Gönlümde bir yerde durur İzmir. Zaman zaman burnumda tüter kokusu, rengi, havası. Hele o imbatı yok mu…
Gelip de o özlem ağır basınca, dayanamam yolunu tutarım İzmir’in.
Ege’de, Akdeniz’de bir yere gidecek olsam dönüş zamanımda mutlaka İzmir uğrağım olur. Aydın’dan ya da Manisa’dan kente gelmek bambaşka bir duygu yaşatır bende.
Bir kente kavuşmak duygusunu en çok İzmir’de yaşarım. Bunu da kentin simgesel mekânlarına bağladığımı söyleyebilirim. Bir de İzmir, bence, edebiyatta en iyi anlatılan bir kenttir. Çünkü bu konuda edebiyatımıza kazandırdığı şair ve yazarlar bir sözlük oluşturacak kadar çoktur.
İzmir belleği olan bir kenttir. Bir buluşma kavşağı olması da bundandır. Kültürlerin, dillerin, insanların buluşma kavşağında kent olmak kolay değildir.
Homeros bu kentlidir dersem, eminim ki ardını siz getirebileceksiniz ta Seferis’in anlattıklarına dönerek.
İzmir duyguların başkentidir benim gözümde. Düşlerin düşüncelerin… Anadolu’nun Batı’ya açılan aydınlık yüzüdür. Kendine geleni sevindirir, anlatır da insan ruhuna nasıl şifa olduğunu.
Beklemez keşfedilmeyi, siz ona gitmeye hazırlanırsınız hemen bir kıyısından varınca kente.
Adımlarken İzmir’i
Bu kez de geldiğimde İzmir’e, vazgeçilmezim İzmir Palas’ta kendimi konumlandırırken; masaya yaydığım İzmir haritasında, kentteki gezi rotamı gözden geçirdim. İlkten aklımdaki yerleri işaretledim. Yürüme güzergâhlarıma göre, bir başlama noktası belirledim kendime.
Kültürpark’ı çepeçevre adımlayıp Lozan, Montrö, 9 Eylül kapılarından geçerek Basmane’ye geldim. Gar binasının bekleyen yalnızlığına verdim kendimi. Bir nedeni de olmalıydı bunun. Terkedilmese de bekleyen ıssızlığının zamanlarını hatırlatan insan öykülerine döndüm. Yazıla yazıla, anlatıla anlatıla gelenlere…
Basmane’den Pasaport’a, birkaç adım ötedeki Konak’tan geçip Kemeraltı’na geçince nefeslenip kentin o bambaşka uğultusuna bıraktım kendimi.
Nedendir bilemem, İzmir benim için sanki buradan başlar. Kentin bütün semtlerine erişmenizin başlangıcıdır Konak. Ama belleğini en çok hatırlatan da Kemeraltı’dır bana göre.
Zihnimde haritasını çizdiğim ender kentlerden biridir. Dünyanın birçok kentine benzetirim İzmir’i. Selanik kankardeşi, Nice Akdenizliliği taşırlar birbirlerine…
Gene de İzmir İzmir gibi kokar, İzmir gibi kendi rengiyle karşılar sizi her adımda.
Yahudi’si, Rum’u, Ermeni’si, Türk’ü, Kürdü, Levanteniyle bir Babil kentidir gözümde İzmir. Onca yıkıma yangına karşın gene de “ben İzmir’im işte,” diyebilen bir kenttir anlayacağınız.
Böylesi kentler biraz da yazarlarıyla vardır, onlarla anılagelirler. Yaşadıkları gibi yazanlarını kentlerin kitabelerine kazımalı. Şunu da yazmalı: Burada doğdu, rengini soluğunu buradan aldı; gittiği her yerde burayla nefeslendi, yazdıklarıyla kentimize döndü her sözde, her duyguda.
Bu gidişimde de beni çekeleyen İzmir’in bahar meltemleri Alsancak’tan Kemeraltı’ya yöneltti adımlarımı. Niyetim oradan da Kadifekale’ye çıkmaktı.
Çarşının hengâmesine verince kendimi adımlarım beni Havra Sokağı’na düşürmüştü. İki yönden gidişi keşfetmesem de, zihnimde Tarık Dursun K.’nın anlattıkları vardı. Gene de ben tabelasız yönü seçtim.
İleride, Yasef Usta karşıma ansızın çıkacakmış, Dario Moreno’nun sesiyle düş çevrimine dönen duygularımın önünü alamadan “Zabel Manol İçin Hikâye”den şu satırlarını hatırladım Tarık Dursun K.’nın:
“yanına sokuldum. Bir kolum belindeydi. Çektim kendime doğru. Ağaçlardan ince bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Bir ikinci körfez vapuru geçene kadar rüzgâr başımızın üstünde ne kadar yağmur bulutu varsa sürdü götürdü; gökyüzü ağardı.”
İzmir işte öyleydi bu sabah Havra Sokağı’na vardığımda. Asıl ıssızlığın dilini orada bulmuştum. Gölgesi unutulan zamanı hatırlatıyordu. Örtük kapıların, sıvaları dökülmüş duvarların, insansız bu sokağın “Bir zamanlar öyle bir İzmir vardı,” diyerek öyküsünü kurmaya başlamıştım bile.
Gidenleri ne çoktu gelenleri de öyle. Ama taşıdığı renkleri solduran zamanın bugün neleri içerdiğini görebilmek için de buradan başlayarak yeni bir güzergâh çizmek gerektiğini anlatıyordu İzmir…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (14 Mayıs 2019)