Vah, vah hanımım, nasıl olmuş ki o öyle? Yıllardır çalışan saat. Hepten mi durmuş? Salondaki değil mi? Hani beyaz koltuğun arkasında, duvarda, evi kollar durur. Nasıl da güzel bir saat. Bir içim su, maşallah. Tabii, bilmem mi, antika. Büyük büyük dedenizden kaldıydı. Ben anlamam pek, ama böyle güzelini görmedim vallahi. Var, bak, Mehtap Hanımların evinde de var. Dört numaradaki. O da, güya, kapının üstüne asmış. Tin, tin ince mi ince sesi, duyulmaz bile. Hiç karşılaştırılır mı hanımım? Onlarınki emanet gibi böyle. Sorsan çok değerliymiş der, babasından kalmışmış da. Hiç değil valla. Yıllanmış da pörsümüş sanki. Sizinki pasparlak, capcanlı. Dong, dong gürbüz sesli. Her hafta silerim muhakkak. Bir kere dong dedi mi, hiç aksatmadan. Mavi bezi ona ayırdıydım. Yumuşak yumuşak. Sadece suyla. Birazcık da sirke. Elma sirkesi. Kokmayacak kadar. Tıkır tıkır da çalışıyodu hâlbuki.
Daha geçen hafta, dongdong, müzik gibi. İnan, süpürgenin sesini bile duymam o dongdonglardan. Mırıl mırıl gelir. Sizin kedi gibi. Yok alınmasın hanımım, alışkanlıktan dedim. Yoksa der miyim hiç kedi medi? Küfür bilmem ben. O cancağız, pamuk, pamuk maşallah. Bir gelir yanıma, dünya durur vallahi. Cenab-ı Hak, ne güzel yaratmış derim. Canan Hanımların Mestan var ya, aman bir pis, bir pis. Her yeri yapış yapış tüylüyo. Pisi pisi dersin mal gibi bakar suratına. Bizim köydeki mallara desen yanına yanaşır, bu, bi’ acaip. Pist dersin gitmez, mendebur, dolanır ayaklarına. Sizin Pamuk öyle mi hiç? Dediğimden değil hanımım. Pamuk’a pist denir mi? Şeker gibi şey, insanın içi el vermez pist demeye.
Belki, Pamuk, hani yanlışlık olmuştur, atlamıştır saatin üstüne? Dayanamamıştır da, bi’ seveyim demiştir dong donglarını? Gerçi atlayamaz oraya. Haşa, şişman olduğundan değil. Mestan’a bak, fil yutmuş mübarek. Bi’ de Pamuk’a bak, nasıl sağlıklı, nasıl incecik, maşallah. E, sahiplerine çekmiş tabii. Herkes kendi sahibine. Atlamaz, yapmaz ya, belki, diye aklımdan şöyle bir geçiverdi işte. Tabii, siz daha iyi bilirsiniz. Doğru, atlasa düşürürdü. Taş gibi yerinde duruyo saat. Taş dedimse, elmas. Toz bile konmamış üstüne, düzenli siliyom tabii ben onu.
O sallanan şeyi pat diye durdu ha? Allah, Allah. Biliyorum canım benim, çok üzgünsünüz. Gözlerin de şişmiş. Yılların saati sonuçta, insan alışıyo. Dong, dong. Büyük büyük dedenizin yadigârı. Yok, çirkin olur mu hiç? Vallahi, şiş göz bu kadar mı yakışır bi’ insana? Akmamış hanımım, aksa demez miyim? Sizin rimeller öyle dandiğinden mi ki hemen aksın. Mehtap Hanım’ınkini bi’ görsen. Gözleri dolsa, yüzü gözü simsiyah olur. Ucuz tabii. Geçen, kocası bağırmış mı ne buna sabahın köründe. Ben duymadım da, beş numaraya giden arkadaş var ya bizim, Hacer, o söyledi. Ona da Serpil hanım demiş. Tam üstüne gittim o gün Mehtap Hanıma, ama anlatmadı tabii. Nemrut. Ağzını bıçak açmaz onun. Görsen, ağlamaktan, nasıl çirkin olmuş. Güzel değil zaten, iyice paçavraya dönmüş. Saçı mı? Civciv etmiş kendini, size benzeyecem diye. Allah aşkına, sizinki gibi olur mu onun keçesi? Altın gibi senin saçın. Sanırsın Rabbim öyle yaratmış. Özene, bezene. Maşallah, tahtaya vur, kıçını kaşı hanımım.
Hacer, geçen de şey dediydi. Vallahi onun yalancısıyım. Yevmiyeler dedi, artmış da biraz. Serpil Hanım da, bununkini artırmış, o da ordan yani. Haklısınız hanımım, şimdi siz böyle üzgünken. Benimki de laf işte.
Sadık Usta da mı bilemedi saatin derdini? Hep gelir, kontrol eder diyodunuz. Tabii, düzenli kontrol olmazsa, maazallah. Doğru, dediydin ya, oğluna gidecek kışı geçirmeye diye. Sakınan göze çöp batarmış ya. Acaba, Mehtap Hanım’ın gözü mü değdi ki? Bi’ okutup, üfletsek evi? Kurşun döksek? Geçen de Pamuk’a değmişti hani. Güzelim tırnakları çıt diye kırılıvermişti. Mantar mı kapmış. İçim nasıl cız ettiydi. O da bi’ can sonuçta. Neyse ki, beyefendi akıl etmiş sağlık sigortasını. Akıllı adam. Benimki gibi mi? Bak ben cahilim, yalan yok. Ama benim adam, benden beter. Hiçbir şeyden anlamaz, oturmasını kalkmasını bilmez. Sizin beyefendiye baksın, örnek alsın diyorum, yok, kafa delik yağ tenekesi mübarek, almıyo ki bir şey.
