Sait Faik dendiğinde akla ilk olarak Türk modern öyküsünün kurucusu olduğu bilgisi gelir. Lise yıllarında yazmaya başladığı öyküleri dönemin önemli dergilerinde ve gazetelerinde yayımlanır. Yazdıklarıyla ilgili pek çok eleştiri yapılır. Ama Sait Faik’in modern öykünün kurucusu olduğunu gerçeğini hemen herkes kabul eder. Sait Faik, modern Türk öykücülüğünün öncülerinden olup, dilde ve biçimde getirdiği değişimlerle kendi has özgün biçemini kurmuştur. Geleneksel anlamda hikâye diyebileceğimiz formu dönüştürerek doğayı ve insanları yalın, samimi ve şiirsel bir dille anlattığı kabul edilmektedir. “Sait Faik’in istediği dünya kafanın, kolun çalışabildiği, çalıştığında doyduğu, eğlenebildiği, sefillerin bulunmadığı, kadınların, kızların satılmadığı, haksızlıkların olmadığı, insanların hepsinin mutlu olduğu, doğru şeyler, iyi şeyler söylemek için kıvranan adamın korkmadan, yanlış yorumlanmadan bu şeyleri söyleyebildiği bir dünyadır.” (Fethi Naci, Bir Hikâyeci: Sait Faik Bir Romancı: Yaşar Kemal, Gerçek Yay.)
Sait Faik, modern öykü de denilen Çehov tarzı durum öykücülüğünün edebiyatımızda ilk temsilcisi sayılır. Onun öykülerinin merkezinde belirgin bir olay yoktur. Durumlar ve duygular vardır. Bu durum ve duyguların öykü kişileri üzerinde bıraktığı etkileri kendine özgü bir tarzda anlatır. Dili kullanış biçimi onu öteki öykücülerden ayıran en önemli özelliklerdendir. Doğayı, insanları, insanların yaşamlarını, duygu, hayal ve sevgilerini, özlemlerini, hırslarını, acılarını ve acımasızlıklarını samimi bir biçimde dile getirir. Türkçeyi kullanış biçimi onu usta bir öykücü yapar. Eserlerindeki şiirsellik onun şairlik yönünü de gösterir. Yazı hayatına şiirle başlayan Sait Faik, Batı ile beraber yürüyen Türk şiirini savunur. Hece ölçüsü ile yazdığı şiirleri de vardır ama serbest ölçüyü daha çok benimsemiştir. Yenilikçi bakış açısı şiirinde de görülür. Orhan Veli’nin şiirde yapmış olduğu yeniliği aynı yıllarda Sait Faik’in öyküde yaptığı kabul edilir. Sait Faik, öykücülüğünün yanında hem bir şair, hem bir yazar, hem de çevirmendir. Gazetecilik yaptığı dönemde röportajları da yayınlanmıştır.
Sait Faik denince akla ilk gelen şey sevgi temelinde kurulan mutlu bir dünyadır. Yazar için bütün insanların birbirini sevmesi ve birbirlerinin haklarına saygı duyması gerekir. Doğru şeylerin olabilmesi için insanların düşüncelerini korkusuzca söyleyebildiği bir dünya yaratılmalıdır. Fakirliğin, haksızlıkların olmadığı bir dünyada insanlar, özellikle de kadınlar daha mutlu olacaktır. İnsanların çıkarları için öteki insanları kullanmaları, onların üzerinden geçinmeleri doğru bir davranış değildir. Sait Faik, bu haksızlıkları öykülerinde derinlikli biçimde anlatır. Gözlemlediği ve yaşadığı haksızlıklar onu mutsuz eder. İnsanların emek vererek ürettiği bir dünya ona göre çok güzeldir. İnsanlar akıllarını ve bedenlerini çalıştırmadan mutlu olamazlar. Herkes kendi yeteneklerine göre meslekler seçmelidir, zanaâtkarlık yapmalı, üretmelidir. Tembellik mutsuzluk getirir.
“Hikâyelerinde çok zengin bir insan kadrosu bulunmaktadır. Edebiyatımızda küçük insan tipini hikâye alanına gerçek anlamda taşıyan yazar olarak bilinir.”(Sait Faik ve İnsan, Dr. Yakup Çelik, Akçağ Yay.) Sait Faik’in öykülerinde anlattığı insanlar her zaman her yerde karşımıza çıkabilecek sıradan kişilerdir. Bu kişiler genellikle günlük işlerde çalışan işçiler, balıkçılar, farklı meslek gruplarında çalışan erkek ve kadınlar, adada yaşayanlar, devlet memurları, çocuklardır. Ayrıca hayvanları da anlattığı öyküleri de vardır. Hikâyelerde yer alan küçük insan tiplerinin bazıları gözlemle anlatılır. Davranışları gösterilir, betimlenir. Davranışlarından hareketle ruhsal görünümleri ortaya konmaya çalışılır. Betimlemeler yapılır. Şehri Unutan Adam hikâyesinde küfeci çocuk şöyle anlatılır: “Kirli, soluk yanaklarına, çıplak ayaklarına merhametle değil, sevgi ile baktım.” Üçüncü Mevki hikâyesinde anlatıcı gözlemler yapar, bu gözlemleri yorumlar: “Yanına bir gazete bile almamış adam, sıkılıyor, üzülüyor, uyumak istiyor, uyuyamıyor.” Anlatıcı, Havada Bulut hikâyesinde genç adamın durumunu; kahvedeki oturuşunu, tavır ve davranışlarını, ruh halini şöyle betimler: “Genç adam ayak ayak üstüne atıyor, sonra ayağını değiştiriyor, bir türlü oturduğu yerde rahat edemiyordu. Belinden yukarısı imtihan olan bir talebeyi andırıyor, korkak korkak bakıyor, ayakları ise imtihan heyeti masa altından ayak ayak üstüne attığını, göreceklermiş korkusu içinde gibi, bir inip bir kalkıyordu.”
