Hemşire: “Ah canım benim, gördün mü, ne kadar tatlıydı küçük kız. Birazdan parmağı ampute[1] edilecek, kapının arasına sıkışmış, dikmişler tutmamış.”
Yanındaki hemşire: “Hayır görmedim, peşinden giderek hafızama acı bir fotoğraf daha eklemek istediğimden de emin değilim.”
Hastanenin Plastik Cerrahi Kliniği’ndeki koridordayım, bir arkadaşın yüzündeki benleri aldırmak için ordayız, ona refakat ediyorum, böyle basit bir işleme refakat etmek ne kadar gerekliyse artık. Ama ben o tatlı küçük kızı gördüm, sevimli mi sevimli, belli ki önceki deneyiminden acı duyacağını tahmin ettiğinden annesi ya da halası-teyzesi olacak genç kadının eteğinin dibine sinmişti. Biraz sonra bu küçük tatlı kızın olduğundan hiç kuşku duymadığım ağlama sesleri yükseliyor işlemin yapıldığı odadan. Benim acı fotoğrafıma biri daha ekleniyor: Sol elinin orta parmağı (hangi parmağı olduğunu hatırlamama bende şaşıyorum) kesilirken üç belki de dört yaşlarındaki bu tatlı sevimli kızın uyuşturularak bile olsa iğnenin verdiği acıyı hisseden ve korku dolu bir yüz ifadesi.
Kliniğin bu koridorunda sıranın arkadaşıma gelmesini beklerken bu küçük kızın sesi daha uzun süre yankılandı kulaklarımızda. Birden, neden bilmiyorum aklıma yıllar önce okumuş olduğum Edgar Poe’nun Morgue Sokağı Cinayetleri kitabında yer alan “Kalabalıkların Adamı” öyküsü düşüyor. Bu yazıya başlamadan önce bir daha okuyorum aynı öyküyü, başka bir yayınevinden, başka bir çeviriden. Kafede oturmuş gelip geçen herkesi ancak bir dedektifin sahip olabileceği maharetle merak edip didik didik inceleyen bir anlatıcı ya da Poe. Londra’nın bu kalabalık sokağında geçen herkes tıpkı anlatıcımız gibi yapayalnızdır. Anlatıcımız onları, yani insanları görünüşlerine ve yüz ifadelerine göre tek tek tarif eder. Ve ansızın beliren biri: “Ne garip bir tarih yazılıdır bu adamın bağrında!” Anlatıcımız bu garip adamın peşine düşer. Bu garip adam kalabalıklar içinde yol alırken yüzündeki ve duruşundaki tedirginlik azalır, aksine girdiği sokaklar tenhalaşırken bu ifadenin yerine geçen korku ve endişe daha da artar. Anlatıcımız ya da belki de Poe, neden bu adamın peşine düştü? Yoksa giz anlatıcımızın ya da Poe’nin daha öykünün başında okuru uyardığı bu sözde mi: “Gece vakti hayalet gibi görünen vaizlerin ellerine sarılıp anlatamadıkları sırlar nedeniyle yeis ve kahır içinde ölen insanlar vardır. Bazen insanın vicdanı öyle büyük bir yükün altında ezilir ki kişi bu yükten ancak mezarda kurtulabilir.”
“Hayır görmedim, peşinden giderek hafızama acı bir fotoğraf daha eklemek istediğimden de emin değilim.”
Hemşirenin bu tutumu doğru mu, değil mi, bilmiyorum, zaten amaç bunun bahsi de değil. İnsanlar çalıştıkları mesleklerinde zaman içinde ustalaşır, siz buna duyarsızlaşma da diyebilirsiniz. Kasap bıçağıyla et keser, bir başka canlının kollarını ayaklarını ya da başka organlarını değil. Polis karşısındaki suçlulara ya da kafasında artık suçlu diye kabul ettiği kişi ya da kişilere kurşun sıkar veya gözünü kırpmadan coplar ve hatta bunu bir tür hazza bile dönüştürebilir. Muhtemeldir ki bu hemşire bundan çok daha fazlasına tanık olmuştur, ne de olsa yaşı otuzlarının üstünde gösteriyordu: “acı bir fotoğraf daha eklemek istediğimden de emin değilim.”
Poe’nun öyküsüne dönelim yine, anlatıcımız neden bu garip adamın peşine düştü, bu merakını kamçılayan güç hafızasına acı bir fotoğraf eklemek arzusu muydu, yoksa insan en çok kendisine benzeyenle oturup arkadaşlık kurar misali anlatıcımız ya da Poe bu garip adamın peşine mi düştü? (Oysa bu garip adam kendisiyle yüzleşmek istemediğinden kalabalıkların içine karışmak istiyor gibi gözüküyor daha çok.) Öyküde bunun yanıtı yok, en azından açık biçimde, izah yine okurun hafızasına, pardon, yorumuna bırakılıyor, bana da daha uzun süre düşünmek kalıyor ve hafızamda ağlayan sevimli küçük bir kız çocuğun acı çeken fotoğrafıyla.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (12 Eylül 2019)
[1] Ampute amputasyon işlemine maruz kalan demektir. Ampütasyon: Çıkıntı biçimindeki bir organın tamamının ya da bir kısmının kesilip atılması. Kaynak: Vikipedi.