Müezzinin yanık sesi, yağmurla birlikte akıyordu mahallenin üzerine. Geceden başlayan yağmur bir an olsun dinmemiş, o gün birkaç bakkal ve fırından başka dükkânını açan olmamıştı. Sırtında kendi cüssesini zorlayan çantasıyla, su kaçıran sarı çizmesiyle İshak zar-zor gelebildi bakkaliyenin önüne. Yanında suç ortağı Şahin vardı. Saçlarından koca koca yağmur tanecikleri damlıyordu. Bir süre konuşmadan birbirlerine baktılar. Bakkaliyenin buğulu camından çocukları seçen İsa kapı önüne çıktı. Kırbaç gibi şaklayan rüzgârdan yüzünü sakınıp İshak’a, ‘’Neredesin sen? Annen kaç saattir seni arıyor’’ dedi. Bunları söylerken rüzgâr sözcükleri geri ağzına tıkıyordu sanki. İshak’ın cevabını beklemeden içeri koştu.
Sokağın başından sokağı gözetleyen İshak,‘’Sen yine de kimseye söyleme’’ dedi Şahin’e. ‘’Yarın kimse fark etmeden erkenden yerine geri koyarız. Çünkü Bestami abi gördü çıktığımızı.’’
Evin önüne geldiğinde çorabı çizmenin içinde vıcık vıcık olmuştu. Tam kapıya vuracaktı ki, kapıyı açan annesi oldu. Oğlunu omzundan tutup içeri aldı. Çantasını sırtından indirdi. Çizmesini çıkardı, kapı önüne koydu. Sonra gocuğunu, okul önlüğünü, pantolonunu, atletini ve beyaz slip külotunu.. İshak, annesinin kollarında, doğduğu ilk günkü gibi üryan bir hâlde kaldı. ‘’Kızım, koş banyodan havlu getir’’ dedi Kâmile’ye. Tüm olanları şaşkınlıkla izleyen Kâmile, ağır ağır kalktı yerinden. Aynı yavaşlıkla banyoya gitti ve elinde beyaz bir havluyla geri geldi. Annesi İshak’ı kuruladı. Pencere dibindeki minderi alıp sobanın yanına, duvarın dibine koydu. Kâmile’nin soba üzerine attığı yeşil mandalina kabuklarının kokusu hâlâ odanın içindeydi.
Annesi demir somyanın altından elbise sepetini çıkardı. Aynı özenle İshak’ı giydirdi. Elinin arkasıyla alnına, boynuna, yanaklarına dokundu. Pembe pembe olan yanaklarının dışında bir sorun görünmüyordu. İshak’ı mindere oturttu, kendisi de karşısında çömeldi:
‘’Şimdi söyle bakalım, nerede kaldın bunca saat?’’
Gözü ister istemez sobanın diğer tarafındaki çantasına kaydı İshak’ın.
‘’Son dersimiz Resim’di. Patates ve ip baskısı yapıyorduk. Okul dağılmıştı ama Şahin’le kendimizi kaptırmıştık. Okulun hademesi Bestami abi çıkardı bizi sınıftan.’’
Söyledikleri doğruydu, fakat eksikti. Son zil çalınca, İshak ile Şahin kendilerini iyice kaptırmışlardı patates ve ip baskısına. O kadar ki, Şahin, resim defterinin bütün sayfalarını doldurmuştu. Bütün öğrenciler dağılmış, sınıfta yalnızca ikisi kalmıştı. Koridorları temizleyen hademe Bestami’nin türkü çığıran sesini duyunca saatin ilerlediğini fark etmişlerdi ancak.
Çantasını toplayan İshak oldu ilkin. Annesinin paniklediğini sezinlemişti. Sınıf dolabının kilidinin açık bırakıldığını da o an fark etti Şahin. Çoğu vakit dersin ortasındayken bile gözü dolaba kayıyor, öğretmenin dolma kalemlerini, rengarenk tebeşirleri, hikâye kitaplarını düşlüyordu. Öğretmen yeni yeni hikâye kitapları getiriyor, her öğrenciye birer tane veriyor, bir ders boyunca okutup, sonra sınıfın dolabına geri koyup kilitliyordu. Nasıl olmuşsa, öğretmen son ders kilidi ağzı açık bırakmıştı.