Bir Kıyının Dört Hikâyesi’nde anlatıcı, hikâye kahramanının hareketlerini, ruhsal durumunu ayrıntılı biçimde betimler, gözlemlerini aktarır: “Belki çok kıskançtı. O kadar şaşırmıştı ki, adeta her sene uzak köylerinden bu adaya soğan getirdiğini unutmuştu. Hafızası o kadar daralmış, bir sene evvelini hatırlamıyor gibi idi… Kayığın önüne yüzükoyun yatardı. Artık hayret bile ifade etmeyen yüzü ile bakar dururdu.” Hallaç hikâyesinde birinci tekil kişi anlatıcı yaşama sevinciyle doludur. Hem doğayı hem de insanları sevmektedir. “ Hayatımdan memnundum. Her şey ışıl ışıl… Bugün kimse ölmesindi. Bugün dövüş edilmesin, bugün kimse ağlamasındı.” Sait Faik, öykülerinde gerçekçi betimlemeler yapar. Dikkatli bir gözlemcidir. İnsanları yakın çevresinden seçer, gördüğü bildiği insanları anlatır. Onları yaşadıkları çevrede gerçekçi bir şekilde verir. Diyalogdan çok betimleyerek anlatmayı tercih eder. Gözlemleriyle gösterir, tasvirleriyle anlatır.
Sait Faik’in ilk dönem hikâyelerinde kişiler toplumla daha iç içedir. Toplumsal ilişkiler daha ön plandadır. Olumlu, iyimser bir bakış açısı vardır. Küçük insanlar, sevgiyle donanmış bir yaşama sevinciyle verilir. Bu öyküler insanı yaşama bağlar. İnsanlara güvenen bu anlayış, ikinci döneminde yoktur. İnsanlara ve çevreye karşı olumsuz, içe dönük bir yaklaşım göstermeye başlar. Bunalım yaşayan insan, artık umutsuzlaşmıştır. Sait Faik, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkarak toplum içerisinde devinen bireyler üzerine düşünür, onları anlamaya çalışır. Toplumsal sorunlar ve çözümlerine öykülerinde pek rastlanılmaz. Bunun yerine toplum içinde sürekli sorunlarla boğuşan insanları anlatmaya çalışır. Onları üzen ya da sevindiren durumları toplumsal sorunlar üzerinden değil, yaşamları aracığıyla verir. Balıkçıların, işsizlerin, yoksulların, çocukların yaşamlarını anlatırken dönemin toplumsal yaşamıyla ilgili farklı görünümlere ulaşılabilir. Fabrikada çalışan insanları anlatırken o dönemdeki haksızlıkları da görebiliriz. Hırsızlık yapan bir çocuğu anlatırken de yine toplumsal bir sorunu işler. Lüzumsuz Adam’da İstanbul’da yaşayıp kendi sokağından çıkmaya korkan insanın durumunu anlatması da toplum-insan ilişkisine bakışını yansıtır.
Sait Faik’in eserlerinde her tür insanla karşılaşmak mümkündür. Bu insanlar belli meslek gruplarındandır. Öykülerde meslekleriyle ilişkili mekânlarda ele alınırlar. İşçiler çalıştıkları iş yerlerinde, fabrikalarda görünürler. Çok fazla olmasa da işçilerin yaşadıkları evler ve mahalleler ile ilgili gözlemlerini de eserlerine aktarmıştır. Mavnalar isimli öyküde işçilerin birlikte kaldıkları odayı; simsiyah ve karanlık, rutubetli olarak tanımladığı avluya bakan pencereden gün ışığının zor girdiği bir yer olarak anlatmıştır. Mürüvvet isimli öyküde kolu kesilen işçinin dört kişiyle aynı odada kaldığından bahsedilmektedir. Tek başlarına bir oda tutacak durumları olmadığı ortadadır. Mekânlarla ilgili en ayrıntılı betimlemeler yazarın yaptığı bir geziyi aktardığı Dolapdere adlı hikâyededir. Dolapdere ve Yenişehir semtleri İstanbul’da işçilerin yoğun olarak yaşadıkları semtlerdir. Yazar buraları “Elmadağı; kulübeler, tahtadan, taştan, sacdan ve mukavvadan kulübeler görürsünüz. Çıplak, çırılçıplak, aynasız, hasırsız, iskemlesiz kahveler görürsünüz. Mahalle bir bayram yeri gibidir. İleride bir fabrika gürül gürül işlemektedir. Mahalle gençlerinin çoğu bu emprime fabrikasına gider. Fabrikanın etrafını bu sefil evler, kaldırımsız, küsbe kokulu sokaklar çevirmiştir. Yaz geceleri meltem öteki semtleri bir rüya serinliğine boğarken burada yaprak oynamaz,” biçiminde anlatır. Bütün bu örnekler işçilerin çok kötü şartlarda ve mekânlarda yaşadığını gösterir. Yaşamlarının her anı zorluklarla doludur.
Sait Faik’in geride bıraktığı öyküler insan malzemesi açısından çok zengindir. Hemen her öykü derinlikli biçimde yorumlanmak için nitelikli okuyucunu ve onun üreteceği eleştirel denemeleri beklemektedir.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (9 Nisan 2019)