Sıra dışı bir yazarın ‘’M Treni’’ndeki yolculuğu | S. Trak Ulupınar

Ağustos 29, 2019

Sıra dışı bir yazarın ‘’M Treni’’ndeki yolculuğu | S. Trak Ulupınar

‘’O gamsız balona, dünyaya inanıyorum,’’ mottosuyla sürdürdüğü yaşamını, zihninin dehlizlerine doğru yol alan ‘’M Treni’’ adlı hayali bir trenle çıktığı yolculukta okurlarına sunan sıra dışı bir yazar Patti Smith. İlham aldığı rüyalarını önemseyen Smith, ‘’Yazar bir kondüktördür,’’ diye seslenen rüya kişisini dinler ve kendi trenine binerek zihninin kıvrımlarında yaşamının iz bırakan anlarını gezer. Aynı zamanda müzisyen ve görsel sanatçı da olan yazar, kitaplarla ilginç yolculuklara çıkmaktan hoşlanan okurlara sesleniyor.

Domingo Yayınları’ndan çıkan ‘’M Treni’’nde yazı karakteri olarak 1523-1590 yıllarında çalışmış matbaacı Robert Granjon’a ithafen‘’Granjon karakteri’’ kullanılması ilginç bir ayrıntı olarak dikkati çekiyor. Kitap, yazarın kendi çektiği siyah beyaz fotoğraflar eşliğinde kronolojik sıraya bağlı kalınmadan kaleme alınmış otobiyografik denemelerden ve anılardan oluşuyor.

Ruhani yönü güçlü; dolayısıyla manevi değerleriyle yaşayan, kahve tiryakisi olduğu için mütevazı bir kafede (Cafe ‘Ino) aynı masada ve aynı sandalyede yazmayı tercih eden pejmürde görünüşlü bir kadının kaleminden akan satırlar, sizi hafif adımlarla yürünerek yaşanan bir hayata eşlik etmeye çağırıyor. Kendi yaşam yolundan ilhamla satır aralarına serpiştirdiği felsefi cümleler, altını çizme ihtiyacı duyulacak denli güzel: ‘’‘’- Hiç’lik nedir? diye sordum alelacele. – Aynaya bakmadan gözlerinde görebildiğin’di cevap.’’

 Eteklerinden iplikler sarkan, kolları yenmiş eski paltosu, botları, başından hiç çıkartmadığı beresivle örgülü saçlarıyla münzevi bir görüntü sergileyen Smith kendine, biraz çeki düzen verebileceği virane bir bungalov satın alıp ona bir isim (Alamo) verecek kadar nevi şahsına münhasır ve mütevazı. Yeri gelip tüm parasını sokak köpeklerine veya martılara bağışlamayı düşünecek kadar maddi kavramlara uzak. Bir palto için arya, sevdiği bir kafe için ağıt yazabilecek denli farklı. Yazma rutini ise okura ilham verecek kadar doğal ve basit.

Gündelik yaşamın küçük ayrıntılarına huzur kokulu bir cazibe katan anlatım, yazarın kaleminin en önemli sırrını fısıldıyor bize. En büyük zevki olan günlük rutini, sabahları en sevdiği kafeye giderek gün boyu sade kahve, zeytinyağı ve kızarmış esmer ekmek -belki bir kâse çorba- eşliğinde yazmak ve okumak.

‘’M Treni’’, basit görünüşlü bir turtanın damakta bıraktığı sürpriz bir lezzet gibi geliyor okura. Kendinizi iyi hissetmenize neden oluyor. Anlatımdaki benzetme, kişileştirme, imgeleme gibi şiirsel unsurlar esere naif bir tat katıyor: ‘’Sesli harfler misali yapraklar, nefesten bir ağ ören kelime fısıltıları. Yapraklar sesli harflerdir.’’