Kafasıyla dolabı işaret etti Şahin. ‘’Dolap açık kalmış’’ dedi. İshak dolabın kapısını açana kadar inanamadı. Özenle dizilmiş hikâye kitapları, sarı, beyaz, pembe renkli tebeşirler, tahta silgisi, sıra örtüleri, dolma kalemler.. Bir hazine bulmuş gibi gözlerini kocaman açtılar. Elini dolabın içine ilk uzatan Şahin oldu. Hikâye kitaplarını çıkarıp öğretmen masasının üstüne koydu. İshak da tebeşir kutusunu aldı. Mahallenin çocuklarına duvarlara tebeşirle şekiller çizmek kadar zevk veren bir şey yoktu. İnsanoğlunun en eski tutkusu olan iz bırakmak güdüsü, o an İshak’ın içini doldurmuştu. Evinin duvarında sarı tebeşirle, kocaman harflerle yazılmış ‘’İshak’’ ismini düşündü. Tıpkı ilk insanların mağara duvarlarına hayvan resimleri çizmesi gibi. İshak’ın ismi, evlerinin önünden geçen herkesin zihnine çakılacaktı.
Şahin, hikâye kitaplarını aralarında üleştirdi. Kitapların ismine bakmadan, ‘’Bu sana, bu bana, bu sana, bu bana…’’ dedi. İshak da aynı yöntemle tebeşirleri pay etti. Ganimetleri çantalarına doldurup, zafer kazanmış komutan edâsıyla sınıftan çıktılar. Alt katta, merdivenleri süpüren Bestami kendilerini görünce türküsü yarıda kaldı. Başka bir türküye geçiş yapmıştı. Türküsünün yarıda kalmış olmasına bozulmuş olarak, ‘’Siz ne arıyorsunuz burada?’’ dedi. Sorusunda şüphe yoktu, şaşkınlık vardı. Belki de kendisini dinlemiş olabileceklerini düşündüğündendi bu şaşkınlığı. Soruyu cevaplayan Şahin oldu;
‘’Öğretmen ödev vermişti, onu yaptık dedi.’’ Fazla üstelemedi Bestami. Bir an önce türküsüne geri dönmek istiyor gibiydi. ‘’Doğruca eve gidin çocuklar. Dışarıda kıyamet gibi yağmur var.’’
* * *
Oğlunun söylediğine inanmış gözüken Aysel, doğruldu. Sobanın üstündeki mandalina kabuklarını bir araya toplayıp kapağı açtı. Maşayla ateşi iyice harladı. ‘’Babanız da birazdan gelir, ben yemeği hazırlayayım.’’ Konuşurken bir yandan da işini yapmanın becerisine sahipti. Kapağı kapattı, iyice sönükleşen mandalina kabuklarını da delikten içeri attı, mutfağa geçti. Kâmile televizyon izliyor, İshak ise çizmenin içinde iyice buruşan ayak parmaklarıyla oyalanıyordu. Annesinin mutfağa gitmesinden istifade, sobanın diğer yanındaki çantasını aldı, olabildiğince yavaş fermuarını açtı. Hikâye kitaplarını çıkardı. Sonra tebeşirlere dokundu. Kitapları alıp gerisin geri yerine oturdu. Saydı, 18 taneydi. İsimlerine baktı kitapların; Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, Şeftali Çocuk, Küçük Prens, Pembe İncili Kaftan, Binbir Gece Masalları, Ezop Masalları, Kelile ve Dinme, La Fontaine Masalları ve daha başkaları. İshak’ın ilgisini en çok Şeftali Çocuk çekmişti. Aralarından onu seçip, diğerlerini tekrar çantasına koydu. Sırtını sıcak duvara verip kitabın kapağını açtı:
’Hiç çocukları olmayan yoksul bir karı-kocanın hikâyesiydi Şeftali Çocuk. Bundan ötürü üzgünlerdi, üstelik yoksullardı. Fakat yine de mutlulardı. Birbirlerini çok seviyorlardı. Mesleği oduncu olan adam bir gün baltasını alıp ormana gitti. Kadın da ırmağın kenarında çamaşır yıkıyordu. Birden bir bebek sesi duyar gibi oldu. Etrafına bakındı, bir şeycik göremedi. Hayâl sandı ilkin, fakat sesi tekrar duyunca daha dikkatli bakındı etrafına. Irmağın üzerinde öylece duran kocaman şeftaliyi gördü sonra. Yumuşacık, hoş kokulu, taptaze bu şeftaliyi aldı. Akşam yemeğinde yemek üzere eve götürdü ve kocasının gelmesini bekledi.
