bu kitabı yazabilmek için neden yedi yıla ihtiyaç duyduğunu anlayabiliyoruz.
4321, basitleştirerek söyleyecek olursak bir büyüme hikâyesi. Kitabın ilk bölümünde, roman kahramanının büyükbabasının Minsk’ten New York’a gelişi ve burada kendine bir hayat kurmaya çalışmasını okuruz. Bir Rus Yahudisi olan büyükbaba, New York’a geldiğinde kendine havalı bir isim vermeye çalışırken yaşadığı bir karmaşa nedeniyle, Isaac Reznikoff olan adı, Ichabod Ferguson’a dönüşür.
New York’ta bir yaşam kuran büyükbaba Ferguson, orada evlenir ve çocukları olur. 4321’de yaşam öyküsü anlatılan Archibald Isaac Ferguson, (romanın genelinde, Archie Ferguson olarak geçer isim) Ichabod Ferguson’un oğullarından Stanley ile Rose’un çocuğudur.
III
4321’in ilk bölümü, 1.0 olarak adlandırılır ve yukarıda özetlemeye çalıştığım olaylar anlatılır. Kitabın sonraki bölümlerinde, Archie Ferguson doğar ve Archie’nin yaşamını okumaya başlarız. Auster’ın oyunu burada başlar.
Auster, kitabında torun Ferguson’un yaşamının dört farklı versiyonunu sunar. Bu dört yaşam, “ya öyle olsaydı?” sorusu etrafında anlatılır. 1.1, 2.1, 3.1, 4.1. bölümlerde açılışı yapılan anlatı evreni, 7.4’e kadar devam eder ve Archie Ferguson’un kimi zaman bilinçli tercihleriyle kimi zaman da tesadüfler sonucu şekillenen, yirmili yaşlarının ortalarına kadarki hayatının dört farklı anlatısını okuruz.
Okurlar için yorucu olabilecek noktayı da burası oluşturur. Çünkü roman boyunca anlatılan öykü, aynı şehirlerde ve çoğu aynı olan kişiler etrafında şekillenir. Hikâyenin bir versiyonunda Archie Ferguson’un sevgilisi olan bir karakter diğerinde arkadaşı veya üvey kardeşi olarak karşımıza çıkar. Archie, bir bölümde yazar olurken diğer bölümde eleştirmen veya gazeteci olarak anlatılır. Farklı üniversitelere gider veya yazlarını farklı uğraşlarla geçirir ancak tüm bu olaylar olurken kitabın merkezini oluşturan karakterlerin çoğu aynıdır.
Bir okur olarak, böylesine büyük bir evrende aynı karakterlerin farklı yaşamöyküleri içinde karşımıza çıkması kafamızı karıştırır ve sık sık önceki bölümlerde anlatılanları hatırlamak için kitabı karıştırırken buluruz kendimizi.
Bu sorunla başa çıkabilmek için iki ayrı yol önerebilirim. İlk yol, kitabı atlayarak okumak. 1.1, 2.1, 3.1… diye devam ederek kronolojik anlatıyı kaybetme veya anlatılanları karıştırma riskini azaltma yolunu tercih edebilirsiniz. Ancak bu tercih, yazarın kurduğu oyunu oynamamak veya oyunda hile yapmak olacaktır. Hatta bana sorarsanız, yazarın yarattığı dünyaya ve onun tercihlerine yapılan bir saygısızlık olur.
Bu saygısızlığı yapmak yerine, okurken not alabilirsiniz. 1.1’den başlayarak, Archie Ferguson’un yaşadıklarını anahtar kelimeler veya cümleler kullanarak kodlarsanız okuma deneyimizin aksamayacak ve daha hızlı bir okuma serüveni yaşayabileceksiniz.
