Söyleşi: Yusuf Çopur
Kendisi de Postmodernist öyküler yazan Arda Kıpçak’ın hazırladığı; Arda Arel, Berkan M. Şimşek, Bülent Ayyıldız, Can Erol, Elif Şeyda Doğan, Melida Tüzünoğlu, Onur Selamet, Ozan Çınar ve Özgürcan Uzunyaşa’nın Postmodernist teknikler kullanarak “sanal” teması çerçevesinde yazdıkları öykülerin yer aldığı 9 Postmodernist Öykü isimli seçki kısa süre önce Vapur Yayınları etiketiyle yayımlandı. Arda Kıpçak ile öykü seçkisinin ortaya çıkış ve oluşum sürecinin yanı sıra edebiyatımızda Postmodernizm’in yerine değinen bir söyleşi yaptık.
Benzer bir seçki daha önce yapıldı mı?
Önceden Postmodernist öykülere yer veren, hatta tamamı Postmodernist öykülerden oluşan birkaç seçki yapılmış ama üzerine Postmodernist ibaresi konmamış. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Bizimkinin özelliği hem kapağında Postmodernizm’in vurgulanması hem de bu akımın günümüzdeki temsilcilerine yer vermesi. Böylece onları doğru bir tanımlandırmayla ve güncel örnekleriyle okura ulaştırıyor.
Önceki seçkilerde neden “Postmodernist” ibaresi kullanılmak istenmemiş olabilir?
Bunun nedeni belki de yayıncıların postmodern, Postmodernist ya da Postmodernizm kelimelerini duyunca adeta canavar görmüş gibi kaçmaları olabilir. Bunu kişisel tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Yalnızca yayıncılar da değil, Postmodernizm edebiyat ortamında genellikle görmezden gelinen hatta belli kesimlerce alenen aşağılanan, kötülenen bir akım. Bu da bence tamamen bilgisizlikten, yanlış bilmekten ya da ideolojik görüşlerden kaynaklanıyor. Dolayısıyla okurun edebiyatımızda Postmodernizm’den, Postmodernist metinlerden haberdar olmaması (ki bu ilk sebeple, yani yayıncıların yayımlamaya ve tanıtmaya yanaşmamalarıyla bağlantılıdır) ya da okumayı denemeden belirli önyargılarla (bu da okurun sözünü ettiğim yanlış yönlendirmelere kapılmasından kaynaklanır) yaklaşması, Postmodernizm’i yanlış tanıması söz konusu. Durum böyle olunca postmodern kelimesini telaffuz etmemek daha mantıklı görünüyor herhalde.
Yayıncılar Postmodernizm’den “korkuyorlar” mı diyorsunuz?
Korkudan çok kaygı demek daha doğru olabilir. Edebiyatımız, Cumhuriyet döneminden beri genel olarak gerçekçi, toplumcu gerçekçi akımın hakimiyetinde olmuş. Halen de bu hakimiyet sürmekte, sürsün de. Büyük ustalarımız var. Daha çokları da olsun. Ben çağdaş edebiyatımızıda klasiklerimizi de Cumhuriyet öncesi edebiyatımızın önemli eserlerini de büyük zevkle okuyorum. Postmodernizm’in düsturu da budur. Her döneme, akıma, ideolojiye eşit yaklaşır. Yüksek ve alçak edebiyat ayrımı yapmaz. Çünkü edebiyat bir bütündür ve her dönemin, her akımın okura kattığı başkadır. Öte yandan çok satan popüler edebiyat da var. Çok satan güçlü yazarlarımız olduğu gibi, edebilikten çok uzak olanları da mevcut. Genele bakıldığında bazı kitapların neden çok sattığına akıl sır ermiyor.Burada farklı okur kesimlerinin tercihleri, pazarlama ve reklam stratejileri gibi pek çok koşul devreye giriyor. Büyük yayıncıların bir kısmı çok satan yazar avında.Hele şu günlerde piyasadaki olumsuzluk bu avı çok daha kızıştırmış durumda. Bunları zaten herkes görüyor, biliyor. Fakat sosyal medyada, gazetelerde, dergilerde, orada burada bunları eleştiren otoriteler,karşılarına edebiyata katkı sunacak ama çok satmayacak metinler çıktığında söylediklerinin aksine satış kaygısıyla hareket ederek bu metinleri yayımlamaya yanaşmıyor. Yani yayıncıların yayın politikalarını ekonomik kaygılar belirliyor. Postmodernizm’in adı çıkmış bir kere, zor okunur, çok satmaz diye. Şunu da söylemek lazım, görmezden gelinenler sadece Postmodernist yazarlar değil. Kültür endüstrisinin, piyasanın dışında kalan (kendi tercihiyle ya dapazarı yönetenlerce) pek çok yazar var.
