Söyleşi: Nilgün Çelik
Onur Çalı ile geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Kaplumbağa Makamı” adlı öykü kitabı vesilesiyle söyleştik.
“Huma Kuşları”ndan dört yıl sonra yayımlanan dördüncü öykü kitabın “Kaplumbağa Makamı” okuyucuyla buluştu. Bu öykülerin hepsi son dört yıl içinde mi yazıldı yoksa dinlensin diye bıraktığın eski öyküler de var mı kitapta?
“Kaplumbağa Makamı”ndaki öykülerin kahir ekseriyeti son dört yıl içinde yazıldı. “Düşme” öyküsünü “Huma Kuşları”na almamıştım, daha sonra öykücü arkadaşım Deniz Dengiz Şimşek’in Kayseri’de, öğrencileriyle birlikte çıkardığı “Öykü Burcu” adlı fanzinde yayımlanmıştı. Durdu, dinlendi, biraz değişti ve bu kitaba girdi.
Öykülerin bazılarında başlıklar ironiyle şenlenmiş. Başlıklardan detayları anlamak zor ama detayları öğrenince de öykü adlarının inceliğini görmek zevk haline geliyor okuyucu için. Kitabın ilk öyküsü “Hem Okudum Hem Yazdım” edebiyat ödüllerine bir tepki gibi. Edebiyat yarışmaları eskiye göre bir değişim geçirmedi mi? Bu yarışmalar nasıl olursa güvenilir olur sence?
O öykü sadece “edebiyat ödüllerine bir tepki” değil. Doğrusu, öykü yazarak bir şeye tepki gösterilebileceğini de düşünmüyorum. Edebiyat ödüllerinin işleyişinde aksaklıklar, haksızlıklar ve hatta usulsüzlükler olduğunu düşünüyorsak bunu öykü yazarak değil, farklı biçimlerde mücadele ederek düzeltebiliriz.
“Veraset Meselesi” adlı öykünde senaryo tekniği kullanarak güncel bir konuya değinmişsin. Evet, hepimiz sosyal medya şifrelerimizi bir kenara not edelim ki bizden sonra işler kolaylaşsın. Fakat benim merak ettiğim senaryo tekniği ile öykü yazarken yavaş yavaş senaryo yazmaya başlıyor olabilir misin? Bu alan ilgini çekiyor mu?
Senaryo yazımı konusunda bilgim de yok tecrübem de. O başka bir alan. Geçim derdi nedeniyle bazı yazarların dizi senaryosu yazdıklarını biliyoruz. Öyle bir fırsatım ya da mecburiyetim olmadı. Yazarlık diyetimi memurluk yaparak ödüyorum.
Senaryo değilse bile roman yazmayı düşünür müsün? Romanın öyküye göre özgür hali seni etkiliyor mu?
Şimdilik öyle bir düşüncem yok. Kısa denemeler yazıyorum, Palimpsest adlı blogda yayımlıyorum onları. Belki bir süre sonra daha uzun denemeler yazmayı deneyebilirim. Deneme okumayı çok seviyorum. Onun dışında Dünlük adını verdiğim günlükler yazıyorum birkaç yıldır. Bunlar da Parşömen Sanal Fanzin’de ve Öykü Gazetesi’nde yayımlanıyor. Bu Dünlükler’in kitaplaşmasını çok isterim. Belki ileride olur, bakalım.
“Fısıldayan Ağaç” gibi bir kaç öykün mitolojik mekânlar ve kahramanlarla zenginleşmiş, okuyucuya da görsel bir şölen sunmuş. Öykülerinde mitoloji ile birlikte tarihten çıkıp gelen kahramanlar, mekânlar var. Efsanelerden, kutsal kitaplardan beslenerek kurgunu yaratırken, kitap ilerledikçe öykülerin ivmesinin de tırmandığını görüyorum. Kısa öyküde bunu başarmak zor ve sen başarmışsın. Bunu deneyecek olan yazar arkadaşlara ne söylemek istersin?
Teşekkür ederim ama başkalarına tavsiye verebilecek bir konumda değilim ben. Dahası, yazmanın öğretilebilir bir şey olduğunu da sanmıyorum. Bir yazar (öykücü, şair, denemeci, romancı) yeryüzündeki her şeyden etkilenebilir. Yaşamdan ve kendisinden öncekilerin yazdıklarından çıkıp kendi üslup yolunu oluşturmaya çalışacaktır. Olup olmayacağı bilinmez, bunu zaman gösterir ama yolunu kendi kendine arama çabası zaten çok değerli, öğretici ve keyifli. Ezcümle, yazmak isteyen kişinin elinde iyi metinlerden ve kendisinden başka bir şey yok.
Hayvanların korunması, önem verilmesi mesajlı öykülerin için ben ayrıca teşekkür ederim. Hayvanlar, tanrının sessiz tanıklarıdır denir, bunun için sosyal medya haraketli olsa da öykülerde olması yazarı daha bir ayrıcalıklı kılıyor.
Kitabın son bölümündeki öyküleri kastediyorsun. Oradaki öykülerden biri BirGün Pazar ekinde yayımlandığında, senin düşündüğünün aksine, hayvanlara yönelik şiddeti teşvik ettiğim yolunda birkaç tepki gelmişti. Tekrar olacak ama mecburum: Öykü yazmak bir mesaj verme aracı değildir bana kalırsa. Carver’ın bir söyleşisinde söylediklerini unutmuyorum hiç: “Fikirler öykülerden oluşur, öyküler fikirlerden değil.” İyi bir öykü okurun bazı meseleler hakkında kafa yormasına vesile olabilir. Bu kadar.
Hayvanlara uygulanan şiddete gelirsek. Galiba bu şiddet hep vardı. Nedir, sosyal medyada gösterilen duyarlık bunu daha görünür kılmış olabilir. Şiddet zaten hayatın her alanında yoğun şekilde “yaşadığımız” bir şey. Kadınlara, çocuklara, yaşlılara, öğretmenlere, öğrencilere, doktorlara, hayvanlara, ağaçlara… Hemen herkese şiddet uygulanan bir toplumda yaşıyoruz. Cezai yaptırımlar şart ama yeterli olmadığı da ortada. Çok boyutlu, köklü bir dönüşüm gerekiyor. En başta da aile ve okul gibi kurumların baştan ayağa sorgulanması gerekiyor. Çünkü şiddet uygulayan insanlar başka bir gezenden gelmiyor. Bu toplumun kurumlarının yeniden yeniden ürettiği bir şey bu şiddet.
Etkilendiğin yazarları merak ediyorum. Hangi yazar senin için vazgeçilmezdir?
Etkilendiğim yazarları bilemiyorum. Bunu ben değil, başkaları takdir edebilir. Ve fakat her okurun olduğu gibi sıkı takip ettiğim “benim yazarlarım” var elbette. Dönüp dönüp okuduğum, belirli aralıklarla karıştırdığım “başucu kitaplarım” da var. Burada hepsini saymak güç ama birkaçını bu vesileyle anayım: İlhan Berk, Barış Bıçakçı, Sait Faik, Salâh Birsel, Refik Halid Karay, Behçet Çelik, İlhan Durusel, Cemil Kavukçu, Orhan Duru, Hulki Aktunç, Memet Baydur, Yusuf Atılgan…
edebiyathaber.net (30 Nisan 2019)