Haruki Murakami’nin külliyatına hakimseniz, yazarın kitaplarında ortak bir takım temaların hakim olduğunu fark etmişsinizdir. Bu temalar da, gerçek üstü olaylar, esrarengiz kadınlar, kaybolan kediler, rüya ve gerçeğin iç içe geçtiği evrenlerdir. Bunların haricinde yazarın en favori teması hiç kuşku yok ki yalnızlıktır. Haruki Murakami’nin 2014 yılında yayımlanan romanı Renksiz Tsukuru’nun Haç Yılları, Japon yazarın en sevdiği temalardan olan yalnızlığı merkeze alıyor. Yalnızlık Murakami karakterlerinin neredeyse yazgısı haline gelmiştir. Yazarın, hikayelerinde başrolü verdiği karakterler sıklıkla 30’lu yaşlarında, bir tür inzivaya çekilmiş, yalnız yaşayan, zamanın çoğunluğunu evlerinde kahve içip, caz ve klasik müzik plakları dinlemektedir. Bu karakterlerin de bir çoğu yalnızlıklarından hiç şikayet etmemektedir bunun tam aksine onlar bu yalnızlık hallerinden memnum görünmektedirler. Yazar, bir anlamda 21. yüzyılın afilli yalnızların hayatlarından portreler sunar. Bireyselliğin, abartılı benlik sunumlarının bu kadar öne çıktığı bir çağda, Murakami’nin karakterleri gönüllü bir sosyal izolasyona çekilmişlerdir. Dünyanın ve kalabalık metropollerin kulakları tırmalayan uğultusundan, sahte insan ilişkilerinden azade bir şekilde, evlerinde kendi huzurlu evrenlerini inşa etmişlerdir. Oldukça sıradan, basit bir hayata sahip bu karakterler bir süre sonra kaderlerini kontrol edemezler ve başlarına olmadık şeyler gelir. Bir kuyunun içerisine düşerler, yüzü ve gölgesi olmayan varlıklarla savaşırlar, kendi hikayelerinin döngüsünü tamamlamaya çalışılar. Renksiz Tsukuru’nun Haç Yılların’da da benzer bir atmosferin içerisindeyiz. Japon yazarın, bu eserinde ana tema ise yalnızlık ve geçmişle yüzleşme oluyor.
Geçmişi geri almak mümkün müdür?
Renksiz Tsukuru’nun Haç Yılları kitabında, hikayesine eşlik ettiğimiz Tsukuru tipik bir Murakami karakteri. Tren istasyonlarının tasarımını yapan, 30’larının ortasında, sıradan, gündelik hayatta kolaylıkla görmezden gelinebilecek insanlardan biridir Tsukuru.
Kahramanımız, okul yılları boyunca sıkı bir arkadaş grubu çevresinin parçasıdır. İki kız ve üç oğlandan oluşan bu grup, bir komün gibi yaşamakta ve hep birlikte hareket etmektedir. Grubun bir başka özelliği ise, her bir bireyin farkı özelliklere ve adlarından kaynaklı bir renge sahip olmalarıdır. Erkekler Mavi ve Kızıl, kadınlar ise Ak ve Kara’dır. Grubun tek renksiz karakteri ise Tsukuru’dur. Tsukuru’nun isminin anlamı ise üretmek ve ortaya çıkarmaktır. Tsukuru, grubun diğer elemanları gibi farklı özelliklere de sahip değildir. Son derece sıradan ve dikkat çekmeyen birisidir. Grubun birbirine kuvvetli bağları, liseden sonra Tsukuru’nun üniversite okumak için Tokyo’ya gitmesiyle ufaktan çözülmeye başlar. En hakiki çözülme ise Mavi’nin Tsukuru’yu telefonla arayıp, hiçbir neden sunmadan kendileriyle bir daha görüşmemesi gerektiğini bildirmesiyle olacaktır. Bu haberden sonra Tsukuru için işler hiç iyi gitmez. Yoğun bir dışlanmışlık ve melankoli duygusuna saplanır kalır. Tsukuru, yakın arkadaş grubundan koparılmasının nedeni olarak, hep bu renksiz ve iddiasız benliği olduğunu düşünür. Sessizce ölümü beklemeye koyulur. “O günlerde kendi iradesiyle hayatına son vermek, ona her şeyden doğal ve mantıklı geliyordu”. Lakin Tsukuru, bir süre sonra içerisine düşmüş olduğu bu ölüm fikrinden sıyrılır. Yaşama sıfırdan başlama kararı alır. Kendini işine adar, bu süre zarfında da Sara isimli bir kadın hayatına girer. Her ne kadar Tsukuru, hayatını düzene koymuşsa da, geçmişin yükü ve hikayesinin yarım kalmışlığı onun peşine düşer. Anılar ve arkadaş grubundan nedensizce çıkartılması onu hikaye döngüsünü eksik bırakmıştır. Onun tamamlanması gerekmektedir. Kız arkadaşı, Sara’nın ısrarıyla, bu yarım kalmışlığı tamamlamak için, eski arkadaşlarını bulmaya ve onlarla hesaplaşmaya karar verir. Tsukuru, bu yolculuğu hem geçmişin yarım kalmışlığını kapatmak hem de kendisine doğru yapılacak bir yolculuk olacaktır. Kitap boyunca bize eşlik edecek olan soru ise şu olacaktır, gerçekten geçmişi geri almak mümkün müdür?
