Hayatı kitaplar arasında geçen biriyim. Üniversitedeki odamda da, evde de hemen her yer kitapla dolu. Ama hayatın koşturmacası ve akademik tempo keyif okumalarına istediğim kadar fırsat vermiyor. Okumalarımın önemli bölümü sıkıcı sosyal bilim çalışmalarından oluşuyor. İstediğim kadar edebiyat takip edemiyorum. Bu liste bir okuma önerileri listesi değil. Kendi okuma maceramda özel yeri olan 10 kitabı yazdım alt alta. Hiç aklımda yoktu böyle bir liste, sevgili Can’a hayır diyemeyeceğim için kağıdı kalemi elime alıp düşünmeye başladım, 10’luk bir listeye hangi kitaplar girer diye. Liste böylelikle oluştu. Yayınevlerini okuduğum baskıya göre yazdım. Bazılarının bu baskıları artık sadece sahaflarda bulunabiliyor…
Benden Selam Söyle Anadolu’ya, Dido Sotiriyu, Çev: Atilla Tokatlı, Alan Yayıncılık
Bu roman benim için Aziz Nesin kitaplarından daha ciddi mevzulara geçişin kitabıdır. Ortaokul son sınıftaydım. Türkçe öğretmenimiz Mümin Şener vardı, o önermişti bu romanı. “Bu romanla Kurtuluş Savaşını bir de diğer tarafın gözünden okumuş olursunuz” demişti. Evdeki raflarda tesadüfen görünce başladım okumaya. Sotiriyu bana önce Herkül Millas’ın kapısını açtı (Tencere Dibin Kara’yı lise sonda okudum). Sonra 1910’lar, 1920’ler, mübadele bahsindeki okumalarım hep Sotiriyu’nun romanı ile başladı gibi hissetmişimdir.
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Sevgi Soysal, Bilgi Yayınevi
Bu romanı da evde bulup okumuştum. Yine ortaokul son sınıftaydım. Ankara’da solcu üniversite öğrencileri; ilk cinsellikler, ilk belgesel çekme denemeleri, zengin ve fakir ailelerden gelip politikleşen karakterler kalmış aklımda. Üniversiteyi Ankara’da okurken ara ara hatırlardım bu romanı.
Şahları da Vururlar, Ferhan Şensoy, Ortaoyuncular Yayınları
İlk gençlik yıllarımda Ferhan Şensoy hastasıydım. Ferhangi Şeyleri farklı sezonlarda 10 kez izlemişimdir. O zaman daha az kitap çıkarmıştı Ferhan Şensoy. Hepsini okumuştum. Kazancı Yokuşunu ve Gündeste’yi de pek severim. Ama Şahları da Vururlar’ın yeri ayrıdır. Aslında izlemediğiniz bir oyunun metnini bu kadar sevmek kolay değil. Ama çok kereler okudum bu metni. Çok güldüm. Oyunun müziklerini Özkan ile Fuat yapmışlar. MFÖ’nün meşhur şarkısı Ele Güne Karşı da ilk olarak bu oyun için bestelenmiş. Okurken şarkı sözlerini bildiğim ezgi ile birleştirmeyi denerdim, o kadar girmiştim metnin içine. Ferhan Şensoy bilmediği dillerle oynayarak mizah kurmayı ve oyun yazmayı sever. Başka oyunlarında (antik) Yunanca, Almanca ile kurar bu oyunları. Şahları da Vururlar ise onun deyimiyle “Farsça Fars”. İşin içine Azerice cümle yapıları da giriyor sık sık. Başbakan Musaddık’ın adını, Kraliçe Süreyya’nın adını ilk bu oyunu okurken duymuştum.
Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları, Edward S. Said, Çev: Berna Ülner, Metis Yayınları
Edward Said’e hayranlığım daha önce başlamıştı. Onun Oryantalizm kavramı ile ne anlatmaya çalıştığını daha çok ikincil kaynaklardan okuyordum. Şarkiyatçılık’ın ilk çevirisi İslami bir yayınevinden çıkmıştı. Onu almamıştım. Metis’in çevirisi Mart 1999’da çıktı. Lisans öğrencisiydim o zaman. Hemen aldım kitabı. 1999 yazında ders çalışır gibi, altını çizerek okuduğumu hatırlıyorum. Said’in incelediği malzemenin genişliği her zaman etkiler beni. Batı’nın Oryantalist ön yargılarına, ayağını evrenselcilikten kaldırmadan yanıt vermesi her zaman etkiler. Doktora tezimde de Türkiyeli entelektüellerin Avrupa merkezcilik eleştirileri üzerine çalışmaya karar verirken Said’in verdiği ilham önemliydi.
Kamusallığın Yapısal Dönüşü, Jürgen Habermas, Çev: Tanıl Bora – Mithat Sancar, İletişim Yayınları
Çok farklı kereler, hem Türkçesini hem İngilizcesini okuduğum kitap. Önce Almanca metni Türkçeleştirenlere şapka çıkaralım. Gerçekten harika bir çeviri var elimizde. Bu kitabı ilk olarak lisans öğrencisiyken ve kendi halimde amatörce kent tarihi çalışırken okumaya başladım. Tabii ne ana argümanı anladım, ne de içinde mekân vurgusunun bu denli eksik olmasını bir yere oturtabildim. Sonra hayatımın siyaset felsefesi döneminde yani ODTÜ’de yüksek lisans yaparken satır satır okudum. Epey yıllar sonra ve siyaset felsefesinden tarihsel sosyolojiye kayınca, sosyal tarih ile düşünce tarihini senkronize anlatma çabasının kitabının hem gücü, hem de zayıf noktası olduğunu anladım. Derste anlatmayı sevdiğim kitaplardan.
Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Marshall Berman, Çev: Bülent Peker – Ümit Altuğ, İletişim Yayınları
Bu da yüksek lisans yaparken okuduğum bir kitap. Zihnimi her türlü epey açmıştı. Kitabın önsözünde oldukça sade ve sadeliği ile güçlü bir modernizm tanımı yapar Berman. “Modernizmi, modern insanların modernleşmenin nesneleri oldukları kadar özneleri de olmak, modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar olarak tanımlıyorum” der. Bu kitabı düşünürken kimi zaman Bronx’u, kimi zaman Berman’ın oğlu Marc’ı hatırlarım. Özellikle “Goethe’nin Faust’u: Gelişmenin Trajedisi” başlıklı bölümü öğrencilerimle çözümlemek çok keyiflidir.
Düzyazı: 100 Yazı, Haydar Ergülen, Merkez Kitap.
Çıkmasını en uzun süre beklediğim kitap bu sanırım. Lise yıllarım tam Express’in haftalık olarak çıkmaya başlamasına denk geldi. Geniş bir yelpazesi vardı Express’in. Klasik bir haber dergisi değil, kuru politik dergi hiç değil.Yoluna hala devam ediyor, üç ayda bir sayı formatında. O haftalık Express’te Haydar Ergülen de Düzyazı: 100 Yazı başlığı altında denemeler yazardı. En kısa haliyle şiirden beslenen denemelerdi bunlar. Türkçe şiir üzerine bir ufuk turu, şiirle insan hâller ve memleket hâlleri üzerine düşünme denemeleri. Hepsi “ile” yardımıyla kurulmuş 100 başlık: “Terzi ile Şair”, “Elem ile Doktor”, “Şiir ile Ankara”, “Vakit ile Üsküdar”, “Eskişehir ile Vefa”, “Tango ile Tereddüt”. Derginin mutfağındakiler sormuşlar “100 yazı yazabilecek misin?” diye. Haydar Ergülen de “siz 100 sayı çıkarabilecek misiniz?” diye yanıtlamış. Neyse ki dergi 100 sayı çıktı. İlk kez kitap hâlinde yayımlanması 10 yıl sürmüş. 10 yıl beklemişim yani bu kitabı.Yeni baskıları Kırmızı Kedi’den çıkıyor. Bu da bizim büyük çaresizliğimiz olsa gerek.
Sömürgecilik Üzerine Söylev, Aimé Césaire, Çev: Güneş Ayas, Doğu Kütüphanesi
Bu kitabı doktoranın başında Montly Review Press’ten çıkan İngilizce çevirisinden okudum ilk olarak. Derdim kolonyal bağlamın entelektüel gündemine dair fikir edinmekti. Martinik’ten yükselen bu şiirsel ve Frankafon ses sömürgeciliğe güçlü bir itiraz sunuyor. Ahlak temelli bir sömürgecilik eleştirisi bu. Okurken Césaire’in Marksizm, yerlicilik ve evrenselcilik arasındaki salınımı özel olarak dikkatimi çekmişti. Césaire Négritude üzerinden Afrikalı kimliğine yönelik aşağılamalara, kimliğinden duyduğu gururla yanıt veriyordu. Bu gururlanmanın kaçınılmazlığı ve riskleri hakkında düşünmüştüm. Césaire’den sonra öğrencisi Fanon’u daha sistemli okudum.
Ölmeye Yatmak, Adalet Ağaoğlu, Remzi Kitabevi
Adalet Ağaoğlu’ndan Fikrimin İnce Gülü ve Bir Düğün Gecesi’ni epey erkenden, lise yıllarında okumuştum. Ölmeye Yatmak’ı ise çok geç okudum. Çok rahatlıkla okuduklarım arasında en iyi Türkçe roman olarak gördüğümü söyleyebilirim. Roman Aysel’in çocukluğunu anlatırken erken cumhuriyet dönemine ve o dönemdeki cumhuriyetçi kadın idealine dair kabulleri sorguluyor. İlk baskısının 1973’te yapıldığını hatırlayalım! Roman, okuru yetişkin Aysel ile buluşturduğundaysa aile ve evliliğe dair sorgulamalar devreye girer. Hayatın bir dolu karmaşıklığına dair bir roman.
Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY
Bu da çok geç okuduğum kitaplardan. Doktora tezim için araştırma yaparken Huzur, Mahur Beste ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü peş peşe okudum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü de inanılmaz bir roman. Ama elbette Huzur bir başyapıt. Elbette herkes gibi, ben de romanda tasvir edilen uzun akşam yemeklerindeki tartışmalara dikkat kesildim. Kültür, medeniyet, Doğu, Batı tartışmaları… Kimlik meselesi hakkında felsefi sohbetler. Zaten, tam da bu nedenle Tanpınar kitaplarını doktora araştırmam kapsamında okuyordum. Ama ben Nuran ile Mümtaz’ın aşklarını da çok sevdim. Mesela daha ilk evrelerde Mümtaz sandalıyla Emirgan’dan çıkıp Kandilli iskelesi civarlarına gelir, acaba Nuran o vapurda mı diye bakmaya. Ya da ileriki bölümlerde Nuran Mümtaz’ın evine geleceği zaman, Mümtaz heyecanda iş yapamaz; sadece Nuran’ı bekler. Kandilli’de iskele yakınlarında rakı içerken bunlar gelir aklıma.
edebiyathaber.net (21 Eylül 2019)