Geniş bulvarların, tarihi binaların, pek çok müzenin, günden güne azalan sanat galerisi ve kitabevlerinin, kafelerin, lokantaların, her köşeden fırlayan sokak müzisyenlerinin kentine, aşkla özdeşleşmiş dünya başkentine hoş geldiniz. Paris’te yaşamak zordur. Gerçekten zordur. Yalnız insanlar bu şehrin sokaklarında birlikte yaşar. Varsıllar ise villalarında yalnızdır aslında. Onların da güvenlik kaygıları artmış, yaşadıkları bölgelerin etrafı çitlenmiş site mantığıyla düzenlenmeye başlanmıştır. Ne kadar da tanıdık! “Ölümün aslında korkulacak bir şey olmadığını, onun da kendi içinde güzellikleri olduğunu, sonbaharda Paris’in doğasını izleyerek kendinize hatırlatabilir, içinizdeki ölüm korkusundan belki de biraz olsun sıyrılabilirsiniz.”
Her an ayrılmanın kıyısında duran âşıklar Sen Nehri köprü korkuluklarına asma kilit asmakla meşgul… Paris yalnızlığın başkentidir kelimenin tam anlamıyla. Yılda yaklaşık altmış milyon turist ağırlayan kentin meydanları sokak insanlarından, varlıklı olup da evsiz yaşamaya karar vermiş tiplerden yavaş yavaş temizleniyor, yerleri ise şehrin hemen hemen her yerinde pıtrak gibi bitmeye başlayan masajcılara bırakılıyor. Kent merkezlerini soylulaştırma eğilimi Paris’te de geçerli artık.
Kitapçılar, sahaflar, eskiciler, antikacılar, bakkallar, dergi ve gazete arşivcileri bütün zorluklara rağmen ayakta kalmaya çalışıyor. Turizmin baskısıyla her an bir kafe, lokanta, turistik eşya satan bir dükkân ya da alışveriş merkezine dönüşebiliyor. Cüneyt Ayral, bu değişime hastalıklı bir nostalji duygusuyla değil, kendine özgü bir hüzünle yaklaşıyor. Sorun anıların olduğu mekânların birer birer ortadan kaybolması aslında… Ancak kitaplar ve kitapevleri gibi insanlar da Paris’in dönüşen yaşamına direnmektedir.
Yaklaşık kırkı yıldan beri Paris’te yaşayan yazar Cüneyt Ayral kente ilk olarak 70’li yılların başlarında gelmiş. O dönemde TRT’ye göçmen işçilerle ilgili söyleşiler hazırlıyormuş. Türkiye’den öğrenciler, darbeden kaçan devrimciler, işçiler varmış önceleri; Faubourg Saint-Denis Sokağı şehrin en eski Türk mahallesi… Zenginleşen Türk ve Kürtler bölgeden ayrıldıkça, yerlerini Uzakdoğulu, Ortadoğulu ve Hint göçmenler almaya başlamış. Nöbetleşe yoksulluk diyebiliriz. Son dönemde ise ağırlık Türk-Kürt mutfağını sunan lokanta ve dönercilere kaymış.
Ayral’a göre Paris, kültürün “çay şekeri” gibi içinde eridiği ve şehrin kimliğini belirlediği bir yerdir. Etnik çeşitlilik karmaşa ile birlikte canlılığı da getirir, yetmiş iki millet bir arada yaşar şehirde. İşte bu yüzden yapayalnız da kalınsa Paris’ten kopmak çok zordur. Kitaptaki en ilginç insan örneklerinden biri işte bu tespitle ilgili: Yıllarca kuaförlük yapan, bir ara inzivaya çekilen, son olarak dayanamayıp geri dönen ve açtığı sanat galerisiyle kentteki graffiti ve sokak sanatçılarının hamisi olan Şebinkarahisarlı Kuaför Celal…
Yazar, Paris’teki değişimi çok iyi gözlemliyor. Yaşadığı, gezdiği bölgeleri cadde cadde, sokak sokak tarihsel köken, kültür, yaşam biçimi, etnik çeşitliliği ve sınıfsal ayrımları da göz önünde tutarak anlatıyor. Kaldığı otelleri, gezdiği müzeleri orayı değerli yapan sanatçılarıyla, gittiği sanat galerilerini oralarda kurduğu dostluklarla, kafe ve lokantaları ise tadına doyum olmaz sohbetler, oraların müdavimi olan ünlülerle hatırlıyor. Mekânlar ona unutamadığı anıları çağrıştırıyor, ulaşılamayan bir yazar, sohbet edilen bir oyuncuyla, kırık bir aşk hikâyesiyle ilgili hatıralar kimi zaman sevinç kimi zaman hüzünle paylaşılıyor. Yazarın anılarını paylaşmadaki temel derdinin unutulmamaktan çok yaşananları paylaşmak ve hikâye anlatmaktan kaynaklanan derin bir tatmin duygusu olduğunu düşündüm hep.
Geçtiğimiz günlerde Oğlak Yayınları’nda ikinci baskısını yapan Benim Paris’im anı ve gezi türlerinin iç içe geçtiği nitelikli bir edebi metin aynı zamanda… Kitabın hemen her sayfasında anlatılan yerle bağlantılı fotoğraflar da var. Fotoğrafları yazarın kızı Dilara Kutay çekmiş. Paris’e gezmeye gideceklere oteller, kafe ve lokantalar, eğlence yerleri hakkında da çok değerli bilgiler veriliyor, önerilerde bulunuluyor. Kitabı bitirdiğimde bu işin bir iki haftalık tur gezileriyle kesinlikle olmayacağına kanaat getirdim, ne yapıp edip yaşamak lazım, ya da Paris’le ilgili kitaplar okumaya devam etmek…
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (16 Eylül 2019)