Bir çevirmenin hayli tuhaf serüveni | Anıl Ceren Altunkanat

Ocak 30, 2019

Bir çevirmenin hayli tuhaf serüveni | Anıl Ceren Altunkanat

Alper Canıgüz’ün romanı uzun zaman kitaplıktan baktı bana. Ben de ona. Başlamaya, Canıgüz’le tanışmaya bir türlü gitmedi elim. Olur ya öyle. Yeni biriyle tanışmak, yeni bir yere taşınmak, yeni bir işe başlamaktan; yeni ve farklı olan herhangi bir şeye girişme riski almaktan kaçınır insan. Bekler. Durur. Görmezden gelir. Uzaklaşır. Erteler. Unutur en sonunda.

Elden kaçıp giden bir olanak… Az kalsın…

Neyse ki elden kaçırmadım Kan ve Gül’ü. Her nasılsa bir gece “Gel bakalım,” dedim. “Gel de bir tanışalım.” Ve bu, sabahın dörtlerine dek süren birkaç uzun geceye mal oldu bana. Ama canı sağ olsun. Benim canım da sağ olsun.

“Her şey nasıl da başka türlü olabilirdi diye düşünüyordum. Bir anlığına orada değil de şurada olsan, o tarafa değil de başka tarafa baksan, kıçını sol elinle değil sağ elinle kaşısan, bir sözü söylesen, ötekini söylemesen… Kaderin acımasız ağları aslında ne kadar da zayıf bağlarla örülmekteydi.”

Kara mizah yüklü, fantastik bir polisiye olan Kan ve Gül bir kitap çevirmeninin, Aziz’in geçmişe yaptığı belirsizlikler ve şüphelerle dolu yolculuğu anlatıyor. (İtiraf edeyim, kitabı bunca sevmemin nedenlerinden biri – ama sadece biri –  candan bir çevirmen dayanışması olabilir.) Olası bir cinayetin gölgesinde geçmişini eşeleyen Aziz, orta yaşlı bir delikanlının gözüyle gençliğinin bir dönemini yeniden yaşıyor. Sonuç: Elbette hüsran. Elbette cinayet. Elbette ihanet. Varsın olsun. Çevirmenlerin canı sağ olsun.

“İçimi kaplayan duyguyu izah etmem zor. Kızgınlık, kırgınlık ya da düş kırıklığı değildi. Beklentiye dair beklentisini yitirmek gibi bir şey… Yıllarca yasını tuttuğunuz birinin aslında hiç yaşamamış olduğunu öğrenmek gibi bir şey…”

Zavallı Aziz geleceğini geçmişinden korumaya mı çalışsın, hayatının aşkı Nergis’le arasındaki sorunlara mı yoğunlaşsın, işlenmemiş bir cinayeti mi çözsün?

Cinayet demişken, romanın baskın karakterlerinden biri olan Abdül’den de söz etmeli. Zehirli dili, susturulamaz itirazları ve insanın içine mide bulandırıcı şüphe tohumları atan sözleriyle Abdül. Şeytanın avukatı. Belki şeytanın kendisi. Belki de şeytanın içini görebilecek kadar insan.

“Nasıl her şeye bu kadar kolay ikna oluyorsunuz? Anlamadığınız fikirlere tutunuyorsunuz, tanrılara yalvarıyorsunuz, birbirinize sonsuz aşk yeminler ediyorsunuz… Sonra tüm inançlarınız yerle bir olduğunda, hiçbir şey değişmemiş gibi yolunuza devam ediyorsunuz. Bir de utanmadan buna gelişme deyip aslında hiçbir şeyden ders almıyorsunuz. Sözlerinizin, inançlarınızın kendi gözünüzde bile hiçbir hükmü, değeri yok aslında. Şu ya da bu yol fark etmiyor sizin için; yeter ki sefil varlığınızı manalı kılacak bir yalan olsun hayatınızda. Ve her zaman söyleyecek ne kadar çok sözünüz var! Bilhassa en ahmak olanlarınızın. İnsan denen şey, doğanın yarattığı en sapkın hayvan türü; milyarlarca kendini ifade etme manyağı hayvan!”

***

Kan ve Gül sululuğa bir an bile gönül indirmeden, ince bir duyarlılık ve işlek bir zekâyla yazılmış, son derece sürükleyici bir kara mizah. Fantastik ve polisiye unsurlar da eklenince ortaya çıkan; doyurucu bir roman, birkaç uykusuz gece ve damakta usulca gezinen buruk, kendine özgü tat.

 Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (30 Ocak 2019)

Yorum yapın