Geçişgen dil | Feridun Andaç

Mart 19, 2019

Geçişgen dil | Feridun Andaç

1. “Zamansal dağılma”

Zamana sahip çıkmaya başladığınızda çözülen/dağılan, hatta unutulan her şeyi görebiliyorsunuz.

Bu da, sizi, kendi yolunuz yordamınızda bir düzenleme, zaman uyumu yaratmaya yöneltiyor.

Bunu da iyi/doğru, anlamlı/verili yaşamak olarak nitelendiriyorum.

Sonrasında da karşınızdaki “zamanın eskisi” ni sorgulamaya yöneliyorsunuz ister istemez.

Sanırım karşınızda/ yaşamınızdaki ZAMAN’a bakış sizin ne’liğinizi de belirliyor.

Byung-Chul Han’ın; “Hiçbir şey zamanı tutmuyor,” dediği de biraz bu sanki!

Yer yer geçicilik, dağılıp çözülme hissine kapılmamız da sanki bundan.

Neyi kalımlı kılıp kılamadığımızı da bize anlatan zaman değil mi eninde sonunda…

“İnsanın elinde kendinden, küçük bir Benlikten başka bir şey yok,” diyor yazar.

Kaybı önlemek için değil, tam tersi ona varmak için yaşıyoruz.

Öyleyse, su âna dönmeli.

Zaman dağılmalarının önünü alarak o Benlik’i donatıp verili kılabilecek zaman yolculuklarına çıkmalı.

Ufalanarak, tükenerek yaşamıyor muyuz?

O halde seçeneksiz kılmamalıyız yaşadığımız hayatı. Ayıklayarak, seçerek yapmalıyız bunu da.

“Kırılgan bedenin sağlığı dünyanın ve Tanrı’nın yerini alıyor.”

Kendini ölümlü görüp zamanın ucunu bırakmak niye?

2. “Düşünümsel yaşamın canlandırılması”

Yaşantımız da günü gününe mutlaklaştırdığımız şeyler nelerdir? Bunları alt alta yazma cesaretini gösterebilir miyiz?

*uyku

*çalışmak

*tembellik

*sevişmek

*yemek

*yürümek

*konuşmak…

*aylaklık

*koşmak

*zaman avanesi kesilmek

Daha başka şeyler… Sonra bunlar üzerine düşünürken karşımıza çıkanlar…

3. Aramızdaki söz: Chris Kraus’u okurken…

Bir anlatıyı anlamı, değerli, etkileyici kılan nedir? Kuşkusuz öncelikle ne anlattığı, sonra da bunu nasıl anlattığıdır. Yani biri diğerinin bütünleyici unsuru, olmazsa olmazı.

Chris Kraus’un, “I Love Dick” anlatısında yazdığı da bu bir bakıma.

Yazdığı, yaşamından taşıdıklarıyla biçimlediği “fantezi” üreten bir anlatı değil. Tam tersi okur/una birçok şey söyleyen, kadın’a da/ erkek’e de “yeni bakış/duyuş edinin” diyen bir anlatı kuruyor.

Hiçbir yöne/yola sapmadan metnin içinde kalarak yol aldığınızda eminim ki anlatıcının taşıdıklarını okuma yolculuğunuz süresince, sonrasında kendinize kılavuz kılabileceksiniz.

Asla “reçete” değil. Ama “yol tarifi” diyebiliriz.

Doğrusu çok azdır okurken hemen bitmesini istemediğim kitaplar.

Şimdi “I Love Dick” anlatısını okurken getirip yanıbaşına  “Malina’yı (Ingeborg Bachmann) koymam, aynı soy anlatıların birbirlerini nasıl çektiklerine yoracağım ne yazık ki.

“Malina” da benim için hiç bitmeyen, hatta tamamlanmamış bir anlatıdır. Bachmann’ın öyküsünü Paul Celan ve Max Frisch ile bir arada düşünürken hele… Evet bu da kaçınılmaz bir şey.

Tıpkı Chris Kraus, Slevére Lotringer, Dick (Hebdige) üçlüsünü buluşturan zaman gibi…

“hayatımıza burnunu sokuyorsun”

* gönüllü sürgün felsefesi

“Modernizm ve Holokost”

* Yanıt almadan yazmak/iç dökmek

* ”Hedefe mesafe koymak…” Daha böyle birçok not aldırırken Kraus, anlatısını nasıl kurduğuna dair de size yeni “not” kapıları aralar.

Kraus, düşte ve düşüncede yaşananı, kendi bellek zamanlarını rastlaşmanın getirdiği “içuyanış” la yaratısal/yaşamsal enerjiye dönüştürmek çabasındadır. Dahası anlatısını bu bakışın yordamı üzerine kurar.

Dile getirilen “üçlü” duruş/bakıştır. “Soyut aşk” dediği bilinmezlikler içeren değil, tam tersi “üçüncü mesafe” nin yarattığı bir durumdur.

Öyle ki; anlatıcının çıkış noktası “ben”lik durumu/duruşu/sanrısıdır. Bir de, “aşk oyunu”…

Bu “oyun” a katılanla katanın yan yana duruşu, bir süre sonra ortak bakışa dönüşür.

Sylvére, bu adımı yer yer sapkınlık olarak görse de; Chris hiç de o düşüncede değildir.

Bir yanıyla postmodern bir anlatı diyebiliriz. Yaşanan postmodern bir zamanda, bunun yansımalarını içermesi yabanıl gelmemeli.

Çözülme ve yabancılaşma… Anlatının odağındaki bir başka istek…

Gene de, Dick kendisini aradığında; Sylvére, ortak düşüncelerini, açar ona. Chris’in ondan hoşlandığını… mektuplar yazdıklarını, bunları ona iletmek istediklerini, bununla ilgili kısa bir film çekebileceklerini…

Dick, “bu konuyu düşüneceğim” der, konuşmayı bitirir.

Chris, cinsellik/aşk/sevişmek üzerine ona yazmayı düşünür. Yazar da ardı ardına.

“İki kişi sevişir sevişmez her şey bayağılaşır.”

“Malina /Ivan” aynı ânda, anlatıcı için tek kişiye dönüşür. Oradaki benlik bölünmesi bu anlatıda da var.

Chris Kraus, anlatısında bir karşı duruşla birlikte birey olarak kadının varoluş ve yaratıcılık serüvenine cesurca yaklaşır. Yerleşik yargıları yıkmakla birlikte ikili ilişkideki iletişimin nerede başlayıp nasıl sürdüğüne dair de yeni şeyler söyler. Hem aşka, hem sevgiye, hem de cinselliğe dair yeni söz. Buna kapı aralayan da yaratma ve yazma cesareti… Anlatıcının bu öyküyü kurma meselesi de asıl oradan başlar.

Sanırım bu “anti-roman” ı asıl oradan başlayarak konuşabiliriz.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (19 Mart 2019)

Yorum yapın