Stefan Zweig 1881 yılında Avusturya’da dünyaya geldi. Edebiyatla ilgilenmeye küçük yaşta başladı. İngilizce, İtalyanca, Fransızca, Latince ve Yunanca öğrendi. Uzun yıllar şiir, biyografi, oyun ve romanlar yazdı. Yahudi kökenli oluşundan kaynaklı sorunlar yaşadı, hatta Naziler tarafından eserleri yakıldı. Bir süre bu kargaşa içinde bulunduktan sonra eşiyle birlikte Brezilya’ya göçtü, fakat sürgün edildi de diyebiliriz.
Stefan Zweig’in Brezilya’da, yaşamının son zamanlarında, yazdığı ve ilk olarak 1941 yılında yayımlanan romanı ‘Satranç’, insan psikolojisini etkiletici bir biçimde ele alır. Stefan Zweig eserleriyle bize, iyi bir yazar ve çok usta bir psikolog olduğunu gösterir. Diğer öykülerinde olduğu gibi “Satranç” öyküsünde de bulunan psikolojik betimlemeleri ve çözümlemeleri Stefan Zweig’in iyi bir gözlemci ve biyografici oluşundan gelir.
“Satranç”, New York’tan Buenos Aires’e gitmek üzere yola çıkan bir gemide geçer. Satranç ile uzaktan alakalı olan anlatıcı, yeni dünya şampiyonu Mirko Czentovic ve hayli zamandır satranç oynamaktan uzak olan Dr. B. adlı bir satranç ustasının bu gemide birbirlerine rastlamaları ve akabinde yaşanan olayları anlatır ‘Satranç’. Czentovic, öğrenme güçlüğü çeken ve babasının uzun uğraşlarına rağmen okuma yazma dahi öğrenemeyen Slav kökenli bir köylüdür ve yoksul bir ailenin mensubudur, babası rahiptir ve arkadaşlarıyla sık sık satranç oynar, minik Mirko ise bu satranç oyunlarını izleyerek kendi içinde satrancı çözümler ve oynayabilecek düzeye gelir. Yine bir gün, bir satranç oyunu sırasında rahibin işi çıkar ve rakibin teklifi ile minik Mirko rahip yerine oyuna devam eder. Yarıdan devam ettiği ve sonrasındaki iki oyunu da kazanır Mirko Czentovic. Bu şekilde, küçük yaşta iyi derecede satranç oynamasıyla milletin dikkatini üzerine çeker Czentovic. Rahip onu daha iyi rakiplerle karşılaşabileceği bir yere götürür ve onu orada test eder. Oyunlar Czentovic için oldukça iyi geçer ve ilk iki oyundan sonraki tüm oyunlarda rakiplerini art arda yenmeyi başarır. Genç yaşta dünya şampiyonluğuna ulaşır. Satranç oynama üzerindeki başarısının aksine hala bir şeyleri öğrenmiş veyahut becerebilmiş değildir Czentovic. Kendini hayattan soyutlayarak, önündeki siyah ve beyaz kareler üzerindeki siyah ve beyaz taşları hareket ettirip rakiplerini yener ve çok para kazanır. Hayatı satranç oynamak ve bu yolla para kazanmaktan ibaret olduğu için de kendini dünyanın en müthiş varlığı olarak görür.
Anlatıcımız, gemide dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’in bulunduğunu öğrenir ve onunla bir parti oynamak için, İskoç bir zengin olan McConnor ile bir araya gelirler. McConnor şampiyonun onlarla öylesine oynamayacağını bildiği için ona para karşılığı bir oyun teklif eder. Czentovic ise bu teklifi seve seve kabul eder. Gemide yeteri kadar satranç takımı olmadığı için satrançla alakalı kişiler takım olarak Mirko Czentovic’e karşı oynarlar. Czentovic ilk oyunu ve sonrasında kendisine teklif edilen oyunları zorlanmadan kazanır. Kaybetmekten hiç hoşlanmayan McConnor ise art arda yeni oyun teklif eder. Yine bir oyun sırasında takım kaptanı McConnor’un hamle yapacağı sırada arkadan cılız bir ses duyulur. Bu ses, uzun zamandır satranç oynamayan Dr. B.’nin sesidir. Dr. B. beyleri uyarır ve onlara yapacağı hamleler hakkında tüyolar vererek oyuna yön verir, bu sayede kazanmaya çok yaklaşırlar. Dr. B.’ye Czentovic ile teke tek oyun oynaması teklif edilir ve Dr. B. başta bu teklifi reddeder. Reddetmesinin altında geçmişinde yaşadığı garip bir olay ve bu olayın Dr. B. üzerindeki etkileri yer alır. Dr. B. en sonunda oynamayı kabul eder ve geçmişte yaşadığı olayların etkisiyle bir oyun sırasında fenalaşır ve sinir krizi geçirir. Bu krizin sebebi de geçmişinde yaşadığı etkileyici olaylardır. Dr. B. avukattır ve babasıyla yaptıkları yasa dışı işlerden dolayı yakalanıp mahkûm edilir. Mahkûmiyeti sırasında gün ışığı görmez, hiçbir sosyal faaliyeti olmaz, herhangi bir yazı okuyamaz ve beynini kullanabileceği işlerle meşgul olamaz. Sadece düzenli olarak götürüldüğü sorgu odasında çenesini kapalı tutmaya çalışır ve bu yaşantıdan dolayı beyin fonksiyonlarının zayıfladığını fark eder. Bu sıralarda bir rastlantı sonucu eline geçen bir satranç oyunları kitabı, hayatını geri dönüşü olmayan bir yola sokar.
Stefan Zweig, “Satranç” öyküsünde, insan psikolojisini ve bilinçaltını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. 1. Dünya Savaşı ve Nazi zulmünün kendi üzerindeki etkilerini hemen hemen her eserinde okuyucuya yansıtan Stefan Zweig, ‘Satranç’ adlı romanında da yer alan bu psikolojik incelemeleri ustaca ele alır ve okuru öykünün özünden koparmadan öykünün sonuna kadar sürükler. Okur, bu kitabı okuduğu sırada öyküdeki detayları çözmeye çalışırken kendini bir labirentin içinde bulur ve kaybolur. Fakat şundan eminim: ‘Bu kayboluş, insan hayatında yaşanabilecek en anlamlı kayboluşlardan biridir!’.
Mehmet Ali Uysal – edebiyathaber.net (19 Temmuz 2019)