IV
Paul Auster, kitabın arka kapak yazısında da alıntılanan şu sözlerinde “Kendi yaşamımdan bazı şeyleri aktardım, ama hangi yazar bunu yapmaz ki? Ben tanıdığım, bildiğim dünyayı, kendi yaşadığım ve sürprizlerle dolu deneyimleri yansıtmaya çalışıyorum, ömrüm boyunca bu kitabı yazmak için bekledim,” demektedir. Ayrıca, Oxford Edebiyat Festivalindeki söyleşisinde, hikâyede geçen neredeyse 3-4 olayı “Evet bu(veya çok benzeri) benim başıma gelmişti” diyerek aktarıyor.
Auster, 1947 doğumludur. Önemli bir çevirmen olan eniştesinin kitaplarını okuyarak edebiyata ilgi duymaya başlar. Columbia Üniversitesinde okur. Dört yıl Fransa’da yaşar ve Fransızca’dan çeviriler yapar. Edebiyata şiirle başlar. Şiirin dışında, roman, öykü, senaryo, deneme gibi çok farklı türlerde eserler üretir. Tüm bu bilgileri, 4321 ile beraber düşündüğümüzde, Archie Ferguson’un dört farklı biçimde anlatılan büyüme hikâyesinde Auster’ın farklı alanlara dağılmış ilgi alanlarına ait izler görmek kaçınılmaz.
4321’i bu anlamda, yazarın büyüdüğü dünyayı daha iyi algılamak isteyen okurlar için önemli bir eser olarak adlandırabiliriz.
V
4321’in bir başka önemli özelliği de ABD’nin 1950 ile 1970’li yıllar arasındaki tarihine ilişkin yüzlerce farklı olayı aktarıyor olmasıdır. Kitap, özellikle gazeteci Archie Ferguson’un hayatının anlatıldığı kısımlarda zaman zaman bir belgesel-roman havasına bürünüyor.
20. yüzyılın başlarındaki ABD’ye ilişkin kimi detayları barındırsa da 4321, özellikle, 47’liler olarak adlandırılan 68 kuşağına içeriden bir bakış olarak okunabilir. ABD seçimleri, Kennedy’lerin öldürülmesi, Vietnam Savaşı, 68 ayaklanmaları, ırkçılık, siyahların uğradığı haksızlıklar ve onların gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ve daha yüzlerce irili ufaklı olay 4321’in fonunu oluşturuyor ve romandaki kahramanların yaşamları üzerindeki dönüştürücü etkileri üzerinden toplumsal tespitler yapmamıza olanak sağlıyor.
VI
Yazının başında, başladığınızda elinizden bırakamayacağınız, zaman sorununuz yoksa bir oturuşta elli, yüz sayfa okuyabileceğiniz bir roman, cümlesini kurmuştum. Bu noktada, Seçkin Selvi’nin oldukça rahat okunan kimi zaman bir sayfayı bulan uzun cümleleri bile dikkatimiz dağılmadan okumamızı sağlayan çevirisinin ve bu ölçekteki bir kitap için son derece sınırlı tutulsa da oldukça yeterli olan başarılı dipnot kullanımının da hakkını vermek gerek. Bu dipnotlar, ABD kültürüne ve tarihine tam olarak hâkim olmayan okurlar için son derece önemli.
Paul Auster’ın zorlayıcı bir üslupla da yazabileceği bu dev yapıt, onun tercih ettiği biçimsel zorlukla/oyunla birlikte rahatça okunan ve yazarın ustalıklı tercihiyle okurda yarım kalmışlık hissi uyandırmadan tamamlanan bir roman olmuş.
Oxford Edebiyat Festivalindeki söyleşiyle ilgili detaylara şuradan:
http://www.okunasikitaplar.com/paul-auster-soylesisinden-notlar/
Seçkin Selvi’nin çeviri sürecini, Can Öz’ün de kitabın yayımlanma serüvenini anlattığı bir söyleşiye de şuradan:
https://www.youtube.com/watch?v=szi1pHA7Nfs ulaşabilirsiniz.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (10 Aralık 2018)