Kitaba ismini veren öykünün yazarı, Dino Buzzati Traverso, 16 Ekim 1906 tarihinde İtalya’nın Veneto bölgesindeki Belluno kasabasında doğdu. Romancı, öykü yazarı, ressam, gazeteci ve şairdir. Dört çocuklu, Venedikli bir ailenin ikinci çocuğu olan Buzzati, Milano Üniversitesi’nde hukuk okudu; 1928’de Corriere della Sera gazetesinde çalışmaya başladı. 1933 yılında ilk romanı ‘Dağların Adamı Barnabo’yu yayımladı. Yazarlık kariyerine 1940’ın yaz aylarında, başyapıtı olarak kabul edilen -Il Deserto Tartari- Tatar Çölü’nü yayımlayarak dev bir adım attı. Roman, 1949 yılında yapılan Fransız’ca çevirisi “Le Desert des Tartares” ile dikkatleri üzerine çekti. Daha sonra yirmiden fazla dile çevrilen ve filme de uyarlanan roman, yazarına dünya çapında bir şöhret kazandırdı. Bir “sorgulama” romanı olan Tatar Çölü, dilimize ilk kez 1968 yılında çevrildi. Varoluşçuluk etkisi hissedilen, Dino Buzzati’nin bu romanı (İnsanın yazgısından kaçması imkânsızdır) ana fikri üzerine kuruldu. Le Monde’in seçtiği Yüz Yılın Yüz Kitabı listesinde ikinci olan roman, ülkemizde de çok büyük ilgi gördü ve beğenilerek okundu. Dino Buzzati, 1953 yılında ‘Klinik Bir Vaka’ isimli oyunu kaleme aldı. 1956 da Albert Camus tarafından uyarlanan oyun Fransa’da sahnelendi ve büyük beğeni topladı. 1958 yılında ise Milano’da ilk resim sergisini açtı. Buzzati, yine 1958 yılında İtalya’nın en önemli edebiyat ödüllerinden biri olarak kabul edilen Strega Ödülü’nü kazandı. Yazarın son kitabı, Zor Geceler adıyla yayımlandı (1971). Dino Buzzati, 20’nci yüzyılın en büyük yazarları arasında yerini aldı. Edebiyat, gazetecilik ve resme olan merakı, yeteneği ve sevgisi nedeniyle her zaman çok yönlü bir isim olarak öne çıktı. Buzzati, uzun süre kanserle mücadele ettikten sonra hastalığına yenik düştü ve 28 Şubat 1972’de hayatını kaybetti. Öldüğünde 66 yaşındaydı. Türkçeye çevrilen kitapları: İlk sırada, Tatar Çölü, Tanrı’yı Gören Köpek, Bir Aşk, Colombre, Tam O Anda, Dağların Adamı Barnabo, Yaşlı Ormanın Gizemi, Ayıların Meşhur Sicilya Baskını, Fırçanın Ucundaki Hikâyeler, Yedi Ulak. Buzzati, modern toplum insanının endişe ve umutsuzluk dolu yaşamını işlemiştir. Gerçek üstü ve simgeci anlatım biçimi ve ürkütücü imgelemi, yoğun Kafka etkileri taşır.
Geçmiş zaman kipiyle yazılmış öykü, Tis Köyünde geçmektedir. Defendente Sapori, zengin amcasının, sırf kötülük olsun diye –amca sonra kıs kıs gülmüştür- kendisine vasiyetle bıraktığı, köyün fırınını işletmektedir. Şart, beş yıl süreyle herkesin göreceği bir yerde, sabahları yoksullara elli kilo ekmek dağıtmaktır. Oflayıp puflasa da elinden bir şey gelmez. Kalabalığın gözü önünde tartılan ekmek, her sabah rutin olarak dağıtılır. Sapori bu işe çok bozulmaktadır. Kendince geliştirdiği yöntemle hile –hırsızlık- yapmaya başlar.
