Bu sorunun yanıtı bende değil, kimsede de değil. Bu soruya net bir yanıt vermek için kitabı okumak gerekir, işin aslı bu.
Metin Kaçan, hızlı akan sahneleriyle film gibi bir roman yazmış. Romanı okurken sokağın sesleri, kokusu, ışığı o kadar belirgin eşlik ediyor ki dayanamamanın karnavalında bir figüran oluveriyor okur. GiliGili Salih’e takılıp sokaklarda dolaşıp çatılarda ot çekebiliyor. Bu romanın gücü, yazarın gücü ve edebiyatın gücü.
Romanda geçen olayları onaylamayabilirsiniz. Bazılarına üçüncü sayfalarda rast gelmişsinizdir belki. Bazılarından ise hiç haberiniz olmayabilir. Bu mesafesine rağmen eski model araba kaputunu okşama hissi yaratması, ‘tam da bu rol k. İskender’e yakışırmış’ diye düşündürmesi romanın diğer çarpıcı özelliklerinden.
Bir mahallenin adım adım yobazlaşması, yobazlığın özgürlüğün önündeki en büyük engel olduğunu idrak edeceksiniz. Bunalıma girip karın ağrıları ile kıvranırken bir dokuz sekizlik ritimle göbek atıvermektir özgürlük. Tam olarak da budur bana kalırsa. Paradan, konumdan, bağlardan bağımsız dostlar için kendini ateşe atıvermektir. Müzik ile özgürleşir insan, özgürlüğü kısıtlı ise de yazı ile nefes almak ister. Bu noktada, yazarın bize derin ve buz gibi bir soluk aldırdığını, romanın temposunu hiç düşürmeden aynı soluğu verdirdiğini, bir çeşit nefes egzersizi yaptırdığını söyleyebiliriz.
Kitabı yarım günde bitireceksiniz. İyi bir okur, edebiyata düşkün biri iseniz. Sonra günlerce bir suskunluk kaplayacak içinizi. Adını bile anmayacak halde unutmaya çalışacaksınız. Bir sevdadan kazık yiyip atıyla aşk yaşayan adam beyninizi kurcalayacak: aşk nedir, sevda nedir? Günlerce düşüneceksiniz: evli bir adamın dükkanında sevişmek midir, gizli saklı? Sevda, kişisine dokununca küle mi dönmelidir illa ki?
Bu sorular ve benzerleri yıllarca çıkmayacak aklınızdan. Eminim, çünkü hala düşünüyorum. Rahmetli Metin Kaçan’ı ayakta alkışlıyorum.
Dilek Şimşek – edebiyathaber.net (10 Haziran 2019)