Bu adı çıkma konusuna da değinmek istiyorum ama önce Postmodernizm’in edebiyat ortamında görmezden gelindiğini söylemiştiniz, bunun sebebini sorsam?
Eleştirmenlerimizin büyük çoğunluğu pazara hakim olan yayınevlerini, görünürlüğü olan, öne çıkarılan kitapları takip ediyor ve eleştirilerini övgü temeline oturtup yüzeysel tutuyorlar. Çağdaş teorileri ve eleştiri yöntemlerini takip etmediklerini, kendilerini yenilemediklerini düşünüyorum. İşin içine Modernizm, Postmodernizm gibi belirli bir akım, teori ya da en azından belli bir bilgi birikimi gerektiren eserler girdiğinde büyük ihtimalle yanlış bir şey söylememek için sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Akademik ortama baktığımızda halen çağdaş edebiyat dersi olmayan Edebiyat Fakültelerimiz olduğunu görüyoruz. Tamam, eskiyi bilmek önemli. Düşünün halen bilinmeyen, kaybolmuş, unutulmuş önemli metinler arşivlerden günışığına çıkarılıyor. Ana akım eleştirinin karşısında akademideki durumun iyi olduğu söylenebilir. Yıldız Ecevit, Gencay Şaylan, Ülkü Eliuz, İsmet Emre, Bedia Koçakoğlu gibi özellikle Postmodernizm ve edebiyatımızdaki yansımaları üzerine çalışmış isimler var. Çağdaş edebiyatımızı inceleyen daha pek çok akademisyen var. Sadece kitapları değil, makaleleri de göz önünde bulundurursak Postmodernizm’e edebiyatımızda ortaya çıktığından beri akademik alanda önem verildiğini, üzerine düşünülüp taşınıldığını ve bu yönde incelemelerin her geçen gün sayıca arttığını söylemek mümkün.
Peki, Postmodernizm’le ilgili olumsuz düşüncelerin kaynağı nedir? Kimler, neden kötülüyor?
Postmodernist metinlerin zor okunduğu, anlaşılmasının güç olduğu, içi boş olduğu söyleniyor mesela. Bu düşünce çok yaygın. Bakın aslında bu yargılar da birbiriyle çelişkilidir. Okuması, anlaması zor olan bir şeyin nasıl aynı zamanda içi boş olabilir? İçerik azıcık geri plana itilip biçimsellik öne çıkarıldığında okur doldurması gereken boşlukları dolduramıyor. Yazarın ölümünü ilan eden Barthes’in doğduğunu söylediği okur bu olamaz. Bir de Postmodernizm’in Amerika’nın ve kapitalizmin oyunu olduğunu söyleyenler var. Kendi adıma edebiyatımızın içini boşaltmakla görevlendirilmiş bir Amerikan ajanı olmadığımı söyleyebilirim. Aslında çocukken filmlerdeki gizli ajanlara çok özenirdim. Olmadı, sağlık olsun. Şaka bir yana bunlar hep bilmeden, araştırmadan ahkam kesenlerin ya da belli ideolojik görüşlere sahip olanların uydurdukları şeyler. Mesela arada bir çıkıp “Postmodernizm’in kullandığı teknikler bin yıldır kullanılıyor, üst kurmacanın kralını zamanında bilmem kim yapmış,” diyenler oluyor. İyi de, Postmodernizm’in yenilikçi olma kaygısı, ilk ben yaptım deme gibi bir iddiası yok ki zaten. Modernizm’le karıştırıyor olmayasınız?
Siz de Postmodernist öyküler yazıyorsunuz. Sizi Postmodernizm’e, böyle bir seçki hazırlamaya iten neydi?
