Söyleşi: Eylem Ata Güleç
Abdullah Aren Çelik, ikinci romanı Kandan Adam’da yaşadığı kenti, Diyarbakır’ı anlatıyor. Her şeyin ilk kurşunla değil üç kuşak önce atılan bir okla başladığını hatırlatıyor. Tekerrür çemberinin aynı yönde döndüğünü gösteriyor. Kandan Adam bir halkın yüzlerce yıldır tanıklık ettiği cinayetlerin yanı sıra döngünün dişlileri arasına sıkışan çakıl taşının, avcıyken av olmaktan kurtulamayan ve herkesin bildiği o sırrın peşine düşen Ahmet Boz’un hikâyesi.
Yazarla yeni romanı Kandan Adam hakkında konuştuk.
Kitabın adıyla başlamak isterim. Neden Kandan Adam, bu ismi nasıl seçtiniz?
Ahmet Boz’un hikâyesi boyunca kar yağar. Fakat nedense lapa lapa yağan kar bir türlü yer tutmaz. Kar, çamurla ve kanla bir türlü üzerini örtemediği günahların metaforu olarak kullanılır kitapta. Ahmet Boz’un kar ve kanla ilişkisi bağlamında bir cinayeti araştırırken iki anlamı düşündürecek bir isim olsun istedik. Yani hem kardan adam hem de kandan adam ismini çağrıştıracak bir anlam olsun istedik. Bu isim de böyle ortaya çıktı. Ölen insanların üzeri karla örtülebilirken, nedense kar bir türlü toprağın üzerini örtmez-örtemez. Kar toprağa düştüğü andan itibaren değişir, çamura ve dahası kana bulanır. Kana bulanmış bir insanın üzerini örter en sonunda. Günün sonunda kardan adam kandan adama dönüşür.
Roman tarihsel bir arka plana dayanıyor. Bıyıklı Mehmet Paşa’nın okunu havaya atmasıyla başlayan kudumsuzluk 1915 olayları ve bizim kuşağın tanıklık ettiği 90’larla devam ediyor. Bu üç kısım anlatıda iç içe geçiyor. Bu dolaşık çile için nasıl bir araştırma yaptınız? Kaynak olarak nelerden yararlandınız? Neler okudunuz?
Dönem romanı yazmanın en güç tarafı, gücü elinde tutan, tarihi kendi istediği gibi yazan odağa rağmen bir şeyler bulabilmenin zorluğudur. Zira yaşanan her hadise, kanun ve kural koyucu tarafından alabildiğince çarpıtılmıştır. Yani araştırma konusu yapılacak mesele bir takım yalan ve çarpıtmalardan arındırılması gerekiyordu önce. Araştırmanın birinci ve belki de en büyük zorluğu bu oldu benim için. Romandaki bir takım olayları, pek çok farklı kaynaktan doğrulamak zorunda kaldım o nedenle. Ama şunu özellikle belirtmek isterim, romandaki birkaç olay dışında tamamı kurgu ve hayal ürünü. Dolayısıyla malzeme hayal ürünü olunca araştırma da haliyle çok zamanımı almadı.
Kandan Adam, ülkemizin karanlık günlerini konu eden, toplumsal yüzleşme ihtiyacı ile yüzleşememe gerçeğinin ortasında duruyor. Yüzleşmek yerine Saraykapı’da yeni mezarlar kazılıp üzerine yeni topraklar atılarak yüz yıllık döngü tekrarlanıyor. Aydınlık umudunun epey uzağına düştüğümüz bugünlerde yazmak nasıl bir şey? Tedirgin etmiyor mu? Kandan Adam’ı yazarken kaleminizi sansürlemek zorunda hissettiniz mi?
