İlacı dikkatle dilinin üstüne yerleştirdi. Bir bardak suyu tek seferde kafasına dikti. Hayriye Hanım kaç kere uyarmıştı oysa. Yavaş yavaş içmek lazımmış suyu. Hele ilaçla birlikteyse,yudum yudum. Bardağı sertçe tezgâha koydu.Geçen sene bembeyaz yaptırdı mutfağı, iyi oldu, hem kiri gösteriyor, hep sakız gibi bembeyaz kalıyor. Geceden temizleyip yattığı için mis gibi etraf. Örgüsü nerede? Komşunun kızı yine doğuruyor Allah’tan. Bu defa portakal rengi yapacak. Aman mavi pembe mi kaldı zaten, eskidenmiş onlar. Şöminenin yanında duran pazar çantasının yanına gitti, eğildi, yün çilelerini tek eliyle yokladı. Aman hadi mavi yapayım, portakal rengi de nereden çıkmış demesinler. Delirdi iyice Feriha diye makara yapar şimdi Zerrin, kızımın bilmem kaçıncı veledine üşenmemiş yelek örmüş demez de. Makbule de geçmiyor. Bu çantayı şöminenin önünden alıp, koltuğun yanına koysa aslında, daha rahat edecek. Bir işe de yaramıyor, yakmadı hiç. Baca ona uygun yapılmamış mı ne. Zaten çoğunlukla yaz burası. Kışın da çarşıdan aldığı elektrikli petek yetiyor da artıyor.
Koltuğa oturdu. Gözlüğünü burnunun ucuna düşürüp, ilk ilmeği attı. Sağlıkla, hayırla gelsin bebecik. Epeydir içi cız etmiyor, ne güzel. Sitenin bütün çocukları senin demişti Emine Hanım. Aman nerede benim. Yıllarca baktım, bak yeğenlerim bile arayıp sormuyor. Canım o ablanın ayıbı, demişti Emine Hanım gözlerini sağa devire devire. Bayramda seyranda aratır bari insan. O kadar mı meşguller, Amerika’ya başkan olmadılar ya. Çay demleseydim ayaktayken diye düşündü. Neyse kahvaltıda içerim. Emrah da getirmedi hala ekmeği. Pencereden verandaya baktı. Güneş bahçedeki masanın sağ yanına vurduysa, gelmek üzeredir. Bu sarmaşıkları kesmek lazım. Yine alıp başını gitmiş. Örgüsüne döndü. Ne model yapsam? Şişin sesi ritme oturdu mu, örgünün istikbali de belli demektir. Yelek diye yola çıkar, etek olur, tulum olur, battaniye olur. Elleri bilir artık, şişleri bilir. Feriha hiç kafasını yormaz.
Emrah getirsin de ekmeği, kahvaltı yapıp pazara çıkarım, macirlere uğrar, kasaba gider, oradan da eve gelir örgüye devam ederim. Yok Halime’ye uğramam lazım, yaprak sarmasına yardım edecektim. Hah şişin sesi oturdu. Battaniye olacak bu. Aslında yukarıdakilerden verir, battaniye, yelek, tulum dolu dolap ama çok eskidi onlar, modası geçti. Kıyamadığından değil. Kucağına düşen gri saç telini aldı- bu ara ne çok dökülüyor saçı, yine de hala gür, dalgalı, tekse oğlan olacak,araştıran gözlerle kucağına baktı, vazgeçti, bu dilek tutma işini bırakmıştın hani- İçi gururla kabardı. Çok şükür, halasına çekti. Annesine benzese ablası gibi yarı kel dolaşacaktı şimdi. Kalktı, şöminenin önünden geçti, mutfakla salonu birleştirmişti iyi ki, ocağın altındaki dolabı açtı, çöp kovasının kapağını dikkatle kaldırdı, saç telini emanet eder gibi, çoktan gözden çıkarmış ama yine de rahat etmelerini diler gibi bıraktı çöplerin üstüne.Sekiz adım. İyi ki birleştirmişim mutfakla salonu. Zerrin de kendi gibi sanıyor herkesi. Neymiş yemek kokusu salona kadar gidermiş, hep düzenli olmak gerekirmiş, mutfak kapısını kapatamazmışsın,bulaşıklar görünürmüş. Ben senin gibi pasaklı mıyım da denmiyor ki. Dudaklarını inceltip bende bulaşık birikmez,demişti sadece. Sitenin kadınlarına salça yapmayı kim öğretti? Yoğurt mayalamaktan bile acizdi hepsi. Doğru