Duyduk duymadık demeyin , kurtlu kiraz yemeyin. Benden duymuş olmayın. Bu mahallede bugün birini keseceklerrrr, diye sağa sola koşan, herkesin deli dediği Veli ağbinin sesiyle uyansaydınız, ne yapardınız? Kesinlikle yataktan fırlar, nefesinizi pencerenin önünde alırdınız. Ben de öyle yaptım. Tam pencereyi açıp olayı anlayacakken annem, gel oğlum gel az daha yat, diye kolumdan çekip yatırdı beni.
Anne kimi keseceklermiş?
Ne kesmesi evladım deli işte, ne dediğini bilmiyor. Hadi kapat gözünü.
Bir gün önce, berber dükkanının önünden geçerken Japon Suphi, parmağıyla makas işareti yapmıştı. Esnaf epeyce gülmüştü. Japon Suphi daha çok gülmüştü. Gülünce adamın gözleri kapanıyordu. Kime baktı, parmaklarıyla neyi kesti, anlayamamıştık. Aslında ben biraz anlamıştım. Bu yaz sünnet var, demişti babam tıraş olurken. Kafamda dolaşan binbir soruyla tekrar uyumaya çalıştım. Burnumdaki kaşıntı uyutmadı. Sanki yüzümde, tüylü ayaklarıyla gezen bir tarantula vardı. Usulca gözlerimi araladım. Babam ziplenmiş dosya gibi burnumun üstünde duruyordu. Elindeki tüylü asayı yüzümde gezdiriyor, fısıltıyla karışık bir şeyler söylüyordu.
Kalk kalk koca oğlan, öğleden sonra uzun uzun yatarsın.
Rüyaydı besbelli. Sünnetin son dakika sürprizi mi olurdu? Gözlerimi ovuşturdum. Babam pufff, diye büyüdü. Bütün heybetiyle karşımda duruyordu. Onu pijamalı görmek aklımı başıma getirdi. Çok geçmeden kafamın içindeki motor, tüm filmi tıkır tıkır başa sardı. Deli Veli, Berber Suphi, hain esnaf, tüylü asa, kesecekler ve babam. Eyvahlar olsun, o gün geldi mi yani? Bu sözlerin adresi ben miydim yoksa? İşaretlerin peşine düşmeliydim. Anlaşılan bugün sıradan bir gün değildi. Mutfaktan gelen uğultulu ses yaklaştıkça artıyordu. Yok, artmıyordu. Kalabalıklaşıyordu. Kayseri’deki akrabalarımızın sabahın köründe ne işi vardı bizde?
-Anaam, bu gadasını aldığım niye erkenden kalkmış? Acıktın da mı kalktın sen? Tanıdın mı beni Şekerpare’m? Bu surat ne böyle, azıcık gül, diye taramalı tüfek gibi tarandım. Soru sormaya başladı mı durduramadığınız birine rastlarsanız işte o babamın halası Taramalı Ayşe’dir. Bir süre elden ele dolaştım. Başım döndü , öptüğüm elleri karıştırdım. En güzeli gülümsemeyi bırakmadan bir an önce mutfaktan tüymekti. Annem nerde kim bilir? Koydunsa bul bu kalabalığın arasında. Kafamdaki motor yine başladı çalışmaya. Niye kimse bana söylemedi geleceklerini? Babam Ali’nin sünnetinde bana, “Bu sene rahatsın, seneye sen de bu arabada selam vereceksin.” demişti. Ne çabuk geldi o sene? Neden beni sünnet asasıyla uyandırdı? Kimindi bu asa? Kilit babamda çözülecekti. Hemen kapının önüne çıktım. Arabası evin önündeydi. Arkasına bastığı ayakkabıları yoktu. Apar topar çıkmıştı demek ki.
Ah şu babam. Çocukların fedaisi, gençlerin ağbisi Kayısı babam. Mahalledeki herkes babama Kayısı diye seslenirdi. Kayserili ya ondandı herhalde. Babamdan daha muzip arkadaşları içinse ben, Kayısı’nın oğlu Şekerpare’ydim. Siz sormadan ben söyleyeyim. Annemin adı da Kiraz. Meyve sepeti gibi aileydik anlayacağınız. Ekşili, tatlılı, bol kahkahalı bir aile. Ne diyordum? Bizim oralarda sünnet düğünleri Kayısı Babamsız olmazdı. Kırmızı Chevrolet’iyle uçan halıda gezdirir gibi gezdirirdi sünnet çocuklarını. Bizim oraların deyişiyle, üstü açık arabamızı gecesini gündüzüne katıp yapmıştı. Benzeri yoktu. Babamın çocuğu olmanın havalı yanı, sünnet arabasının peşinden koşan çocuklara el sallamak bazen de arabanın süslerini, renkli rafyalardan çiçekleri, balonları atmaktı. Öyle boş boş gezerken pek keyifliydi. Peki ya şimdi ben de mi… İyice tırsmaya başlamıştım. Gidip bizim çocuklara durumu anlatmalıydım. Sünnet meselesinden nasıl sıyrılacağımın plânını birlikte yapmalıydık. Masanın üstünde duran asayı kaptığım gibi evden çıktım.