Aynı yaz köye, Tanrı’nın pek uğramadığını öğrenen yaşlı ermiş, Silvestro gelir. Köpeği Galeona ile Tis’in dışındaki eski kilise kalıntısına yerleşir. Kaynaktan su içer, karnını otla ve keçiboynuzuyla doyurur. Bir zaman sonra bölgedeki köylüler, geceleri yıkık kilise yönünden garip ışıklar görmeye başlarlar. İçlerinden biri bir gece, merakını yenemeyerek ne olup bittiğini öğrenmeye gider. Yarı yolda motoru bozulur. Nedense yürüyerek gitmez! Dönünce, ermişin tepesinden bir ışık aylası yayıldığını söyler. Köylüler hemen bunun Tanrı’nın ışığı olduğu sonucuna varırlar…
Öyküdeki karakter, köpek Galeona, ikinci karakter ermiş Silvestro’dur. Her ne kadar kurgu onun çevresinde gelişse de fırıncı Defendente Sapori, üçüncü sıradadır.
Bir sabah Sapori, ekmekleri dağıtırken avluya bir köpek girer. Bekleşen dilencilerin arasından süzülerek, sepetten bir ekmek alıp yavaşça uzaklaşır. Bu iş her sabah tekrarlanınca, Defendente hırsız köpeği takip edip Silvestro ile karşılaşır; ondan çok etkilenir. Köyde ermişle karşılaşan ilk kişi olmak hoşuna gider. Sonrasında köpeğin ekmek almasına ses çıkarmaz. Dahası Galeona çevresindeyken, hırsızlık yapmaz; kötü konuşmaz.
Yıldızlı soğuk bir gece, daha öncekilere benzemeyen büyük beyaz ışıklar görününce, ermişi görmeye gelen Tanrı’nın ışığı olduğu ve dolayısıyla köpeğin de Tanrı’yı gördüğüne inanırlar. Galeona’ya saygıda kusur etmezler; o da köyün içinde muhtar gibi dolaşır; istediği yere girer çıkar; köpeği görünce saygılı, dürüst davranırlar. Bir önlerini iliklemedikleri kalır! O yakınlardayken küfür etmekten, birbirlerine kazıktan atmaktan çekinirler. Yıllardır kapalı olan kilise yeniden ilgi görür. Pazar ayinleri kalabalık olmaya başlar.
Sonunda önce ermiş Silvestro, ardından Galeona ölür. Birden Tis köyü halkında bir rahatlama olur. Geçmişte, Tanrı’nın varlığını yeniden mi hatırlamışlardı? Yoksa birbirlerinden etkilenip inanıyor gibi mi davranıyorlardı? Evet, Tanrı bozuntusu köpek artık yoktu. Ne olursa olsun, yıllar boyu edindikleri alışkanlıklardan artık vazgeçmeleri zordu. Pazar ayinleri bir sosyalleşme, bir eğlence olmuştu. Artık küfürler bile abartılı, kulak tırmalayıcı geliyordu. Ayrıca eskiye dönmek, bir utancın itirafı olmayacak mıydı? Bir köpeğe saygı göstermek için yaşama biçimlerini değiştirmişlerdi. Memleketin farklı yerlerinde yaşayan herkes kahkahalarla gülecekti.
Buzzati’nin bu öyküsü ayrı bir dünya sanki. Ermişin mezarında ağlarken bıraktıkları köpek, günlerce yerinden kıpırdamamış, orada ölmüştü. Uzunca bir süre başka bir köpeği Galeona sanmış, saygıda kusur etmemişlerdi. Gerçeği, o köpek ölünce, gömmek amacıyla Silvestro’nun mezarına gidince öğrenmişlerdi. Tahta haçın dibinde, ermişin mezarının üstünde küçük bir iskelet uzanıyordu; köpek iskeletiydi. Kardan, rüzgârdan, yağmurdan yıpranmış, telkâri gibi kırılgan, beyaz olmuştu.
Tanrı’yı Gören Köpek, her ayrıntının yeterince anlatıldığı, akarsu gibi bir öykü diyebilirim. Anlatıcı yeri geldiği zaman ortadan kaybolmayı beceriyor. Kurmaca olduğunu bildiğimiz halde, bir gerçeğin peşine takıldığına inandırıyor okuru. Öykü, iyi kurgulanmış. Kişiler yerli yerinde, mekân Tis köyü. Uzunca bir zamanı –on yıl civarı- içeriyor. Olay örgüsü oya gibi işlenmiş. otuz sayfalık öyküde anlatımda fazlalık ya da sarkan yerler yok. Dil sade ve anlaşılır. Olay bir film gibi gözümüzün önünde canlanıyor. Diyaloglar sohbet havasında ve inandırıcı. İyi okumalar dilerim.
Yusuf Uzunyol – edebiyathaber.net (17 Temmuz 2019)