düzgün okumamış da hiçbiri, ne yaptılar bunca zaman, iş yok okumak yok. İşte hepsinden becerikli, güzeldi de. Allah çirkin şansı versin. Kafasından geçenler sinekmiş gibi kovaladı. Kapıyı açsa Emrah’ı duyar ama nem de dolar içeri. Gitti pencereyi araladı. Nasıl dayanıyormuş klimasız? Bu Nihan da sanırsın anasının karnından klimayla, yelpazeyle, elli faktörlü kremlerle doğdu. Dayanırım ben, çocukluğum buralarda geçti benim. Sizin gibi orta yaşımda görmedim denizi. Denmiyor. Ben alışkınım, ablam getirirdi bizi hep yazları tatile deyip dudağını eğritmişti sadece. Ekmek yemese iyi aslında. Glüteni kesmek lazımmış. Hayriye Hanım’ın da bilmediği yok ama haklı. Haklı da ekmeksiz olmuyor. Nerede kaldı bu oğlan? Kapıcı denmiyormuş artık.Site görevlisi. Kapıyı biraz araladı. Düz ayak ev ne rahatmış, yıllarca apartman tepelerinde kuş gibi yaşadı. Emekli ikramiyesi, biraz da ablası verdi de önce yazlık niyetine aldı burayı. İyi ki!
İstanbul’a hiç dönmese olur artık. Komşusu komşu değil, havası hava. Ne işi var orada zaten? Sarmaşıklar kapıya kadar dadanmış, kesmek lazım. Kapıyı aralamasıyla, gölgeyi fark etmesi bir oldu. Beyni kim olduğunu anlamadan daha, yüreği bir an durdu, durdu vallahi, onun da bir sabrı var ama yine de kolay ölmüyor işte insan, kolay teklemiyor kalbi, öyle olsa şimdiye çıkamazdı zaten.Yok canım, daha neler? Burayı nereden bilecek. Ablamdan mı aldı adresi?
Vermez ki! şimdi bile vermez- inadından vermez -ben haklıydım, adam olmazdı o, bildim de ayırdım -yoksa senin mutluluğunu istemez miydim – çok istese hem beni mi dinlerdi – çok istese seni, kimseler ayıramazdı sizi – kimsenin sözünü dinlemezdi -gitmezdi uzaklara- seni terk etmezdi, demek için vermez.
Bir kediden daha çevik, daha çabuk, daha tekinsiz neredeyse, sıçradı kapının koluna. Kimse yok. Ama yemin edebilir, Kur’an üstüne el bile basabilir, o kadar uzun boylu kimse yok buralarda, o gölgeyi nerede olsa tanır, o gölge uğruna savdığı hayatını hiç kullanmadığı şöminenin içine atıp şimdi bir fasıl daha ateşlerde yakabilir. Bir kez daha sıçradı. Verandaya çıktı. Ses yok. Hamit Amca bile sahile inmemiş, Gülru terası yıkamamış, deniz uyanmamış kıyıya vurmuyor, duruyor öyle. Kıpırtı yok. Ne sarmaşıkta ne denizde ne kayısı ağacında. Bu ağacın fidesini elleriyle diktiği gün demişti, gelecek biliyorum, bu sene olmazsa seneye yaza gelecek, bulacak beni. Niyet tutup içinden, fideyi toprağa vermişti.
Ablamın sözünü hemencecik dinleyecek değil ya, önce kızar ama sonra gelir, diye düşünmüştü. Hadi ben neyse. Çocukluktan alışmışım onun dediklerini kanun saymaya. Ailemizin ilk üniversite okuyanı, ilk defa uzaklara gidip bir başına çalışanı. Koskoca hakim oldu, kolay mı? Dört cahilin akıllısı. Oğlanlar bile okuyamadı onun gibi, onun kadar yukarılara çıkamadı kimse. Bütün aileyi kurtardı, demişti babası. Bir adım daha attı. Kendi gibi hâkim koca buldu, iki de pırlanta gibi oğlan. Feriha sen gel bizim burada bitir liseyi. Hem ben oğlanlarla başa çıkamıyorum, bana yardım edersin. Ne demek, demişti babası. Ablalarısın. Ben sadece seni okuttum, sen hepsini. Ailemin gururu. Varımı yoğumu verdim bir seni okutmaya yetti gücüm. Hakkını verdin ama. Bütün hayallerimin karşılığı en büyük kızım. Tabii gelir Feriha. Hem liseye gitsin hem sana yardım etsin. Aile dediğin birbirini kollar.
