Etgar Keret’in yeni öykü kitabı Uç Artık, geçtiğimiz günlerde Siren Yayınları etiketiyle Avi Pardo’nun eşsiz çevirisiyle yayımlandı. Siren Yayınları daha önce Keret’in Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü, Nimrod Çıldırışları, Buzdolabının Üstündeki Kız, Gazze Blues, Kapı Birden Vuruldu, Yedi Güzel Yıl ve Domuzu Kırmak kitaplarını yayınladığını da hatırlatalım.
Çağdaş edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Keret, insanlık hallerini ironik bir şekilde anlattığı kısa öyküleriyle tanınıyor. İsrailli yazar, kısa öykülerinde bahtsızları, muz kabuğuna basıp yere düşenleri, talihsizleri, bir türlü işi rast gitmeyenleri özetle, dünyanın gürültüsünden, kaosundan bir türlü dertlerini dinleyemediğimiz öz hakiki kaybedenleri resmediyor. Bununla beraber yazar, savaşın yıkıcılığını, ölümü ve içerisine düşmüş olduğumuz çivisi çıkmış dünyada insanlık hallerini de anlatıyor bizlere. Keret, Ortadoğu’da yaşamanın nasıl bir şey olduğunu iyi bilen bir yazar. Asker olmayı, sürekli savaş ve tansiyonun bir an olsun düşmeyen bir coğrafyada hayatta kalmanın yollarını edebiyatla arayan bir yazar. Savaşın manasızlığını, ırkçılığı, Holocaust deneyimiyle büyümenin nasıl bir şey olduğunu hatırlatıyor bizlere. Keret, tasvirini yaptığı bu dünyada trajediyle, mizahı harmanlıyor. Ölümle, hayatın neşesini bir arada sunuyor. Bizleri kötümser bir dünyada umutsuz bırakmıyor yani…
Keret’in kendi has absürt bir dünyası var. Yazar daha önceki kitaplarında asker olmanın yarattığı bunalımları, kendisi büyüdükçe ailesi giderek küçülen ve bu durumu önlemek için sigaraya başlayan bir çocuğun büyüme korkusunu, Holocasut’un yaratmış olduğu travmaları, buzdolabının üzerinde kendisine dünyanın en güvenlikli alanını inşa eden bir kızın hikayesini dinlemiştik. Keret, son kitabı Uç Artık’ta da bizi o bilindik gerçeküstü dünyasına davet ediyor.
Hayal kırıklığına uğrayanlar
Uç Artık’da Keret’in bilindik absürt dünyasının misafiriyiz yine. Kitaba ismini veren Uç Artık’da intihar girişiminin tam ortasında kalan baba-oğlun hikayesine tanık oluyoruz. PT, yüksek katlı bir binada intihar etmek isteyen adamı görüyor ve babasına onun bir süper kahraman olduğunu ve uçmaya hazırlandığını söylüyor. Babası içinse oğluna hayatın bu yüzünü anlatmak elbette zor oluyor. Geriye kanatsız uçmaya kalkanlar ile hayatına devam edenler kalıyor. Tıpkı Douglas Adams’ın dediği gibi: ” Denir uçmak bir sanatmış ya da daha çok marifet. Aslında bütün marifet kendini yere doğru fırlatıp yeri ıskalamakta yatıyor.”
Bir Top Atışıyla Son Fırlatılışımdan Bir Öncesi ise, hayatı boyu talihsizlikler yaşamış bir adamın şansını sirkte top atışıyla gök yüzüne fırlatılmasına demesine şahit oluyoruz. Todd isimli öyküde ise, yalnızlığına bir çare bulmak için yazar arkadaşından yardım isteyen Todd’la tanışıyoruz. Yalnız ve çaresiz bir karakter olan Todd’un son umudu yazar arkadaşı. Şayet arkadaşı onun için bir öykü yazarsa, Todd yalnızlığının sona ereceğine inanıyor. Lakin işler edebi olarak pek de istediği şekilde gitmiyor.
“Ölüyorum” diye bağırıyor Todd. “Ölüyorum. Yalnızım ve yalnızlık ölümden farksız benim için. Anlamıyor musun? Zekice sözlerini harikulade güzellikteki karınla paylaştığım, kreşe giden geveze bir oğlum yok benim. Şimdi de bu öykü? Sabaha kadar uyumadım. Yatakta gözümü kırpmadan, “İsrailli arkadaşım yakında bir can simidi fırlatacak ve artık yalnız olmayacağım’ diye düşündüm. Ben bu içler açısı düşünceyle kendimi avuturken sen tutup harikulade bir öykü yazdın”.
Pencereler ökyüsü ise hafızasını yitirmiş bir adam hakkında. Bu öyküde hastalarını penceresiz odalarda tedavi eden bir kliniğin, hastaları mutlu etmek için sanal pencereler ve hayatlar yaratılmasının komik hallerini anlatıyor. Hafızasını yitirmiş hastamız bir süre sonra pencereden odasına giriş yapan Natasha ile tanışması olayları karmaşık hale getiriyor. Karakterimizin bu hali akıllara Oliver Sack’ın şu sözünü hatırlatıyor: “Hangi adam daha trajik durumdadır ya da hangisi daha lanetlidir? Başına geleni bilen mi bilemeyen mi?”
Bunun haricinde babası tavşana dönenler, cennetten dünyaya doğru sarkan bir merdivende ontolojik krize giren melekler, Holokost müzesinde kendi geçmişleriyle ve hayat üzerine muhasebeye girenler, başkalarının doğum günlerini satın alan zengin ama yapayalnız iş adamları, gün batımında keyifle sigarasını tüttüren ve yalnızlığını geçmişini, adını bile bilmediği kadınlarla paylaşanlar. Etgar Keret’in kendine has dünyasında yerlerini alıyor.
Uç Artık, mutluluğu bir puanla kaçıranların, her daim aşka geç kalanların, çağımızın öz hakiki yalnızlarının, ölümüne talihsizlerin başucu kitabı. Keret, kitap boyunca Beckett’in meşhur sözü “Dünyadasın bunun tedavisi yok” sözünü hatırlatırcasına çivisi çıkmış bu dünyada hayatta kalma rehberi sunuyor bir anlamda. Daha da önemlisi, ölümün olduğu bir yerde, hayatı çok da kafayı takmamak uyarısında bulunuyor bir anlamda.
Keret, son kitabında kelimelerini hayalle gerçek arası o ince köprüde yürütmeyi, hüzünle mizahı ustalıkla harmanlıyor. Yazar kitap boyunca kalbi kırıklara, ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide yürüyenlere, dünyanın kahrını çekenlere, büyümek istemeyenlere, “neverland” de kendisine arazi bakıp orada hep çocuk kalmak isteyenlere, terk edilenlere, kör kütük aşık olanlara yalnız değilsiniz diyor bir anlamda ve “her şey olur, her şey geçer, hayat kalır” diyor kısaca. Bir anlamda da bu dünyada hayal kırıklığına uğrayanlara şu tarihi çağrıyı yapıyor:”Dünyanın tüm bahtsızları birleşin! Kara bahtınızdan başka kaybedecek neyiniz var!”
edebiyathaber.net (20 Nisan 2019)