Koşarsam evden uzaklaşır, sünnetten kaçma plânını daha çabuk yapardım. Sokak arasında babamın çocukluk arkadaşı Mehmet amcaya rastladım. Elinde bir balta, omuzlarını düşürmüş, dalgın dalgın yürüyordu. Beni görünce “Ne o Şekerpare , sabah sabah yollara düşmüşsün.” deyip güldü . Aklıma babamın, ” Bir gün başın sıkışır da beni bulamazsan mutlaka Mehmet amcana danış.” sözü geldi. Biraz soluklandım. Söze, Deli Veli’yle başladım. Olanı biteni bir güzel sıraladım. Elimdeki asayı göstererek “Kesecekler mi dersin ha Mehmet amca, sen doğrusunu bilirsin.” dedim. Bir gözüm de baltadaydı. “Yok be aslanım, bugün kesilme sırası sende değilmiş.” deyiverdi saçımı okşarken. Ee kimde o zaman, bu asa kimin, derken yanımdan süzülüverdi. Onu daha önce hiç böyle dalgın görmemiştim. Mehmet amcadan ayrıldıktan sonra sapakta bizim Deli Veli’yle üç beş köylümüzü gördüm. Ellerinde kazma, kürek, balta ormana doğru hızlı hızlı yürüyorlardı. Tam sırasıydı. Sabahki telaşını soracaktım, kimi keseceklermiş, ne diye bağırınıyodun sen Deli Veli Ağbi, diyecektim . Koştum ama yetişemedim. Arkalarından seslendim.
Deli Veli ağbiii , Deli Veli ağbiii !
Beni duymadılar. Yeniden yola koyuldum. En iyisi bizimkileri bulmaktı. Mahalle bu saatlerde çocuk kaynardı, bu sabah bir kişi bile yoktu. Önce iki sokak ötedeki arkadaşım Basri’ye gittim. Kapıyı Basri’nin babası Bahri amca açtı. Basri evde mi, sorum “Baban da bizimle nöbete gelecek mi Şekerpare?” sorusunun arasında kaynadı, gitti. Nöbet mi, ne nöbeti, n’oldu ki, köyü yine ayılar mı bastı, diye Taramalı Ayşe hala gibi taradım adamcağızı.
“Dur ülen, nefes al. Babanın haberi yoksa bir koşu git de söyle. Dağlarda ağaçlar kesiliyormuş, herkes nöbete gidiyormuş, böyle günde kimsenin keyfi olmazmış, sünnet düğününü sonraya bırakıversin diyor Bahri amcam, de. ”
Başımı salladım. Dinlerken gülmüşüm demek ki ağzım kulaklarıma kaymış. Bahri amca, “Köy yanar, deli saçını tararmış. Ne sırıtıyon oğlum, buna gülünür mü hiç? Kurt, kuş, börtü böcek bu sıcaklarda aç kaldı, açıkta kaldı. Çocukken babanla diktiğimiz gürgenle kayın ağaçlarını bildin mi? Hani Basri’yle dallarına asıldığınız, hepsini uzatmışlar yere boyu devrilesiceler.” deyince gülüşüm yüzümde dondu. Babasının arkasında bizi dinleyen Basri’yle göz göze geldik. Biraz utandım. Meğer herkesin telaşı bundanmış. Sünnet ertelenecek diye ağaçların kesilmesine sevinir miydi Şekerpareler?
Haydi Basri! Bizim çocukları bulalım. Canların bize ihtiyacı var, yiyecek içecek taşıyalım ormana. Koş, Basri koş!
Özlem Turgut Şili kimdir?
1979’da Çorum’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimimi Çorum’da tamamladı. 2002’de Süleyman Demirel Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Mesleğinde 17 yılı tamamladı. Samsun’da yaşamakta. Evli ve 1 kız çocuğu annesi.
Dergi ve fanzinlerde öyküleri yayımlandı.
edebiyathaber.net (17 Nisan 2019)