Akşam olup kocası eve gelince, başından geçenleri bir bir anlattı kadın. Oduncu bıçağı hafifçe dokundurdu şeftaliye. Duyduklarına inanamadılar. Şeftaliden kahkaha sesleri geliyordu.Bir daha dokundurdu, baktılar ki yine aynı ses.. Korkarak şeftaliyi kesmiş oduncu, şeftaliden çekirdek yerine bebek çıkmasın mı?’’
İshak, donup kalmışçasına kendini kitaba kaptırmıştı. Sofra getirilip serilmiş, fakat o hiç farkına varmamıştı. Kapı çalınınca başını kaldırabildi ancak. Kâmile kapıyı açınca babası, ‘’Uiiyy, ne kadar soğuk, ne kadar soğuk!’’diye hızlıca içeri girdi. Ellerini çıtırdayan sobaya yapıştırmak istercesine yanaştırdı; ‘’Böyle bir soğuk görmedim. Köyümüzde bile görmedim,’ dedi. İshak, babasını duymamış, kitaba dalmıştı.
Yemek yenildi, soba üzerinde fokurdayan çaydanlıktan çaylar içildi. İshak sobanın yanındaki mindere oturup Şeftali Çocuk hikâye kitabını o akşam bitirdi. Gece olup da kafasını yastığa koyduğunda, Şeftali Çocuk rüyasına girdi. Şeftali Çocuk, kocaman şemsiyesiyle evin damına çıkmış, şemsiyeyi açmış, evi gürül gürül akan yağmurdan koruyordu. Bunu yaparken de kahkahalarla gülüyor, sesi tüm mahalleye yayılıyordu.
Sabah uyandığında, ilkin kafasını pencereden uzattı İshak. Dünkü yağmurdan eser yoktu. Bir çırpıda giyindi. Kapının arkasına asılı babasının pantolonunun cebinden okul harçlığını çıkardı. Son bir defa çantasını kolaçan etti. Kitaplar, tebeşirler, kalemler yerindeydi. Kapıyı sessizce açıp çıktı.
Mahalle, tufandan sonra hayat belirtisi göstermeye başlamıştı. Yasemin abla evinin önünü süpürüyordu. Caddeye çıktı, çaycı Ali amca dükkânın darabalarını kaldırıyordu. Kasap Şinasi’nin kedisi Güllü, ağzını açmış geriliyordu.
İshak okulun önüne geldiğinde, Şahin’i kendisini bekler buldu. ‘’Bir kitap okudum ki…’’ dedi Şahin. İlk defa şelale gören, ilk defa meyveli pasta yiyen, ilk defa yaşadığı yerlerden daha farklı yerler gören insanların şaşkınlığıyla söylemişti; ‘’Bir kitap okudum ki.’’ Gözlerini kocaman açmıştı bunu söylerken. ‘’Ben de,’’ dedi İshak. ‘’Hepsini anlatacağım sana. Sınıfta. Kitapları geri yerine bırakalım önce.’’
‘’Tebeşirleri de, kalemleri de bırakalım,’’ dedi Şahin.
‘’Evet, hepsini.’’
Bestami, gene merdivenlerde karşılaştı İshak ve Şahin’le. ‘’Çocuklar, bakıyorum da okul aşkıyla yanıp tutuşuyorsunuz. Müdür beye söyleyeyim de, sizi diğer öğrencilere emsal olarak göstersin,’’ deyip merdivenleri inmeye devam etti. İki arkadaş sınıfa girdiklerinde, sınıf dolabını dün bıraktıkları gibi buldular. Önce kitapları üst üste koyup yerine yerleştirdiler. Sonra kalemleri, tebeşirleri…Dolabın kapısını kapattılar. Sıralarına oturdular. Sözü açan İshak oldu ilk:
‘’Şeftali Çocuk diye bir hikâye kitabı okudum ki…’’
Ümit Yiğit kimdir?
1989 yılında Adana’da doğdu. Selçuk Üniversitesi; Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü mezunu. Bazı prodüksiyon şirketlerinde değişik görevlerde bulundu. Yazdığı öyküler; Gıda-İş Sendikası, İnşaat Mühendisleri Odası-Ankara Şubesi, Bursa Osmangazi Belediyesi benzeri kurumlarının düzenlediği yarışmalarda dereceler aldı.
edebiyathaber.net (7 Mayıs 2019)