İlkin iki yetişkin çocuk sahibi olduğu müzisyen eşi Fred Sonic Smith’in, ardından kardeşinin ölümüyle sarsılmasına rağmen yazın hayatına, davet edildiği konferanslara, söyleşilere ve okumaktan büyük keyif aldığı kitaplarına tutunarak yaşamını sürdürüyor Patricia. Kalabalıklardan, gösterişten, maddenin putlaştırılmasından olduğu gibi yavanlıktan ve sıradanlıktan da uzak bir yaşamın küçük tatlarının, unutmaya yüz tuttuğumuz güzelliklerini anımsattığı için sıcak geliyor okura.  Sonuçta ününün, mütevazılığını gölgelemediği bir sanatçı ve yazarla karşı karşıyayız: ‘’Havaalanında bir gümrük memuru taşa el koyuncaya dek taşı almak için dağdan izin istemediğimi fark etmedim. Kibir, diye geçirdim içimden kederle. Safi kibir.’’

Odasını ve yatağını ‘’piramit rengi bir kürkü olan bir Habeş kedisi’’ Cairo ile paylaşan yazar, günlük yaşamında yer alan nesnelerden söz ederken küçük ayrıntılardan aldığı hazzı görebiliyorsunuz: ‘’Porselen fincanlarımın durduğu küçük, metal bir dolabın üstünde iki büklüm bir keşiş misali pinekleyen kahve makinemin etrafında dolanıyorum. Başını okşuyor, daktiloyla ve uzaktan kumandayla göz teması kurmaktan kaçınıyor, içimden kimi cansız nesnelerin diğerlerinden çok daha güzel olduğunu geçiriyorum.’’

Kendine özgü hayal gücüyle okurun da hayal gücünü tetiklemeyi başaran  bir yazar Patti Smith. Ve gerçeklerle düşleri karşılaştırdığı satırlar, yaşamın da bir gerçeğini yansıtıyor: ‘’Ağır perdeler açılır ve küçük yemek salonuna sabah ışığı dolarken, hiç şüphesiz, diye geçirdim içimden, bazen gerçeklikle kendi düşlerimizin önüne gölge düşürüyoruz.’’

 Şiir türüyle de ilgilenen yazar, hayatlarını dizeleri çözmeye adamış şairleri, günümüzün dedektiflerine benzetiyor.İlerleyen sayfalarda bir Sylvia Plath hayranı olduğunu anlıyoruz ve ardından Murakami’nin boyutlar arası dünyasını keşfederek ‘’Zemberekkuşu’nun Güncesi’’ ni iki kez okumasına şahit oluyoruz. Bu noktada bir yazarın kitap seçimindeki özelini yaşadığınız dakikaların tadına varıyorsunuz. ‘’Zemberekkuşu’nun Güncesi’’ ni eskitecek denli sindirerek okuyan yazar karşısında siz de okumak, tekrar okumak arzusu duyuyorsunuz. 

Kitap boyunca Smith’in kaybettiği eşyalarıyla bağını hiçbir zaman kopartmak istemediğini gözlemliyorsunuz. Kimilerini kayıp değil de kurban yerine koyduğu ve herhangi birine önemsiz gelebilecek bu küçük nesnelerdeki ruhu seviyor yazar: ‘’Kayıp şeyler. Aramızdaki zarları tırmalıyor, deşifre edilemeyen bir yardım çağrısıyla dikkatimizi çekmeye çalışıyorlar.’’Tüm kayıplarının yarattığı boşluğu kelimeleriyle doldurarak teselli bulmaya belki de kayıpların incittiği ruhunu iyileştirmeye ve böylelikle güçlü olmaya çalışan bir kadın var karşımızda.

 Başta Sylvia Plath, Rimbaud, Mişima gibi isimlere ait olmak üzere ziyaret ettiği mezarlar, polaroid makinesiyle çektiği siyah beyaz fotoğraflar, tarotkartları,kendisi için büyük anlam taşıyan küçük mucizeler ve rüya kişilerinin fısıldadıkları yazarın hayatının vazgeçilmezleri olarak sıkça karşımıza çıkıyor. Yaşamıyla ve yazdıklarıyla zoru başaran yazarlardan biri Patti Smith.

 Vesatır aralarından; ‘’Hiçbir şey hakkında yazmak o kadar da kolay değildir,’’ diye seslenmeye devam ediyor Patti’in rüyalarındaki ses…

edebiyathaber.net (29 Ağustos 2019)

Yorum yapın