Yalnızlık ve hayatın muamması
Hayatımız boyunca, yarım kalan hikayelerimizi tamamlamaya çalışırız. Lakin çoğu zaman hikayelerimiz eksik ve yarım kalır. Kader ağlarını örer, yollar ayrılır ve herkes başka bir hikayeye adım atar. Geçmişin yükü bu noktada peşimizi asla bırakmaz. Anılar, en olmadık zamanlarda saklandıkları yerlerden çıkar. Bu durum sizi zamanın bir yerine hapseder, özgürlüğünüzün elinizden alındığını hissedersiniz; çünkü hikayeniz sizden en azından bir son ya da yanıt bekliyordur. Peki geçmişi geri almak ne kadar mümkün? Ya da yarım kalan hikayeler nasıl bir bütüne ulaşır? Renksiz Tzukuru’nun Haç Yılları’ndan Murakami, bu soruların yanıtını arıyor bir anlamda. Vaktinde söylenmeyen sözleri, açıklanmayan duyguların pişmanlığını anlatıyor. Zamanın gaddarlığını, masumiyetin kaybının ve geçmişe duyulan özlemlerin peşine düşüyor. Kayıp zamanın izinde, yaşanabilecek ama yaşanmamış güzel anların, duyguların izlerini arıyor.
Bununla beraber Murakami, bu romanında özgürleşebilmemiz için ve daha önemlisi hayata devam edebilmemiz için geçmişin yüklerinden kurtulmanın önemli olduğunu vurguluyor. Yarım kalan hikayelerimizi erteleyerek değil, peşine düşerek tamamlayabileceğimizi vurguluyor. Bir hayatı anlamlı kılacak olanın, doğuştan sahip olduğumuz olağanüstü yetenekler ya da başka özellikler değil; tam aksine hayattaki duruşumuz olduğunu vurguluyor. Sıradan ve görkemsiz olmanın da kötü bir yanının olmadığını hatırlatıyor bizlere. Zaten yaşamda asıl önemli olan, zaman akıp giderken kendinle ve etrafınla ilgili cidden anlamlı şeyler yapabilmek. Daha da önemlisi, bir şeyi istemek ama cidden istemenin kıymetini vurguluyor. Çoğu zaman kişisel hikayenizi bir bütüne tamamlayacak olan kişiye, gecikmeden ve kararlı bir şekilde sevdiğinizi söylemenizi söylüyor. Bu anlamda Tsukuru’nun tren istasyonuyla uğraşması anlamlı. En nihayetinde, hayatın baş döndüren deviniminde kalıcı insan ilişkileri için sığınılacak bir liman ya da istasyonun varlığı çok önemli.
Yazar aynı zamanda kitap boyunca en çok da hayatın kendisini, yaşamanın tutkusunu arzu etmek, onun peşine düşmenin gerekliliğin altını çiziyor. İddialı ve gösterişli bir hayat tahayyülü yerine, sakin, sıradan ama huzurlu bir yaşam talep etmenin de insana iyi gelen bir yanının muhakkak olduğunu hatırlatıyor.
Renksiz Tsukuru’nun Haç Yılları, her zamanki Murakami zarifliğinde, fonda güzel müziklerin çaldığı, yağmurlu Tokyo melankolisi eşliğinde, çağdaş dünyadan insanlık manzaraları sunuyor. Ölümü sorguluyor, bir kaybın yaratacağı eksikliğin tahribatlarını ortaya seriyor. Gerçek ve hayalin ince çizgisinde yürüyor. Zaten gerçek bu hayatta neye inandığımıza göre değişmez mi? Yalnızlığı ve yaşamın muammasını sorguluyor; cevapsız kalan soruların peşine düşüyor üstelik hayatlarımız gibi asla cevabını bulamayacağını bile bile…
edebiyathaber.net (14 Haziran 2019)
“Murakami’den yalnızlığın keşfi | Can Öktemer” üzerine bir yorum