Dönüyordu. Ev, gözümün önünde dönüyordu. Sırtımı duvara yasladım. Sağ elimle başımı, sonra boynumu ovaladım. İçeriden Kaan’ın sesi geliyordu. Bilgisayar oyununa kapılmıştı. En küçüğü sepete koyduğum oyuncakları tekrar dağıtıp salonun her yerine saçıyordu. Ben topluyordum o saçıyordu. Bunu bilinçli yapıyor gibi hissediyordum. Kendi çocuğum bana savaş açmıştı. Yerlerde sürünüyordu.
Ben yemek hazırlarken, lego kutusunu getirip mutfağın tam ortasına döktü. Minik lego parçaları buzdolabının alt kısımlarında gözden kayboldu. Daha iki saat önce topladığım legolardı bunlar. Dün de 1000 parçalık puzzle’ı kutusundan çıkarıp misafir odasının her yerine dağıtmıştı. Dolabındaki titizlikle katladığım temiz eşyaları geri çıkarıp tekrar kirli sepetine atıyordu. Dört yaşındaki bir çocuk kabusum olmuştu. Ben mutfakta yaptığı hareketi görünce çıldırdım ve onu peşinden kovaladım. O kahkahalarla odasına doğru kaçarken gözyaşları içindeydim. Kalbim küt küt atıyordu o an. Sabah Dideral almıştım oysa. Odasının kapısını kapatmak üzereyken kapıyı ittim, kolundan tuttum ve sıktım.
“Canavar mısın sen? Yüzüme bak.”
Ağlamaya başladı. Kolunu bıraktım. O hışımla peşinden koşarken yemeği unuttuğumu farkedip mutfağa geri döndüm. Kapıyı arkasından kapamıştım. Yemek neyse ki yanmamıştı. Banyoya geçip doktorun iki gün önce yazdığı antidepresanlardan birini yuttum. Bugünkü üçüncü tabletimdi. Üstelik hepsini aç karnına içmiştim. Midem feci bulanıyordu ama bu durumdan keyif alıyordum içten içe. Vücuduma eziyet etmek, onu hor görmek hoşuma gidiyordu. Banyo kapısı yumruklandı. Gözyaşlarımı sildim. Kaan tuvalete girmek istiyordu. Kapıyı açtım, o kenardan içeriye sıvışırken çalan telefona doğru koştum. Kapının önünde neredeyse sıkışıyorduk.
“Yavaş olsana gerizekalı,” diye tersledim Kaan’ı. Telefondaki, asalak kocamdı. Kiracıların saat 16:30 gibi eve dekontlarını almayageleceklerini söyledi, kapattı. Ellerim titriyordu. Ensem ıslanmıştı. Kaan ve küçüğü kavgaya tutuştular.
“Beni oynatmıyor,” diye yakındı küçüğü.
“Aranızda anlaşın, beni bulaştırmayın.”
Kaan, küçük ağlarken yanından defolmasını söyledi. Küçüğü ona sırnaşırken Kaan tokatı patlattı. Küçük ağlamaya başladı. İstemsizce sırıttım. Sinirlerim gevşemişti. Küçüğü bana doğru koştu ve sarılmak istedi. “Aranızda halledin dedim ya!” diye sert çıkıştım. Mutfağa koştum. Hala büyük bir iştahla ağlıyordu. Onun hıçkırıklarına kulak verirken içten içe kahkaha atmak istiyordum. Ama sadece kendi kendime sırıtmaya devam ettim. Kaan’ın sesi duyuldu. Oyun sırasında kulaklığındaki mikrofonla sanal arkadaşlarıyla konuşuyordu. Oyun ile ilgili çeşitli talimatlar veriyordu. Kaan baskın karakterli bir çocuktu. Anlaşamadıkları konularda babasını bile susturmayı başarırdı bazen. Ama ne Kaan ne de küçüğü bana karşı gelemezdi. Böyle bir şeye cesaretleri yoktu.
Havuçları ince ince doğrayıp tavaya atarken bıçağı hafifçe kollarımda gezdirdiğimi farkettim. Bıçağı geri koydum. Başım ve kulaklarım zonkluyordu. Sigara içmek aklıma geldi. Yemek yanmak üzereydi. Altını kapamadım. İçeriden yine çığlıklar ve kavga sesleri yükseliyordu. O anda canım sadece sigara içmek istiyordu. Balkona çıkıp sigaramı içerken karşı apartmandaki balkonda gevezelik edenleri seyrettim. Çok boşboğaz görünüyorlardı. O an elime Kaan’ın su tabancalarından birini alıp -bu balkondan diğer balkona-üstlerine gizlice su fışkırtmak istedim. Birden gözümden yaşlar damladı. Balkonda çömeldim. Sigarayı söndürdüm.
Hava kapalıydı, yağmurun habercisiydi. Bir hışımla kalkıp mutfaktan salona doğru yürüdüm. Kaan ve küçüğü odasında kavgaya tutuşmuştu yine. Kaan beni görünce kardeşini daha da hırpalamaya başladı. Çocuğun saçlarına tırnaklarını geçirmişti. Bu çocuk sadist ruhluydu. Bana çekmişti. Küçük, gözyaşları içinde hıçkırıyordu. Yanakları kıpkırmızı olmuştu. Daha fazla dayanamayıp ikisini ayırdım. Kaan, beklenmedik bir hareketle son derece doğal bir durumun önüne geçmişim gibi bana şaşkın gözlerle baktı. Küçük, hıçkırıklar içindeydi. Sarılıp kafasını koynuma bastırdım. Yanaklarından yaşlar döküldü. Sarı saçlarını aralayıp kafa derisini inceledim. Tırnak ve yara izleriyle doluydu. Şok oldum.
Yutkundum. Kaan’a “Bilgisayar sonsuza dek yasak sana,” dedikten sonra, odama gidip aynamın önündeki, yaralar için kullandığımız kremi getirmesini söyledim. Kaan şaşırmış bir surat ifadesiyle odasından çıktı. Küçük belime sarıldı. Eğilip yanağından öptüm. Yanağında kırmızı beş parmak izi vardı.
“Bu ne zaman oldu?” diye sordum. “Benim niye haberim yok?”
“Az önce oldu, gördün ya” dedikten sonra yine ağlamaya başladı.
Ali Furkan Çalışkan kimdir?
1994 doğumlu. İstanbul’da yaşıyor. Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü mezunu. Çeşitli sitelerde ve kendi blogunda sinema ve müzik üzerine yazdı. Şu anda daha çok şiir ve öyküye yoğunlaşmış vaziyette. Bazı şiirleri, Kafkaokur dergisi ve Sanat Duvarı sitelerinde yayımlandı.
edebiyathaber.net (29 Ağustos 2019)