“Yalnızlık bağımsızlıktır, yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim.
Soğuktu bu yalnızlık, orası öyle, ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulâde sessiz ve büyük…” – Bozkırkurdu-Hermann Hesse
Yağmur yağıyordu.
Bu şehirde yağmurun yağması en az “yağmur yağıyordu” diye başlayan bir yazı kadar olağandı…
Puslu bir sonbahar günü yapılması gereken en son şey, evden çıkmaktır. Bu zamanlarda, yani yazın arkasına bile bakmadan tüm nankörlüğü ve sevimsizliğiyle şehrinizi terketmeye hazırlandığı ve sonbaharın kapıdan, gözlerinde o hiçbir mevsimde bulamayacağınız hüznüyle belirdiği, mazgallara büyük bir homurtuyla doluşan yağmur sularının arasında, karamsar bir telaşla yürüyen siyah şemsiyelerin uğultusuna kendinizi kaptırdığınız sarı turuncu zamanlarda evden çıkmak, puslu bir sonbahar günü yapılması gereken en son şeydir.
Belki bugünlerden biriydi, yaklaştığım, ses duyamadığım, soğuk duvarları terkedip, siyah çizgiler boyunca yol aldığım, yürüdüğüm, yürüdüğüm, yorulmamacasına, umutsuzcasına, hiç bitmeyecekmiş gibi yürüdüğüm.
Ağrıları biraz daha arttı son günlerde. Ona koyu bir kahve getiriyorum hep sevdiği gibi. Camın önünde şimdi aynı koltuğunda; bakışları, kokusunu içine çektiği sonbahar sokaklarında. Gençliği geçmiş bu mahallede, oysa hala genç. Yüzüme baktığında düşüncemden utanıp gözlerimi kaçırıyorum. Saçlarını taramaya başlıyorum içini çektiğini duymazlıktan gelerek. Yumruğunu cılızca sıkıyor kısa bir süre, yoruluyor, eli dizine düşüyor tekrar. Artık koca dalgalar oynaşmıyor saçlarında, farkında bunun.“Nerden başlayabilirdim…” diyecek oluyor, sesi kısık, nefes nefese. Sakin olmasını söylüyorum; yavaş ve sakin. Baştan alıyor:
—Nereden başlayabilirdim hayal edilene en yakın noktadan geçebilmek için, hayatın neresinden başlayabilirdim?
Gülümsediğini cama yansıyan görüntüsünden seçiyorum.
—Geldiğim noktada, nereden başladığım önemini yitiriyor aslına bakarsan, çünkü şimdi tüm başlangıç noktaları aynı.
Bacaklarının üstündeki battaniyeyi yavaşça açıyor; “Bacaklarım hiç bu kadar ince olmamıştı, tadını çıkarmalıyım bunun.” İlk bakışta göze çarpmayan morluklarına dokunuyor. “Küçükken annem bir erkek çocuğu gibi olduğumu söylerdi, hep yara bere içinde bacaklarım mosmor eve gelirdim. O zamanlarda beni hiçbir erkeğin beğenmeyeceğini düşünürdüm. Üzülür müydüm? Hayır, erkeğin ne işe yaradığını bilmezdim ki, hoş hala bilmiyorum.” derken sanki gözlerinde bir anlık kocaman, çok eskilere ait, muzip ama can yakıcı bir bakış görünüyor ve kayboluyor.
—Geç oldu. Yatağa götür beni. Sen de uzan yanıma. Gözlerimi kapat, bana hep anlattığın masalı anlat. İkimizmişiz ve hiç kimseymişiz. Sadece nefeslerimiz. Sıcak, yalın. Duvardaki gölgelerin arasında. Sadece ikimizmişiz ve hiç kimseymişiz.
Yağmur yağıyordu o gittiğinde.
Ve sonbahar gözlü kadının yaşamı, en az “yağmur yağıyordu” diye başlayan bu yazı kadar kısaydı.
Müge Koçak Güvenç kimdir?
MÜ İşletme bölümü mezunu. Adana’da yaşıyor. Uzun bir süre Yaşam Dersleri sitesinde yazarlık yaptı. Öyküleri halen, www.edebiyathaber.com, Kayıp Rıhtım, Kil-tablet, epizotportal gibi mecralarda yayınlanmakta.Üzerinde çalıştığı bir öykü kitabı, kurgu rock’n roll hikayeleri ve çocuklar için hikayeler var. Özellikle, fantastik/korku türü kurgulara, kısa öykülere meraklı. Absürd edebiyatla yakından ilgileniyor. Kısa hikayeleri seviyor.
edebiyathaber.net (19 Eylül 2019)