Bir zaman/sız bakışta Philippe Sollers | Feridun Andaç

Temmuz 30, 2019

Bir zaman/sız bakışta Philippe Sollers | Feridun Andaç

“En nihayetinde bir insan, çözülmesi az çok karmaşık bir depremdir.”

Philippe Sollers

Yazdığı her metinde sizi söylensel bir dille buluşturan Philippe Sollers, çağın deneysel anlatıcısı bence!

Neden “deneysel” diyorum onca yapıtıyla zamanına iz düşürmüş bir anlatıcıya?

Dilimize yeni çevrilen “Merkez” romanını okurken, ister istemez Rilke’nin “Malte Laurids Brigge’nin Notları”na döndüm. Ortak bir payda bulduğumdan değil; çağının anlatısını kurmada anlatıcının kendi ben’inden nasıl yararlanabildiğini hatırlatması beni eşzamanlı okumaya yöneltti ister istemez.

Yazın serüveni 1950’lerde başlayan Sollers’i, “küresel anlatıcı”/ “post-modern anlatıcı”  diye yaftalayacak değilim. Ama zamanın ruhu denen gerçekliğe bakışı/yorumu, hatta yazar/anlatıcı algısının açıklığı onu bugünün yazarı yapmada öne çıkarıyor.

Kuşkusuz Sollers nedensizleştirmeden yazmayan biri. Kurgusal metinlerine nasıl başladığı, ne düşündüğünü sanırım en iyi anlatan şu kitaplar da bunun sırlarını veriyor bize: “Görmek ve Yazmak” (Bir Mimar ile Bir Yazar Tartışıyor/ Christian de Portzamparc-Philippe Sollers). Ve elbette ki “Roland Barthes’ın Dostluğu” (Philippe Sollers).

Çokyönlü bakış, çoklu zaman yolculuğunda sizi buluşturduğu izleklerle günümüz insanının parçalanan dünyadaki sanrılarını anlatıyor bir bakıma. Öyle ki o “küresel gösteri çağı”nın sarmaladığı dünyalardan kopuşla kendi olabilme derdine düşen “insan”/ “birey”in sürüklenişi olarak da okuyabiliriz Sollers’in anlattığı öyküleri. Tek parçalı, tek zamanlı, tek bir öykünün akışında vermez bunları da.

“Merkez”, işte kendini bir yere/zamana/hatta tutkuya odaklayamayan insanın dağılma/çözülme öyküsü olarak çıkar karşımıza. Anlatıcı kendi zamanının içindeki başka zamanlara dönerken, ötede de Nora’nın öyküsüne karışan kendi zamanını anlatır. Uzak-yakın duruşlarla var olma sürüklenişidir aslında oradaki yakınlık da. Haz ve arzu çağının aynasında görünenleri anlatması ise başlı başına “Merkez”dekilerin görünen/görünmeyenlerini içerir.

Sollers, tıpkı “Sabit Tutku”da yaptığı gibi, anlatıcı-yazar’ın öyküsüne karışanları zihnin labirentlerinden geçirerek anlatı içinde anlatı/lar kurar. Yazılan metnin iç sesine karışan anlatıcının içsesiyle kahramanların duruş/düşünüşleri çoklu göndermelerle karşımıza “post-anlatı”lar çıkarır.

İşte bir yerde de romancı-kahraman şunu söyler:

“Romanlarım akıl yürütme ilişkileri. Onları kaydediyorum, sesim onlara karışıyor.”

Bu izlerden giderek bile okurun kafa karışıklığını aydınlatan başka seslerle buluşursunuz “Merkez”de. Dönüp kendi durduğunuz yerin kaygan olup olmadığına, sesinizin nerelere nasıl yansıdığına da bakarsınız.

Üstelik Sollers, size, metin kurma bilgisiyle yaşama bilgisinin aynı olmadığını da ustaca öğretir. Bunun için de “Sabit Tutku”ya geçerek, anlatıcının o karşılıklı söyleşiminde dile getirdiği düşüncelerine dönmeniz iyi bir okuma yolculuğu olacaktır size.

Sollers-Barthes dostluğuna döndüğünüzde ise; iyi duyguların iyi düşüncelerle nasıl beslendiğini, iyi dostlukların nasıl/ne yönde kurulabildiğini görüyorsunuz. Sanırım edebiyatımızda pek de olmayan/oldurulamayan bir dostluk yurdudur onların ki. Belki de “bahçesi” demek en doğrusu.

Yazının çağrısı vardır. İyi anlatılar iyi yazarlarla gelir. Size bir kapı açar, bir adaya çıkarır; oradan başka kapılar, başka adaların keşfine yönelirsiniz.

Sollers, benim gözümde o soy yazarlardandır.

Evet; “Dikkate değer her şey nadir olduğu kadar da zordur.”

Bu bilinçten hareketle Sollers’i okuyabilirsiniz. Salt bir karşılaştırma yapmak için bile olsa, Rilke’nin anlatısına da dönmeniz kaçınılmaz olacak bence! Neden mi?

Çünkü her çağ kendi yazarını, kendi insanını getirdiği gibi anlatısını da getiriyor. Hem de biçimi/rengi/sesi/ soluğuyla.

Bunu da ancak o zamanın öznesi/nesnesi ve algı biçimiyle yarattığı düşlemle kurup ederek taşıyanlar yapabiliyor. Salt bir “hikâye” anlatmak için yola düşenler değil.

Çağının insanının o karmaşık yanlarını saydamlıkla, çokseslilikle anlatanların yoluna yolunuzu düşürdüğünüzde sanırım bunu görmeniz mümkün.

İşte tam da bu noktada sizi karşılar Sollers’in çoğul kimlikli kahramanları ve anlatısının çoğul dokusu. “Merkez” ve “Sabit Tutku” bu soy anlatıları.

Evet, onun şu düşüncelerini de yedeğinize alarak başlayabilirsiniz bu iki romanını okumaya:

“Yazılmış olanlar, yaşanmış olanlar. Bana gelince, beni ilgilendiren şey bundan kurtulmak. Peki nasıl? Hemen her zaman, yaşanmaz olanın açığa çıkarılması yoluyla. Bitmiş, tamamlanmış olandan kurtulma arzusuyla. Yavaş yavaş anlatı, daha ferah, daha rahat bir konuma ulaşıyor; bu da bize, şurada burada, kentlerde, yolculuklarda, inziva köşelerinde yol gösteriyor. Zamanın doğası değişince mekânınki de değişir.”

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (30 Temmuz 2019)

Yorum yapın