Kötülüğün belki de en kötü tarafı sürekli kendini bir virüs gibi başka türlü tekrarlamasıdır. Tarihin tekerrürü de kötücül olan için bu olsa gerek. Kötü olan insan değil, insanı kötücül düşüncelere iten olgulardır. Sadece bu açıdan bile incelendiğinde, kötülüğün kökleri mitolojik ve dinsel açıdan bile binlerce yıllık olduğu görülecektir. Yani Kandan Adam’daki yüzlerce yıllık hikâye sadece insanlık tarihi açısından bir kum zerreciğidir. Kötülüğü üreten güçten kurtulmak belki mümkün değil ama kötülük üretenin kötülüğünden uzak durmak mümkün, bu da bana kalırsa yüzleşmeyle mümkün olabilir. Yazmak sorumluluk isteyen bir şey, dolayısıyla düşüncesini kaleme aktarmış birisi için bundan kurtuluş yoktur. Yazarın korkması bu sorumluluğunu ertelemez, ötelemez, unutturmaz. Tabii ki bu cümleyi kalemini edebiyat için, dahası haklı olanın yanında duran namuslu yazarlar için kullandım. Ama açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim; hassas bir takım meseleler hakkında yazdığım için, yazıyı önceden planlarken korkmadım değil. Ama nedense yazıp düşünce üretirken başka türlü bir ruh haline bürünüyor insan. Korku yerini başka bir duyguya bıraktı, sanırım bu da yukarıda belirttiğim sorumluluk duygusuydu. Yazar kendisine, kendi yazdıklarına sansür uygulayamaz, çünkü başka türlü söylemenin bir yolunu bulabildiği için edebiyatı tercih etmiştir. Edebiyat söylenemeyen şeyler için vardır, sözü söylemekten imtina eden, kendisini bile sansürleyen bir yazarın yazarlığından şüphe etmek gerekir. Yazarın metnini okur açısından güçlü kılan bir neden de budur. Tam da bu noktada edebiyatın insanlara temas eden böylesi bir gücü ve bu anlamda bitmeyen bir enerjisi vardır.
Bu arada zor zamanlar olduğu konusunda hemfikir olmakla beraber asla umutsuz değilim.
Roman karakteri Ahmet Boz ve yaşadıkları elbette kurgu yetinizi ortaya koyuyor. Merak ettiğim toplumsal olayların ne kadarının kurguya dâhil olduğu ve gerçeğe ne kadar sadık kalındığı. Buraya biraz değinebilir miyiz?
Romanın Ahmet Boz kısmı da dâhil yüzde doksanı için hayal ürünü olduğunu söyleyebilirim. Fakat romanın hayal ürünü olması, gerçekte onca şeyin yaşanmadığı anlamına gelmiyor tabii ki. Zira Kandan Adam bir şeyler söyleyebilmişse, gücünü yaşananlara yaklaşma çabasında alıyor.
Karakterlerinizin çoğunda ayırt edici bir fiziksel özellik bulunuyor. Örneğin Ahmet Boz’un elinin üstünde, Vecdet Dalan’ın yanağında ben var. Vecdet Dalan’ın dayısının yüzünde yara izi bulunuyor ve müze müdürünün bir ayağı aksıyor. Bunun özel bir nedeni var mı?
Şehri teslim alan kar metaforu gibi, bahsettiğiniz şeyleri de benzeri nedenlerle kullandım. Şehrin ruhuna bir türlü sirayet edemeyen kar yere düştükten sonra anlamını yitirir, saflığını kaybeder. Şehirde olup biten nahoş şeyler gibi kirlenir o da. İnsanları şehrin ruhundan münezzeh düşünmek olmazdı. Bütün karakterlerin davranışlarında, bedenlerinde tezahür eden halleri onların ruhlarıyla ilgili bir şeydi. Dikkat edilirse Gülhan dışındaki diğer kişilerin hemen hemen hepsinde bahsettiğiniz bir durum var. Bu şehir ve insan ruhunun ne kadar yakın olduğunu, birbirinden bağımsız olmadıklarını, dahası kötücül olanın şehri ve insanları birbirine ne kadar yaklaştırdığını anlatmak için yazdım.
Son olarak, kitabın sonlarına doğru yazar Abdullah Aren Çelik dayısı Vecdet Dalan’ın sinemasının alt katında yer alan salonda beliriyor. Yazar neden kendi metnine sızma ihtiyacı hissetti?
Yukarıda yazarın toplumsal olaylara ve bir takım olgulara tanıklığından bahsettim. Böyle bir şeyi post modern metinlerdeki şekliyle değil de yazarın tanıklığı bağlamında düşünerek koydum. Metnin sahiciliğini artıracağına inandığım için. Metnin dışından okurla konuşan bir yazarın anlattıklarıyla metninin içinden konuşan bir yazarın anlattıklarının etkisi aynı olmazdı herhalde. Sanırım amacıma ulaştım, çünkü Kandan Adam’ın okurları yaşanan onca şeyin ne kadarının gerçek ne kadarının kurgu olduğunu ayırt edilemediğini belirtiyorlar. Bunun nedeni, bana kalırsa yazarın metnin içerisinden okurla karşılaşmasıdır.
Değinmek istediğiniz başka bir şey var mı?
Yazı denen şey, okurla yazarı bir şekilde birlikte yola çıkaran bir gerçeklik. Kandan Adam bu yolculukta ikinci durak oldu benim için. Birlikte çıktığımız bu yolculuğun hiç eksilmemesiyle dileğiyle.
edebiyathaber.net (15 Şubat 2019)