Sarmaşık sonraki sene miydi? Belki daha sonra. Bu kadar çabuk boy atacağını nereden bileyim arsızın. Sarmaşık tutarsa, ağustosta gelecek. Hangi ağustos dememişti. Ondan mı? Verandanın ortasında durdu. Bahçeyle yolu ayıran kapıya baktı. Açılmamış. Ferforje yaptır, demişti ablası. Dayanıklı oluyormuş. Açılınca gıcırdıyor. Yalvarır gibi çığlık atan sesi ta içeri geliyor. Bir yağ sürmelik işi var gerçi ama yaptırmadı. Geleni gideni duyuyor, iyi oluyor.
Ruhat vermiştir adresimi. Benim eve gelmiştir, kapıyı çalmıştır. Ruhat da çöpü falan çıkarmıştır, ne bileyim eve giriyordur, evden çıkıyordur, belki de o Ruhat’ın kapısını çalmıştır. O yazlığa gitti çoktan demiştir Ruhat. Artık orada yaşıyor zaten. Uğramıyor buraya. Sevmiyormuş İstanbul’u. Ayvalık’ta dostları varmış, gezilere katılıyormuş, herkesin yardımına koşuyormuş. Başını kaşıyamıyormuş. Sitenin çocukları bayılıyormuş ona.
Garaj kapısından mı girdi acaba? Hoş garaj niyetine kullanmadı hiç orayı, zaten toprak haliyle verdi üçkağıtçı müteahhit, üstünü brandayla kapatmış. Daha yazlığı yaptırırken oraya domates, maydanoz biraz da nane ekerim demişti. Aman arabaya ne lüzum var zaten. Dolmuş, otobüs gidiyor her yere. Çocuk olursa alırız.
Engin üç yaşında, Sezgin üç aylıktı ilk gittiğinde. Ablası köyden bir kız getirtmiş baksın diye ama emanet etmek kolay mı göz ağrılarını? Feriha bir pilav yapıver, hiç elinden iş gelmiyor bu köylü kızın. Feriha, aman dikkat et çocuklara, kız alık biraz. Yok sen dersine çalış ama göz kulak ol bir yandan. Öksürdü mü oğlan bugün Feriha, şurubunu verdin mi, kız bilemez ölçek mölçek. Feriha benim şu davaya çalışmam lazım, Engin’i parka götürüver.Yemeğin altını kıstın mı Feriha, yaprakları sardın mı, Engin’e yumurta yedirdin mi, Sezgin’in altını açtın mı, Feriha yorganı nereye kaldırdın, salatayı yaptın mı, enişten biber sevmez salataya biber koyma, Feriha sen yıkayıver tabakları, kız kırıyor hep, kalaycı geçerse bugün seslen de tencereleri kalaylat, eniştenin düğmesi düşmüş Feriha dikiver, kız ellemesin daha da bozar şimdi, kış geldi, annem öğretmişti sana Feriha, ben okumaktan öğrenemedim, bir kazak örüver oğlana, ay ne güzel ördün Feriha, Sezgin anlıyor artık kıskanmasın, ona da örüver. Yoğurdu mayaladın mı Feriha, yemeği koydun mu fırına?
Bahçeye ilerledi. Erik, şeftali bir de zeytin ağacı sığıyor sadece, ortasında da biraz çimenlik. Ne küçüktü ilk gördüğünde. Evlenince çocukların oynar demişti ablası. İki ağacın arasına salıncak kurarsın Feriha. Maç bile yaparlar. Şimdi ne kadar geniş görünüyor gözüne.
Adresini biliyor musunuz, ben aile dostuyum demiştir. Kibardır, akıllıdır, kurnazdır. Kimseye sır vermez, açık etmez. Kurnaz olsa ablamı bastırırdı. Gururdan, hep gururdan. Ruhat vermiştir adresi. O da atlayıp geldi demek ki. Dayanamadı. Ya da evlendi mutlu olamadı. Evlenmemiştir. Evlenmez mi, kaç yıl geçti. On sekiz mi? Çocukları olduysa,lisededir belki de. Ne çabuk geçiyor zaman. Hep aklında diye mi daha dün gibi geliyor? Görmüş de haber yollamış, annesiyle istemeye gelecekmiş. Onların kırtasiyenin önünden geçerken hep Feriha’ya bakarmış. Yok dedi ablası, daha neler. Hakim kardeşisin sen. Okumayacak mısın, evlenecek misin hemen?Hem de kırtasiyeciyle.
