“Kuşlar gibi kanatlı herkes, ışığı bilen yok.”
Melih Cevdet Anday
Taşıyıcı bir zamanın kahramanı
Benim için taşıyıcı bir zamanın simgesidir annem.
Hatırlatan ve kuşatan zamanın belleği desem yeri.
Durup hayata bakma biçimlerinin bendeki yansısı… Oradaki yer/zaman bilgisi, yaşanmışlıklardan gelen/edinilen bakış…
En çok da oradaki duruşu/varlığıyladır bende annem.
Aramızdaki onca uzaklığa, kopuşa, ayrılığa, bırakılmışlığa rağmen, duygularımın anakarasında, en derinindedir.
Bilemediğim ortak zamanımızın kahramanı, algıladığım çağların/ın yaşam şenliği…
Bırakıp giderken, dilimden düşmeyen bir türkünün her zaman çağırdığı yüz, ses, renk, duygu çınarıdır annem:
“Şu uzun gecenin gecesi olsam,
Sılada bir evin bacası olsam anam…
Dediler ki nazlı yarin çok hasta,
Başında okuyan hocası olsam anam…”
Nedendir bilmem, o uzun ayrılıklarda varlığını içimde büyütmüşümdür annemin.
Ve onun zamanlarına uzandığımda karşıma çıkan kırk kapının sırrının anlatıldığı bir masalın düşselliğine bırakırım kendimi.
Evimizin bahçesindeydik. Babamla o omuz omuza oturmuşlardır çardakta. Havuzdan gelen suyun şırıltısı, birazdan oğul verecek arıların çoğalan, yoğunlaşan sesleri, semaverde dem alan çayın buğusu…
Annemin zamanlarına döndüğümde babamla onu bir arada düşünmemem mümkün değil.
Ondan bize yansıyanlar
Duygularımı büyütüp bir nehir gibi denize taşıyan, oradan okyanuslara açılmasını sağlayan annemden söz etmek ne zormuş meğer!
Ona dair yazmadığıma hayıflanırken, şimdi kâğıt kalemle onun karşısında kendimi bulduğumda tutuluyorum bir anda…
Onun bizi büyüttüğü zamanlarda ortak hayatımızın neredeyse hiç farkında değildik. Dahası, o yaşanan zamanın hiç bitmeyecek bir zaman olduğunu düşünürdük. Biz hiç büyümeyeceğiz, annem hep öyle kalacak, eviçi zamanımız öyle sürüp duracak…
Babam, bahçe ve sokaklar… kardeşlerim ve bizi kuşatan annem hep öyle kalacak sanırdım…
Bunların bir bir ayrımına vardığımızda ise bir arada yaşamıyorduk artık.
Hatırlanan, gidilen, buluşulan bir “yer”di babamla yaşadıkları bahçeli evleri.
O hiç değişmemişti gözümüzde…
Karşılayan, kucaklayan, özlemini dillendiren, sevdiğimiz yemekleri hazırlayıp sofrayı donatan, konuşup anlatandı.
Onun deyimiyle, “kuşu yuvadan uçurunca bir daha dönmez, dönse de eskisi gibi olmaz…”
Bu biraz sitem de içerse, gerçekti.
Annemli zamanlarla annemsiz zamanlar diyebileceğim dönemine bakıyorum hayatımın.
Bendeki bu iki zaman, iki kopuş çizgisi onda nasıl yer etmişti hiç sormadım kendisine.
Yalnızca, ara ara, sitemlerinden anlardım.
Onun zamanlarına bakınca, bende yer eden imgesini daha iyi kavradığımı söyleyebilirim.
Topu topu yirmi yıl yaşamışım annemle. Bazı ayrılık aylarını da eklersek bu 17-18’e düşer.
İyi bir zamandır ana-oğul yakınlığı için.
Hayatı kavrama/anlama çağları diyorum ben buna. Olması gerektiği zamanlarda yanıbaşımızdaydı annem… Büyüten, duygularıyla besleyen, yaşama bilgisini aktaran, gösteren, öğretendi her zaman…
O zamanlardaki annemle, evden kopup gittiğim dönemlerindeki annem iki ayrı iklim, iki ayrı ülke gibi durur karşımda.
Yaşanmış ortak anılarda/zamanlarda kalan, albümümdeki fotoğraflardan yansıyan annem…Onun kendi zamanından uzak, ama bize taşıdığı duygu atlasının her dem içinde…
Hatırlayan belleğimdir annem
Hatırlayan bellekle yaşayan belleğin taşıdıklarına bakarım ara ara… Annemden bana yansıyanlarla nasıl yol aldığımı, onun oradaki varlığını nasıl algıladığımı düşünürüm.
Zekasının gücü beni her an şaşırtmaya devam eder. Yaşama enerjisi, sabrı ve becerisi… Hayatla alışverişi, olup bitenlere karşı merakı. Terziliğinden gelen el becerisinin dokunduğu her şeyi güzelleştirme arzusu… Kararlı ve inatçı hali… kendi aurasını var eden tutkulu duruşu, güzelliğinden emin olma hali…
Ve gözleri annemin… Yüzünde iki göktaşı gibi duran, bakışı ve yaşamı anlamlandıran, babamı âşığı kılan gözleri…
Öyle ki; lise yıllarımda bir gün çarşıda birlikte yürürken karşılaştığımız bir arkadaşımın annemin yüzüne dikkatle bakmaktan kendini alamayıp; “Ablan mı?” diye sorması, beni annemden uzaklaştırmıştı bir süre. Onun güzelliğini kıskanmasam da, yakın yaşta görünmeyi kaldıramamıştım nedense! Oysa aramızda 22 yaş vardı. Bir anne-oğul için normal yaş arasıdır.
O, hep bunu korumuştur.
Ama şu var ki; beş çocuğunun “ana”sı olma, bunu kaldırabilme hüneri onu hep bir “kahraman” kılmıştır gözümde.
Dört erkek (Muammer, Feridun, Tacettin, Taner) ve bir kız: Birgül.
Kız bekleyen her aile gibi, biz de yolunu gözlemiştik kardeşimin. Annem mutluydu araya bir “gül” katmakla.
Birlikte geçirdiğimiz zaman diliminde benim ona yakınlığım; eviçi, mutfak işlerine yatkınlığımla daha bir pekişmişti.
Gazete, dergi okurluğum; günlük tutmam, okuma mekânına kavuşmam hep annemin yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir.
Aramızda bir dengedir annem.
Bizi birbirimize taşıyan kadim zamanların bilgesidir aynı zamanda.
Babamı yitirdiğimiz gün, birlikte geçen 57 yıllık ömürlerinin bize yansıyan/bölünen zamanlarını düşünmüştüm. Aralarındaki aşkın tutkulu bir yaşama sevincine dönüşmesi bizler için hep yol/yön göstericiydi…
Annemse, zamanı dolduran bir bakış, günü güne taşıyan bir nefesti her dem…Yitene ağıt yerine sabırla onu yaşamayı öğretendi bize.
Her gün onu gözlerimde taşımam da bundandır biraz…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (17 Eylül 2019)