En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Latife Tekin’in edebiyatımıza armağan ettiği son iki romanı okudum. Manves City ve Sürüklenme. Tekin sizin de bildiğiniz gibi, yoksulluğun, ötekiliğin dilini kurmuş bir yazar. Kadınların, çocukların, yoksulların, hayvanların, doğanın dilini edebiyata çeviriyor. Son iki romanında da, genel olarak güzellemesini yaptığımız doğanın politik olarak yok edilişi ve yeni yoksulluk biçimlerini anlatıyor. Yoksulları anlatmak deyince bizim edebiyatımızda hep bir yoksulluk güzellemesi beklentisi oluşur. Oysaki, özellikle Manves City’de sadece zenginler değil, yoksullar da durmadan birbirine kötülük yapıyor, kendi çıkarları için gözlerini kırpmadan en yakın arkadaşlarını bile satabiliyorlar. İdeallerin bittiği, bireyselleşme arzusunun parçalara ayrıldığı, toplum denilen hayalin kabusa döndüğü bir yerden, yani tam buradan anlatıyor hikayesini Latife Tekin. Sürüklenme ise doğaya dönüş hayalimize, küçük yer insanının saflığı beklentisine doğru atılmış alaycı, acımasız bir kahkaha. Tekin, acımasız bir yazar değildir ama kuşağımız edebiyatçılarının en cesurudur, diyebilirim. Kahkahasını duymazlıktan gelemeyiz. Bize edebiyatın bulaşmayacağı yer yoktur, diyor.
Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
Sürüklenme’den gelsin. Alıntı gibi değil de daha çok yeni bir hayat umudunun sloganı gibi: “hayat kurtarma gücü, yaratma neşesi, kaçma neşesi.”
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
Hepsi tabii ki. Edebi zevkine güvendiğim arkadaşlarım, artık yok denecek kadar az olan edebiyat dergileri, kitap ekleri, edebiyat internet sitleri, sosyal medya, hepsi okumalarımı etkiler. Ama sezgilerim daha çok piyasanın edebiyatı ele geçirme çabalarına, şişirme yazarlara, şişirme kitap tanıtım yazılarına, içi boşaltılmış ödüllere ve beğenisi yönlendirilmiş sosyal medya kullanıcılarına karşı işe yarıyor. Sapla samanı birbirinden ayırmaya çalışıyorum kısacası. Günümüz okurunun da en çok ihtiyacı olan şeyin bu olduğunu düşünüyorum: Sapla samanı birbirinden ayırmak.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
O kadar çok ki! Tolstoy’un Anna Karenina’sından Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ına, Suat Derviş’in Fosforlu Cevriyesi’ndan Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu’suna, Latife Tekin’in Ormanda Ölüm Yokmuş’undan Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’na, Aşk ve Gurur’a, Uğultulu Tepeler’e, Dalgalar’a, Büyülü Dağ’a, New York Üçlemesi’ne, Şairin Romanı’na… Saymakla bitirmem mümkün değil, keşke hepsini ben yazsaydım! Ya da en azından bir taneciğini! Yazarlık kıskanmaktır, benden önce herkes her şeyi en harika şekilde yazıp bitirdi diye diye kahrolmaktır. Sonra da tüm kıskançlıkları tek tek yenerek, oturup yazmaktır.
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
Benim yazıyla ilişkim çok erken başladı. İletişim fakülteliyim, okulun ilk yılında Radikal gazetesinde çalışmaya, çalışmaya başlamamın ilk yılında da yazmaya başladım. Haliyle henüz 18 yaşında yazdıklarım yayımlanıyordu, okunuyordu. Ama bunlar tabii herhangi bir edebi değeri olmayan kültür-sanat yazıları, incelemeleriydi. Edebiyata adım atmam ise en yakın iki arkadaşımın yazdıklarımı okumaları ve beni bunları ortaya çıkarmak için yüreklendirmeleriyle oldu. Edebi bir metinle okur karşınına çıkmaya cesaret etmemle ilk yazdıklarım arasında tam 14 sene var.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Hiçbir yazma ritüelim yok, son derece disiplinsiz, dağınık çalışıyorum. Gürültü ya da sessizlik fark etmez, kalabalıklar içinde ya da yalnız, mutfak masasında, koltuk kenarında, kafede, bahçede, her şekilde yazarım. Yeter ki yazacağım metnin dili, sesi gelsin beni bulsun. Yeter ki içimden yazmak gelsin, gerisi hikaye!
edebiyathaber.net (1 Şubat 2019)
“Oylum Yılmaz’a 6 soru | Can Öktemer” üzerine bir yorum