Seneye bitiriyorum liseyi. O da okuyor, sadece kırtasiyede oturmuyor. İstanbul’a gideriz. Hem üniversite okur hem evimizi kurarız. Burada da öyle değil mi hem okuyorum hem bütün evin işi bende. Becerikliyim ben, sen öyle demiyor musun. Bütün işini görürken evinin, beni övmeyi biliyorsun. Anlatmıyor musun kocana, komşularına? Çok becerikli Feriha. Aferin kardeşime hem okulunda tam puan alıyor hem evde de boş durmuyor eli. Hoş evde çok da iş yapmıyor. Kız var zaten ama beğenmiyor Feriha. Titiz ya, salatayı iyi yıkamıyormuş kız, yemeği yenmezmiş. Vallahi Feriha olmasa ne yapardım bilmem. Komşuların takdir dolu bakışları. Hiç sesi çıkmıyor Feriha’nın. Elimden her iş geliyorsa, kendi evimde de beceririm. Bak kızı bile yolladın. Alıkmış, aptalmış, beceriksizmiş. Çocuklar büyüdü. Senin çocukların. Bari nişan yapalım, söz verelim birbirimize. Demiş miydi bunları?Yok, içinden geçirmiştir sadece.
Bahçede de kimse yok. Omuzları düştü. Kamburu çıktı iyice. Bahçenin ortasında durup denize doğru baktı. Bu kadar çabuk uzaklaşamaz. Olduğu yere yığıldı, sanki tıka basa bir çuvalmış da az önce, bir anda boşalmış gibi yığıldı küçük bahçesinin ortasına. Keşke ayıklayacak yabani ot bıraksaydı biraz. Feriha delirdi mi yine, oturmuş bahçenin orta yerine der Zerrin görse. Derse desin. Gözlerini kapadı.Yumruğunu toprağa bastırdı, güç almaya çalıştı. Biraz böyle dursam, dinecek çarpıntım. İlacı öyle hemen içmeyecektim. Ondan oldu. Sonra sesi duydu. Geçende de aynı ses gelmişti kulaklarına, Zerrin’in torunu, baykuş bu demişti. İyi değildir,diye sızlanmıştı Zerrin gözlerini yuvarlaya yuvarlaya.Uğursuzdur ayol. Cahil Zerrin, şom ağızlı. Geceydi ama o zaman. Baykuş sabah ötmez. Öter mi acaba? Geldi mi İlhan? Nerede okuduysa artık -feysbuk’tur neresi olacak- birini çok düşünüyorsan, unutamadıysan o da seni düşünüyordur demiyor muydu? Araştırma yapılmış. Doğrudur. Birini bunca zaman sonra hala düşünürsen enerji gitmez mi, Allah seni görmez mi, melekler koşmaz mı yardımına. Toprağa dayadığı yumruğunun yardımıyla kalkmaya çalıştı. Yok, daha olmayacak. Aman bu erken saatte kimse görmez zaten. Otur işte. Birine âşık olup da bir ömür beklenir mi canım, olmadıysa olmadı, güzel de kızmışsın, gördüm gençlik fotoğraflarını demişti Hayriye Hanım. İstemezler mi, çok oldu da isteyenim, ben varmak istemedim. Ablası olsa yanında, gözlerini bilye gibi yana kaydıra kaydıra bakar, hiç sesini çıkarmaz ama dudaklarını büzmesinden anlar herkes. Yok kimse de istemedi aslında. Sadece İlhan. Mahallede görmüş beğenmiş, saçlarına bayılmış en çok, mektupta yazdıydı. Gürül gürül, kestane ama herkesin kahverengisine benzemeyen saçlarını görmüş önce. Bir de bakkalın oğlu istedi ama o sayılmaz.
Yumruğunu toprağın içinde oynattı, denedi kendini. Yok kalkamayacak. Bir an durdu, duydu. Ötüyor yine kör olası.
Burçe Bahadır kimdir?
1973 yılında Ankara’da doğdu. Radyo ve televizyon programları yaptı. Yapmaya da devam ediyor.