Bak yine Pamuk’a gitti aklım. Mışıl mışıl da uyuyo, bebek gibi, bebek. Şimdi daha iyi mi, inşallah? Kontrolü var dediydin evvelsi hafta. Oh, çok şükür, aman hanımım. Beyefendi akıllı adam vallahi. Kimin aklına gelir, sigorta falan. Herkes, hayvan deyip geçiyo. Ben hiç öyle görmem. Allah’ın yarattığı can sonuçta. Peygamberimizin sevdiği hayvan. Hayvan dedimse, lafın gelişi. Evlat neyse, bu yavrucak da öyle.
Sigorta demişken. Gündelikçilere de mi yapılıyomuş ne. Eskiden yoktu ya. Yapılmazsa suçmuş diyolar da, tabii ben bilmiyom. Yok, hanımım, ne tehdidi. Ben, öyle diyolar diye dedim. Valla Hacer demedi. He ya, sen de haklısın, şimdi bu kadar üzüntünün içinde.
Sadık Usta, diyorum. Bakıyorum deyip, ihmal mi etti acaba? E, tıkır tıkır işleyen saat, ne diye dursun. Pek sağlam ayakkabı değil diyolar onun için. Ben tanımam, kimsenin günahına girmek istemem. Yukarda Allah var. Beyefendinin mi? Babasının arkadaşı. Bak görüyosun işte, milletin ağzı torba değil ki büzesin. Adamcağız hakkında neler, neler. İyi bakmaz mı hiç. Meyve veren ağacı, hanımım, taşlarlar vallahi. Topa tutarlar.
Dong, dong derdi aah, aah! Vallahi benim de içim yandı şimdi. Bi’ dong diyeydi, sileydim mavi bezimle. Her hafta, her hafta duymaya alışmışım, kafamda ne ses varsa, hepsini sustururdu. Maşallah. Dong da dong. İnsan, kaybetmeyince anlamıyo hanımım. Değerini bilemiyo işte. Ben de, şimdi bu üzüntüyle. A, aşk olsun, gevşetir miyim? Bugün de Allah’ın günü değil mi, çalışırım elbet.
Anahtarını da mı bulamadınız? E, üstünde dururdu ya onun? Onu da bi’ güzel silerdim. Kendi ellerimle koydumdu, geçen hafta. İyice sildikten sonra. Bak, ne diyecem. Benim ardımdan, sizin oğlanın müzik hocası gelmiyo mu? Hoca demeye bin şahit. Gözleri fıldır fıldır o kız çocuğunun. Ne bileyim, hep de der ya, bu saatin sesi tam bir nato. Evet, hanımım nota, nota, do notası. Dong gibi. Ben ne bilirim nato mu, nota mı, neyse. Hani kendini tutamadı da eli uzandıysa diye dedim. Dong, donguna dayanamadıysa sonunda. Af, buyur, öyle değil hanımım, belki sesini açacaktı, aldı anahtarı, sonra kaybetti. Yahut unuttu yerine koymayı. Yanlışlıkla yani. Doğru tabii, televizyon mu ki bu, sesini açsın. İnsanın aklına türlü türlü şey geliyo işte.
O mu dedi, saat durmuş diye? Odaya girer girmez. Maşallah ne göz! Baktınız, anahtar da yok, ha? Doğru diyosun hanımım, gözü de kulağı da iyi olmasa, hoca yapar mıydınız onu? Yatsın kalksın size dua etsin. Sigortalı, maaşlı işe girse bu yaşta, rüyasında göremez bu parayı. Hep derim, Allah sizden, beyefendiden razı olsun.
Dong dongunu duymadan gitmezdim hanımım, bilirsin. Bi’ kere dong dedi mi, silerim, altı kere dedi mi, işim bitmiştir çoktan. Hiç aksatmam. Oy, bu hafta nasıl olacak, nasıl edecem. İnsanın kafasının içinde o dongdonglar olmayınca. İnan, akşam eve giderim, hala duyarım kulaklarımda. İçimde dongdong çınlar dururum.
Dur, bak, sirkeli suyu hazırlayım, önce onu sileyim, bi’ seveyim, belki çalışır ha?
Aman, hanımım! E, yerdeymiş ya bu anahtar. Şimdi mi düştü? Yok, benden nasıl düşsün. Bilmiyom ki o şıngırtı ne. Cebimde ne arasın hanımım? Gözlerinize inanacaksınız tabii de. Tövbe estağfurullah. Yeminlen ben almadımdı. Tövbe, tövbe. Nasıl girmiş ki cebime? Üç harflilerin işi olmasın? Tövbe Bismillah. Tü, tü, tü. Belki Pamuk? Hani, şaka diye. Allah’ım sen affet.
Al tabii hanımım, al, bak bakalım, belki de çalışır, dong dong. Hadi, inşallah!
Funda Mengilli kimdir?
1984 yılında Ankara’da doğdu. Halen Ankara’da yaşıyor. ODTÜ’den mezun olduğu 2007 yılından beri şehir plancısı. Öyküler ve çocuk hikayeleri okumaktan, genel olarak yazmaktan, hemen her şeyi çizmekten keyif alır.
edebiyathaber.net (22 Ağustos 2019)