1./ Dokunan
Kadının sessizliğindeydi bakışların. O içe dönük halinde. Gülümseyişine gözlerinle yanıt verdin.
Dün geceden beri onların buradaki yalnızlıklarını düşünmüştün. Her şeyi o denli özenli kurmuşlardı ki; odada hiçbir şeyin yerini değiştirmeyi düşünemezdiniz bile.
Bir masa istemiştin.
Örtüsü ve sandalyesiyle gelmişti.
“Tek bir bardak çay yeter,” demiştin. Demlik ve şekerlikle bir tepside sunulmuştu.
Uykunu kaçırtmak, bu güzelim odada daha çok vakit geçirebilmek için çayını yudum yudum içip Musil’den rastgele seçtiğin “Kulağı Delik Olmak” metnini okuyordun.
Şöyle başlıyordu anlatı:
“Erken yattım, biraz soğuk almış gibiyim, belki de ateşim var. Odanın tavanına bakıyorum, ama gördüğüm, otel odasının balkon kapısı üzerindeki kırmızımsı perde de olabilir; ayırt edebilmek, güç.”
Kendini okutan bir metin. O okuma zamanını donduruyorsun bir ânda,
“Seni, yalnız duyuyorum,” diyordu anlatıcı. Sen de, o duyumsadığın zamanı anlatarak bölünüyorsun iki insana. Biri ülkesinin sürgünlüğünde, diğeri suskunluğunun.
Banyoya açılan ahşap dolap kapaklarının öyküsünü anlatıyorsun Hilmi’ye. Banyonun ışığının neden hiç sönmediğini anlatmıştı sana.
“Ustalar fayansları döşerken unutmuşlar elektrik düğme yerlerini…”
Gülümsemiştiniz ikiniz de. Bunun üzerine Paris’te o oteldeki odanda banyo aramandan söz etmiştin. Dolaplardan birinin kapağını açınca, bir dehlize girercesine saklı banyo çıkmıştı karşına!
Sabah kahvaltıda seni ilk karşılayandı, elinde donanmış tepsiyle. Hiç yan yana görmedin onları dün geceden beri. Biri içerideyken diğeri yokta.
Pansiyonun mutfağı kapısı bahçeye açılan dış bir mekândaydı. Bahçeyi gölgeleyen kocaman palmiye ağacı yapıyı sindirmişti adeta. Onun yarı boyundaki kozalaklı çam, süs bitkisi gibi duruyordu.
Bir sedirin yanıbaşında kuyu, iğretice konmuş birkaç masa… saksılarda solmuş çiçekler…
Sabahın poyrazı bahçeyi canlandırmıştı. Diğer adlarını bilmediğin ağaçların dalları, gövdeleri salınır olmuştu.
Aklın kadının kederli yüzündeydi. Üzerinde eprimiş el dokuması yeşil bir hırka vardı.
Daha ilk bakışta; ‘çocuksuz kadınların yaşlanınca kederleri ortaya çıkar,’ diye geçirmiştin içinden.
Tepsiyi masaya bıraktığında, ona, bu bahçeyi neden hep merak ettiğini anlatmak istemiştin. Ama içe dönük hüzünlü suskun hali ürkütmüştü seni. Dahası dokunmuştu. Hele Hilmi’nin kısık, yumuşak tınılı sesini hatırladıkça, kıvrak el hareketlerini düşündükçe…
2./ Divane
Ona anlattığın neydi, bunu sonraları düşündün.
Gece uykudan uyandıkça not ettiğin kâğıtlar önündeydi sabah.
Işıltılı bir yerdeydin: İmren.
Önce hazırlanan küçük kitapçığa göz atmıştın. Üç kuşaklık bir öykü anlatılıyordu orada. Selanik muhaciri Hasan Usta’nın öyküsü dile getirilerek başlanmış kitapçığa.
Bir mesleğin ve işe aşkla tutunmanın öyküsü vardı orada. Ülfet Hanım’ın öyküsünü de okuyunca gülümsemiştin ister istemez.
Seni divane eden zamana dönmüş, tutup ona şunları yazmıştın:
“Sizde göz izi bile bırakmadım ki öfke duyasınız. Ama bunca suskunluk, hadi demeyecektim ama, söyleyeyim; ‘sağırlık’ niye?”
Divane olmak böyle bir şey… Gitmek, hissederek yaşamak… Her yerde, her zamanda olmak demek.
3./ Dönüştüren
Aklın Adam Smith’in o sözlerindeydi kaç gündür:
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” (laissezfaire, laissezpasser)
4./ Gün Dokunur Sessizce
Dağılır zamanın külleri. Üflenen bakışlar yiter. Rüzgâra gerek yok, burculanan bir ses öteden çıkagelir.
Söylenmeyeni hatırlatan dilin dağdağası var her sözcükte. Bir nefes gibi olmaya değer sensizlik.
Şimdi zamanlama hükmündeyiz madem, sorgusuz yolcuyuzdur da. Gitmeyi seç; hadi, gözlere mil gerekmez.
Aç yeni bir kitabı oku, öncesinde sevdiğin sözcükleri tut aklında. Yak parmak uçlarını sonra, dokunduğun yerden çıkaramaz seni kimse.
Hadi, unut gözlerini de sonra. İlk kez okuduğun bir kitaptan rastgele bir yerden satırlar çiz, altını kalın kalemle göstermeye de gerek yok:
“Olumsuz karakter, kendi öz değerini yitiren alanın tüm nesnelerine aynı biçimde yayılır. Yiten amacın ayrıcalıklı yönü, sorunun ortaya koyduğu farklılaşmış yapı yıkılmıştır… Tikel olgular, hele ki özel bir anlam yüklenerek betimlenmelerinden hoşlandığımız türlü fizyolojik tepkiler, ancak heyecan topolojisinin bütününe dair bu kavrayıştan hareketle kavranabilir.”
Söyle artık, ‘zamansız hükmündedir,’ diye; anladığın dilde anlat. Nehirlerin akmasına aldırma. Irmaklar bize göre değil demeyi de unutma. Bırak avuçlarındaki çizgileri gösteren duruluklara bakan gözlerin özlemini.
Yalnızlaştır sesini çoğaltmak için özlemlerini, bir de aranızdaki sözün mevsimlerini.
Sesini sesinden kaçır.
Hercai bir gönül ılgın ağaçlarına benzer. Her mevsim Akdeniz, der; yağmursuz da kalsa fark etmez rengini. Gönlünü buladığı her renktedir.
Oysa bilmez ki; kendi sesinde olunca insan rengiyle döner, dağlara dağlara…
5./ Kendi Kederinde Dünya
“Sizi sevmeyen birini acıtamazsınız…”
Hatırlamıştın bu sözü onca hoyratlık karşısında.
edebiyathaber.net (18 Haziran 2019)