Sabaha kadar gözünü kırpmadı. Döndü durdu yatağın içinde. Çok sıcaktı; yapış yapış, nemli bir sıcak, tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Azıcık esseydi geceyi gündüze çeviren bembeyaz nem bulutları dağılır, belki biraz ferahlardı. Ferahlar mıydı gerçekten? Kafasındaki soruları yanıtlayabilir miydi ferahlayınca? Yavrusunun derdine derman olamamak, eli kolu bağlı oturmak çok zordu. Bir yolu olmalıydı… Durumu öğrendiğinden beri bunu düşünüyordu. Çalışırken az da olsa avunuyordu. Ama ustabaşı uyarmıştı dün; dalıp dalıp gittiğini, böyle devam ederse başına bir kaza gelebileceğini söylemişti. İşi çok tehlikeliydi. Daha geçenlerde bir arkadaşı, bir anlık dalgınlıkla elini makineye kaptırmıştı da zor kurtarmışlardı. Böyle bir işte çalışamaz artık demişti doktor, parmakları çok hasar görmüştü. Sağ elinin üç parmağında ciddi ve kalıcı his kayıpları oluşmuştu. Karısı, iki çocuğu dahası annesi ve babasının karnı onun kazandığı parayla doyuyordu. Ne olacaktı şimdi? Bari sigorta karşılasaydı, sahi sigortası var mıydı? Varsa da patron tam yatırıyor muydu acaba? İşte uykularını kaçıracak bir soru daha…
“Saçının bir teline kurban olurum senin!” diye severdi annesi onu, o da yavrusunu. Yetimliğini hissettirmemişti hiç, o da yavrusuna öksüzlüğünü unutturmak için yıllardır didinip duruyordu. Başardığını da düşünüyordu, mutluydular, baba kız geçinip gidiyorlardı.
Okumayı çok severdi kızı, öğrendiği her şeyi babasıyla paylaşmayı da. Resime, yontuya, edebiyata, kısacası sanata çok düşkündü. Bu ara ayrıntılara çok dikkat eder olmuştu. Oldum olası dikkatli, titiz, meraklı bir çocuktu gerçi. Hassas da bir yapısı vardı. Kimsenin farkına bile varmadığı küçücük şeylere takılır; günlerce düşünür, araştırır, öğrenirdi. Resim ve yontu tutkusu da böyleydi kuşkusuz.
“Mikro minyatür” diye bir şeyden bahsetmişti o gün. Adını söyleyemediği için de epey eğlenmişti kızı babasıyla. Saç teline ay yıldızlı bayrağımızın resmini çizen bir ressamdan bahsetmişti. Hemşehrisiydi hatta İnegöllü, kendisi gibi orada doğmuş ama başka şehirde, İstanbul’da, yetişmişti. Kendisi de Antalya’ya gelmişti, babası ölünce annesiyle birlikte. Hasan’dı galiba adı; evet evet Hasan Kale. Bir de Ukrayna’daki Mikro Minyatür Müzesinden ve sanatçı Mykola Syadristy’den… O da saç teli arasına gül yerleştirmişti. Ne kadar heyecanlıydı bunları anlatırken. “Keşke Kiev’e gidip o müzeyi görebilsem” demişti laf arasında usulca.
Sabah olmuştu, uykusuz bir gece daha bitmişti. Birazdan kızı uyanırdı. O kalkmadan toparlamalıydı kendini, elini yüzünü yıkadı, giyindi. Bakkala gidip ekmekle gazeteyi aldı, eve dönüp kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Çayın demlenmesini beklerken bir yandan da gazeteyi karıştırıyordu. “Mikro Minyatür Müzesi Antalya’da” başlığını görünce oturduğu yerden öyle bir kalktı ki az daha kahvaltı masasını deviriyordu. Haberin ayrıntılarını okumaya başladı hemen: “Ukraynalı sanatçı Mykola Syadristy tarafından yapılan ve sadece mikroskopla görülebilen 14 heykelin yer aldığı ‘Mikro Minyatür Müzesi’ 1 yıl boyunca Antalya Akvaryum’da sergilenecek.” yazıyordu. Sergilenen 14 eserden biri de “saç teli arasındaki gül”dü.
Yine kızından duyduğu bir Şemsi Tebrizi sözü geldi aklına: “Hayat bu, bir bakarsın her şey bir anda son bulur. Hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.” Kızı hiçbir durumda umudunu yitirmemesi gerektiğini söylerdi hep. İşte bir umut ışığı belirmişti. Hiç değilse kızının yüzünü güldürme fırsatı geçmişti eline.
Ne yapıp edip götürmeliydi kızını bu sergiye.
Elinde iki bilet; yanında en sevdiği mavi bandanası, gülen yüzü ve ışıl ışıl gözleriyle kızı, Antalya Akvaryum’un kapısındaydılar işte. Sergi salonunda dolaşırlarken kızını izledi hep sevgiyle. Kızı “saç teli arasındaki gül” ün önüne gelip mikroskoba doğru eğildiğinde o da cebinden çıkardığı kibrit kutusuna bakıyordu. Sabah kızının yastığının üstünde bulup koyduğu son saç teli vardı bu kutuda. Söz verdi kendine, o bir tek saç teli binlerce saç teline dönüşecekti yine…
Emine Yavuz Çetin kimdir?
1975 yılında İnegöl’de doğdum. Türk Dili ve Edebiyatı alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimimi Uludağ Üniversitesi’nde tamamladım. Mersin’de Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Çocukluğumdan beri okumaya ve yazmaya tutku derecesinde düşkünüm. “Saç Teli Arasındaki Gül” yazma cesareti bulduğum ve yayımlanacak ilk öykümdür.
edebiyathaber.net (21 Şubat 2019)