Kapandım yine sığınağıma, hep burada kalmak istiyorum. Yorgunum bir o kadar da yılgın…Kocaman bir mutsuzluk- umutsuzluk sarmalının içinde debelenip duruyorum kaç zamandır. En son ne zaman aynaya baktım, çalılaşmış ellerime ne zaman bir krem sürdüm, keçeleşmiş saçlarıma ne zaman tarak vurdum anımsamıyorum.Ne zaman bu hale geldim bilmiyorum, ne zaman vazgeçtim kendimden, ne zaman bu kadar içime kaçtım, ne zaman savaştığım kocaman bir hiçliğe dönüştüm hiçbir fikrim yok. Yoruldum.
Çocukken oynadığım körebe oyunlarındaki gibi çarpıyorum oraya buraya. O zamanlar kafamı gözümü bir yerlere çarptıktan sonra duyduğum acılarla gayrete gelir doğru yönü bulmaya çalışırdım. Şimdi olmuyor, her bir çarpma daha çok çökertiyor beni, her bir çarpmadan sonra yönümü daha çok kaybediyorum, bir bilinmezin içine çekiliyorum sanki. Harman yerinde havaya savrulup da yere düşemeyen saman gibiyim, hep havada asılı kalan, hep savrulan… İçimde tarifi zor bir sızı, burnumun direğinden girip ayak ucumdan çıkan ince ince tüm bedenimde dans eden bir sızı…Belki çözümsüz bir hastalık hali, belki hep kanayan bir yara, belki dermanı bende olmayan bir dert, belki de yaşamımın bundan sonrası…
Günlerdir kapım hiç çalmadı, ölsem gitsem kimsenin ruhunun duymayacak olması garip bir şekilde iyi geliyor bana. Hiç kimseyle ama hiç kimseyle konuşmak istemiyorum, hele hele “sesin iyi gelmiyor bir şeyin mi var, ne oldu” türü sorulara hiç tahammülüm yok. Kimsenin arayıp sormasını istemiyorum, ben kimseyi arayıp sormayalı çok uzun zaman oldu zaten. Bir psikiyatriste gitsem, adını hiç duymadığım bir sürü depresif durumdan söz edecek, kafamı kaldıramayacağım ilaçlar yükleyecek biliyorum, daha önce yaptığı gibi… İnanılmaz baş ağrıları ile uyanacağım sabahlarım olacak. Hiç kimseye hiçbir şey anlatmak istemiyorum anlatır gibi yapmak da…
Ne buralardan kaçmak ne de küçük bir sahil kasabasında yaşama fikri sıcak geliyor artık bana, bilmediğim bir yere gitme düşüncesi korkutuyor içten içe. Yok dalga sesiyle kitap okumak, yok temiz havada uzun yürüyüşler, yok sahilde kahvaltı keyfi şimdi öyle uzak geliyor ki, hiç aklımda yer etmemişçesine uzak.Sadece çocukluğuma gitmek isterken buluyorum kendimi, içim sadece çocukluğumu düşünürken kıpırdıyor. Dudaklarım sadece çocukluğumu düşlerken gülümsüyor, bedenimdeki sızı sadece o vakitlerde uyuyor derin derin.Boyumdan büyük bir tulumbanın başında buluyorum kendimi, tüm gücümü vererek bastığım tulumbadan su doldurmanın verdiği çocuksu gurur geziniyor her yerimde. Yaz tatillerinin başında babamın aldığı naylon ayakkabıyı tatilin ilk günü bir çayda kaybedip tüm yazı, ayağı çıplak geçirdiğimi anımsıyorum. Tüm gün dışarıda bahçelerde oynayıp akşamüstü soluğu amcakızımın kucağında alıp, eve girmeden ayağımdaki tüm dikenleri ona ayıklattığım geliyor aklıma. Amcakızımın canımdan çıkarttığı her dikeni enine boyuna inceleyip, “Bu büyükmüş ooobu öyleymiş bu böyleymiş, bununla tüm gün nasıl dolaştın?” gibi lafları sanki az önce söylemiş gibi taptaze belleğimde.Sonra sen geliyorsun aklıma, çocuk gülümsemem siliniyor o an dudaklarımdan, “Sen hastasın, hastasın!” diyen sesin yankılanıyor her yerden. Bak en sonunda ne hale geldin diyen o hep aşağılayan halin kuruluveriyor, baş köşeme…Yine pişkin, yine pervasız.En güçlü silahını kuşanıp gülüyorsun, kahkahaların zehirli bir ok gibi saplanıyor yüreğime. En çok böyle zamanlarda acıyor içim, en çok böyle zamanlarda hem dimdik durmak istiyor, hem nefes almaktan korkar hale geliyorum.Ve sen en çok böyle zamanlarda yok olduğumu görerek, sinsi sinsi kaplıyorsun her yerimi. Yıllardır yoksun ve yokluğun seni her geçen çoğaltıyor içimde. Gittiğinden beri her gün acımasızca öldürüyorsun beni acımasızca öldürmen için sen her gün beni yeniden doğuruyorsun. Beni her gün arsızca doğurman ayrılmandan daha çok acıtıyor canımı, biliyorsun.
Her mevsim gelmeyeceğini bilerek daha yakıcı bekliyorum seni, kışın karalar bağlayarak, yazın beyazlara bürünerek bekliyorum uzak ufuklardan çıkıp gelmeni…
İlkbaharda yeniden yeşeriyorum her şeye. Sonbaharda tüm umutlarımı gömüyorum. Ve sen içimde daha da büyüyerek gelmiyorsun. Nefret etmeye çalışıyorum senden, bir başka bedende ruh buluyor şimdi diyorum, olmuyor… Sana olan açlığım ayaklanıyor sadece ve ben en çok buna dayanamıyorum. Haklısın hastayım, iyileşme umudu olmayan bir hasta hem de. Bu hastalığın bana ne zaman bulaştığını da neyin iyi geleceğini de bilmiyorum.Daha çaresi yok. Senin en sevdiğin elbisemi giyeceğim birazdan. Aylar sonra saçlarımı toplayacağım, nasıl severdin tepemdeki minik topuzumu. Kan kırmızı bir ruj süreceğim dudağıma, hep öptüğün, hep öpmek istediğin kan kırmızısı…Biliyorum reddedemeyeceksin bu halimle beni.
Sana geliyorum ve sana gelmek istedikçe kendimden uzaklaşıyorum.
Göre göre gelmek istiyorum sana… Göz kapaklarım bana ihanet ediyor… Ağırlaşıyor, açamıyorum… Telefon da kesik kesik çalıyor, duyuyorum… Aynı anda kapı da çalmaya başlıyor…Ama hiç gücüm yok…
Demet Eşmekaya Selçuk kimdir?
1976 yılında Aksaray’ın Eşmekaya Kasaba’sında doğdu. İlk ve lise öğrenimini Eşmekaya’da tamamladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun oldu. Ankara Üniversitesi TÖMER’in düzenlediği pek çok ulusal ve uluslarası sempozyumda görev aldı. Öyküleri çeşitli internet dergilerinde yayımlandı.
edebiyathaber.net (5 Eylül 2019)