En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Bu esasında çok tuhaf bir soru, benim gibi son yıllarını editörlük yaparak geçiren biri için. Benim için bir tür lanet sanırım bu. Çünkü KHK’yla üniversiteden ihraç edilmeden önce yıllarımı tiyatro akademisyeni olarak geçirdim. Bütün gün tiyatro metinleri okumak/anlatmak/çözümlemek, öğrencilerin çalıştıkları parçaları izlemek, tiyatro üzerine konuşmaktan; kendim için koşa koşa tiyatroya gittiğim, oyun izlemeye istediğim kadar vakit ayırdığım zamanlar kısıtlı olurdu hep. Şimdi de bütün gün editör olarak yüzlerce sayfa üzerine çalıştıktan sonra kendim için okumaya zaman ayırmak oldukça güç oluyor. Hem mental hem fiziksel olarak. E göz bu. Ama elbette bulduğum her fırsatta kendim için okumaya çalışıyorum. O halde sorunuza en son editörlüğünü yaptığım kitaplardan birinden cevap vereyim: Kasım ayında yayınlanan, Türkiye’de henüz layıkıyla tanınmayan Hindistan’ın dev yazarı R. K. Narayan’ın Malgudi Günleri kitabının editörlüğünü yaptım. Narayan, dünya edebiyatında Anton Çehov, William Faulkner, O. Henry, Flannery O’Connor gibi yazarlarla birlikte anılan bir isim. Yarattığı kurgusal şehir Malgudi’nin okur üzerinde bıraktığı etkiyi sanırım en iyi John Updike anlatıyor: “Dickens’dan beri çok az yazar, Narayan’ın hayali şehri Malgudi’nin aktardığı renkli kalabalık etkisiyle boy ölçüşebilir. Malgudi’nin nüfusu tıpkı bir tapınağın duvarındaki süslemenin keskinliğinde olduğu kadar, köşeyi dönünce daha fazla karakterin ortaya çıkacağı hissiyatının yarattığı sonsuzluktadır.” Narayan’ın bendeki karşılığını tek cümleyle özetleyebilirim aslında; bana sorarsanız Narayan, Hindistan’ın Çehov’udur. O yüzden de kitabın arka kapağına şöyle yazmıştım: “Narayan tıpkı Çehov gibi kısacık öykülerde çok derin insanlık durumlarını okurun avucunun içine bırakıveriyor. Yarattığı hayali Malgudi şehri zamanla okurun; sokaklarını, insanlarını, otelini, postanesini, sinemasını her bir öyküde zihnine yerleştirmeye başladığı, giderek ezberlediği bir şehre dönüşüyor. O şehirde hem Hindistan’ın hem de insanlığın ruhu yaşıyor.”
Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
“Dışarıda yaşıyor, bütün gün güneşin altında kavruluyorsanız her türlü yerde sorgusuz sualsiz hareket serbestisine kavuşmuş, ırktan ya da sınıflandırmadan azade evrensel bir şekle girmişsiniz demektir.”
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
Hem çocukluktan başlayan edebiyat merakım hem tiyatro akademisyeni olmam hem de şimdilerde de editörlükten gelen hayat çizgim itibariyle kitap dünyasında neler olup bittiğinden hemen haber alma şansım oldu hep. Kitap eklerini de elbette takip ediyorum, arkadaşlarımdan da tavsiye alırım, sezgilerimle de hareket ederim.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Atilla Atalay’ın bütün kitaplarını ben yazmak isterdim. Yazdıklarını da sadece ben okumak istiyorum, o da ayrı bir pataloji. Zaten bence okur-yazar ilişkisi hastalıklı bir şeydir, benim için öyle en azından. Sevdiğin yazarın kitapları on binler bassın, kitaplarını herkes bilsin, yazdıklarını herkes okusun istersin ama kimse senin kadar da sevmesin istersin. Kendimi yazar olarak görmüyorum ama yazdıklarımdaki en derin iz Atilla Atalay’dandır. Onu okumasaydım tek satır yazamazdım.
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
Henüz yazdığım bir şeyi gün ışığına çıkarmış ve kimseye okutmuş değilim. Eğer yazdığım üç kitaptan söz ediyorsanız, onların biri mesleki bir çalışma, doktora tezinden yola çıkılarak hazırlanmış bir kitap: Ulusal Kimliği Tiyatro ile Kurmak. Diğer ikisi spor yazılarımdan derlediğim iki çalışma: Senin Adamın Gol Diyo ve Köşe Gönderinin Bir Metre Kadar Gerisi. Henüz ortaya kurmaca bir şeyle çıkmış değilim. Çıkar mıyım bilmiyorum. Spor yazmak, spor yazarken edebiyattan beslenmek şahane. Gerisini şimdilik bilemiyorum.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Her yerde, her ortamda, her türlü gürültünün/müziğin/sohbetin içinde yazarım. Bunu DTCF Tiyatro Bölümü’nde öğrendim. Turgut Özakman yazarlık dersimize ilk girdiğinde “Hiçbir zaman ceviz bir masada oturarak, derin bir sessizlikte, karlı bir dağ manzarasına karşı yazma şansınız olmayacak, bunu kafanıza böylece sokun” demişti. Bütün yazarlık sınavlarımızı da sınıfın kapısı açık, yüzlerce öğrencinin gürültüsünün arasında, kendisini ziyaret etmeye gelenlerle yüksek sesle sohbet ederek yaptı. Sevda Şener’de her zaman akşam yemeği masasını toplayıp, ailenin akşam gürültüsünün arasında çalıştığını anlatırdı. Doktora tezimi fakültedeki odamda yazdım mesela. Eve tek satır taşımadım. Oda dediğim; onlarca öğrencinin girip çıktığı, soru sorduğu, hocaların gelip sohbet ettiği kalabalık gürültülü bir ortam. Yazılarımı da öyle yazıyorum. Editöryel çalışmalarımı da herhangi bir sessiz ortam aramadan yapıyorum. Ama çay şart.
edebiyathaber.net (26 Nisan 2019)