Bu aslında bir tercih değil. Postmodernist yazayım diye düşünmeden yazdım. Ne yaptığımın farkına sonra vardım. Postmodernist yazarların sanırım bir Modernist dönemleri oluyor. Bunu ilk ben mi yaptım diye düşünüp araştırmaya başlıyorsunuz. Ben de başka yazarları araştırmaya giriştim. PostÖykü dergisini keşfettim o sıralar mesela. En bilinenlerden başlayıp makalelerde, incelemelerde referans verilenlere kadar taradım. Ortaya çok sayıda kitap çıktı, halen de çıkmaya devam ediyor. Okudukça böyle metinleri okumaktan keyif aldığımı gördüm. Gerçekten de okunduğunda anlaşılmayacak şeyler yok bu eserlerde. Tabii anlayan daha çok şey bulabiliyor. Ama kullanılan tekniklerin isimlerini bilmeseniz, göndermelerin çoğunu fark etmeseniz bile keyifle okunacak kitaplar bunlar.Adnan Özer ile tanıştıktan ve kendisi ilk kitabımı yayımladıktan sonra özellikle Vapur Edebiyat dergisini çıkardığımız süreçte Postmodernizm üzerine çok konuştuk, tartıştık. Dergi için edebiyatımızdaki Postmodernist diyebileceğimiz eserleri tanıttığım bir yazı dizisi hazırlamaya başlamıştım. Adnan Özer çoğunluğun cesaret edemeyeceği işleri yapmasıyla ünlü yayıncılardandır zaten. Antoloji fikri de ilk kez o zamanlar ortaya çıktı. Madem bu kadar çok Postmodernist yazarımız var, bir antoloji yapalım denildi. Sonra bu fikir öykü seçkisine evrildi.
Seçkinin oluşum sürecini biraz anlatır mısınız? Yazarları nasıl seçtiniz? Seçkiyi ne kadar zamanda hazırladınız?
Sunuş yazımda da biraz değindim, anlatayım. Postmodernist öyküler yazdığını düşündüğüm isimlerle irtibata geçip fikrimden bahsettim. Bir kısmını PostÖykü dergisinden takip ediyordum ve bir etkinlikte tanışmıştık. Hepsi de 80 sonrası doğumlu genç yazarlar. Diğer yazarlara, daha sonra şeçkinin temasını oluşturacak sosyal medyadan ulaştım. Kitaplarını okuduğum, takip ettiğim isimlerdi. Çoğu sıcak baktı. Daha çok yazarın yer almasını isterdim. Bir dahaki sefere artık. Gelebilenlerle buluşup daha ayrıntılı konuştuk. Başlangıçta basılmış kitaplarında yer alan öykülerden bir derleme oluşturmak istemiştim. Ama kitapları son birkaç sene içinde çıktığından zaten dolaşımda olan bu öyküleri şu an derlemek pek anlamlı olmayacaktı. Böyle bir derleme belki daha sonra ya da daha eski öyküler, ustaların öyküleri derlenerek yapılabilir. Öykülerin sosyal medya’yı temel almasını düşünüyorduk. Bunu daha da genişleterek teknoloji, internet ve bilgisayar oyunlarını içerecek şekilde “sanal” kavramı üzerine oturttuk. Yazarlar bir aydandaha kısa bir süre içinde öykülerini yazdı. Bunu da dikkate almak gerek.
Kısa sürede, birbirlerinden habersiz öyküler mi yazdılar?
Evet. Belki de bu yüzden öykülerde bir Instagram ağırlığı oluştu. Çeşitlilik olsun isterdim ama bu da olumsuz bir durum değil. Demek ki şu an en revaçta olan ve insanların kafa yorduğu, üzerine düştüğü sosyal medya uygulaması Instagram’mış. Bir de bence benzer meselelerde, biçim ve içerik bakımından farklı öykülerin ortaya konabildiği böylece görülebilir. Yazarlar arasında birbirini tanıyanlar, yakın arkadaşlar var. Onlardan bağlantılı öyküler çıkabilirdi. Arda Arel ve Ertuğrul Emin Akgün’ün ilk kitaplarında böyle birer öykü vardı.Açıkçası aklımıza geç geldi. Dediğim gibi seçki çok kısa zamanda ortaya çıktı.
Son olarak bir Postmodernist öykü seçkisi hazırlamakla ne hedeflediniz?
Öncelikle tanımayanlara tanıtmayı hedefledik. Çünkü benim de üç, dört yıl öncesine kadar yukarıda saydığım isimlerin çoğundan haberim yoktu. Şimdi severek okuduğum, tekrar tekrar okuduğum yazarlar tanıdım. Hepsinin de çok iyi yazarlar olduğunu görüyor, haklarının teslim edilmesi gerektiğini düşünüyorum.Var olan önyargıları, yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak gerekiyor. Postmodernizm’i sevmenin yolu yerleşmiş önyargıları yıkmaktan geçiyor.Seçki için yazdığım sunuş yazısında Postmodernizm’in ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Peşinden de dokuz yazarın öyküsü yani örnekler geliyor. En önemlisiyse sevdirmek. Ben zaten okunduğu zaman sevileceğini düşünüyorum.
edebiyathaber.net (27 Mayıs 2019)