Ergun Çağatay’ın ardından | Şule Tüzül

Mayıs 21, 2019

Ergun Çağatay’ın ardından | Şule Tüzül

En zor meslek kendinizi adadığınız meslektir. Zorluğu işin icrasında, gecenizi gündüzünüze katarak çalışmaktan yorulmanızda değildir. Bir ömür verirsiniz, kendinizden sevdiklerinizden çaldığınız öyle çok zaman vardır, ölümü bile göze aldığınız zamanlar vardır. Bir gün gelir, geriye doğru şöyle uzun uzun bakarsınız, kara kara düşünürsünüz; e benden sonra ne olacak? Bunca emek, bunca üretim, bunca fedakârlık benimle birlikte yok olup gidecek mi? İşte asıl zorluk budur.

Fotoğrafçılık bu açıdan en zor mesleklerden biri. Hiç de nankör değildir aslında; ömrünüzü adadığınız her anın somut bir belgesi vardır elinizde. Binlerce fotoğraftan oluşan arşiv, ömrünüzü ne için harcadığınızın en gurur verici, en tatmin edici kanıtıdır. Ama gelin görün ki, sizden sonra o arşivin ne olacağı en çok düşündüren konulardan biridir. Hele de memleket Türkiye ise. Yine de durum o kadar karamsar değil. Kadir kıymet bilir birçok kurum, birçok insan, Türkiye’nin önemli değerlerinden biri olmuş fotoğrafçılara ve arşivlerine sahip çıkıyor. Bu kurumlardan biri Eczacıbaşı Topluluğu. Her yıl değerli bir fotoğraf sanatçımızın retrospektif kitabını bizlere ulaştırıyor. Geçtiğimiz yılın kitabını, vefatının ardından Ergun Çağatay için hazırlamaları anlamlıydı.

Ergun Çağatay’ı hiç tanımasanız da hakkında herhangi biyografik bir bilgiye sahip olmadan da sadece kitabın içinde yer alan yüzlerce fotoğrafını incelemeniz onun nasıl bir hayat sürdüğüne dair bilgiler verecektir. Hatta bir biyografiden çok daha fazla şey söylüyor bu fotoğraflar.

Fotoğraf, bir dert edinme işidir. Söyleyecek şeyleriniz, içinizde biriktirdikleriniz varsa fotoğraf vardır. Fotoğraf, duyarlılık işidir. Sezgisel bir iştir. Sezgi ve duyarlılık, yaşayarak, yıllar içinde kültürel, bilimsel, sanatsal birikimlerle yoğunlaşır, keskinleşir, bilenir. Fotoğraflarda gördüklerimiz bu birikimlerin bir çerçevenin içinde anlatılabilecek kadar ustaca dillendirilmiş halidir. İyi fotoğrafçıların, yakaladıkları anlar açısından şanslı oldukları söylenir, en çarpıcı karelerin neredeyse yaşam tarafından özellikle önlerine sunulduğu gibi bir inanış vardır. Oysa yıllar içinde süzülüp gelen o ince duyarlılık ve sezgidir bir fotoğrafçının tam da olması gereken zamanda olması gereken yerde olup deklanşöre basmasını sağlayan.

Çağatay’ın fotoğraflarına baktığınızda bu durumu rahatlıkla görebilirsiniz. Ancak özellikle foto-röportaj yapanlar, foto muhabirleri ve sosyal belgesel çalışan fotoğrafçılar için bu durumun hayati tehlikeleri de vardır. Maalesef Ergun Çağatay da birçok defa bu tür tehlikelerle yüz yüze gelmiş. Onun yaşadıklarına dair beni en çok etkileyen olay, Temmuz 1983’de bir iş seyahatinden dönerken Paris Orly Havaalanı’na ASALA terör örgütü tarafından yapılan saldırıda vücudunun %35’inin yanması, günlerce komada kalması, beş yıl sürecek tedavi sürecinin ilk altı ayı geçtikten sonra yanık tedavisi gördüğü Paris’teki hastaneye tedavi süreçlerini belgelemek üzere bu sefer gazeteci olarak gitmesi oldu. Diğer yandan, hastanede yatarken bile bir sonra yapacağı projeleri düşünen tasarlayan bir fotoğrafçıdan söz ediyoruz; en önemli projelerinden biri olacak “Türkçe Konuşanlar”ın temellerini hastane yatağında zihninde oluşturduğunu söylüyor kitapta. Yıllarca sürecek olan ve 2008 yılında kitaba dönüşen bu proje için Çağatay Balkanlar’dan Orta Asya’ya 120 bin kilometre yol yaparak dilimizi konuşan tüm toplulukları belgelemiş.

Bir diğer çarpıcı çalışması ise Aral projesi. Yanlış su kullanımı ve sulama politikaları nedeni ile kuruyarak bir çevre felaketine dönüşen Aral Gölü ve çevresinde yaşananları fotoğraflamış.

1980-1982 yılları Ergun Çağatay’ın çok önemli birçok projeye imza attığı yoğun bir dönem olmuş. Norveç Petrol Kuleleri, iktidara yeni gelen Humeyni ve İran fotoğrafları, Amerika’da çektiği Kara Müslümanlar bunlardan bazıları. Bu dönemde gerçekleştirdiği ve dünyada ilk kez Amerika Pittsburg’da yapılan karaciğer nakli ameliyatının tüm süreçlerini yansıttığı çalışması ise Life Dergisi’ne kapak konusu olmuş.

1971’de çektiği Aşık Veysel fotoğrafları, 1973 yılında açılan Boğaziçi Köprüsü’nün bütün yapım aşamaları, 1973-1975 yılları arasında Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’ın yer aldığı seçim çalışmaları, 1986-1988 arasında Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki nadir kitaplar üzerine yaptığı çalışma, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapım aşamaları Çağatay’ın imza attığı diğer önemli projeleri.

Kitabın başında Merih Akoğul’un, dünya ve fotoğraf tarihini Ergun Çağatay’ın yaşamı ile buluşturan uzun ve kapsamlı bir yazısı yer alıyor. Akoğul, Ergun Çağatay’ın fotoğrafçılığı ve yaşamdaki insani duruşuna dair pek çok şey söylerken aynı zamanda foto-röportaj çalışan bir fotoğrafçının hangi özellikleri taşıması gerektiğini de anlatmış olduğu yazısında şu cümleler Çağatay’ın karakterini özetliyor: “Adı geçen tüm bu coğrafyaları evi gibi görmüş, dünyada aktarılacak ne kadar mesele varsa hep peşinde olmuştur.”

Kitapta yer alan fotoğrafların her birinin yanında hangi projeye ait olduğu, çekildiği coğrafya ve yılı yer alıyor. Bu bilgiler fotoğraftan fotoğrafa değişse de hepsinin ortak bir yanı var: insanı anlatıyor. Sözcükleri olmasa da fotoğraflar da okunabilir. Ergun Çağatay fotoğrafları kısa cümlelerle uzun hikayeler anlatan bir kitap olarak okunabilir.

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (21 Mayıs 2019)

Yorum yapın