“Gördüğün rüyanın tabirisin.” S. Freud
Ünlü yönetmen Stanley Kubrick, İkinci Dünya Savaşı ve Nazizm üzerine bir film çekmeyi düşünmesine rağmen o sırada Steven Spielberg tarafından Schindler’in Listesi çekildiği için bu projesinden vazgeçer. Bu sayede belki sadece bir proje olarak kalacak son filmi Gözleri Tamamen Kapalı (Eyes Wide Shut) hayata geçer. Zira Kubrick bu filmi çektikten hemen sonra hayata gözlerini kapar. Gözleri Tamamen Kapalı çoğu sinema otoritesi tarafından ünlü yönetmenin en iyi ama en anlaşılmaz filmi olarak gösterilir. Kubrick’in çoğu filmi gibi bu da bir edebiyat uyarlamasıdır. Arthur Schnitzler tarafından yazılan Rüya Roman, kült bir filme hayat vermenin ötesinde psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un hayatında da önemli yer tutar.
Sigmund Freud 24 Mayıs 1926 tarihinde Schnitzler’e bir mektup yazar. Freud bu mektupta “doppelganger” yani bir anlamda ruh ikizim, hayaletim, öteki ben olarak seslendiği Schnitzler’e, yıllarca arayıp durduğu, uzun analizler ve tecrübelerle biriktirdiği bilgiye nasıl kendiliğinden ulaştığını sorar. Kitabındaki kimi psikolojik ve erotik sorunlar konusunda kendi görüşleriyle örtüşen yanlara dikkati çeker ve “uzun ve zahmetli incelemeler ve araştırmalar sonucunda elde ettiğim şu veya bu gizli bilgiyi nereden edinmiş olabileceğinizi sık sık, hayret ederek kendime sordum durdum ve sonunda kıskandığım yazara hayranlık duyma noktasına geldim” diye belirtir. Freud’un sözünü ettiği kitap Rüya Roman (Traumnovelle)’dir. Psikanalize Giriş Derslerinde Freud, insanın psikanalizi önce kendi bedeninde ve kişiliğinde deneyimlediğini belirtir. Schnitzler’in de eserlerinde açığa çıkan işte bu içe bakış, kendi benliğini deşifre etme deneyimidir. Yazar, belki bilerek belki de el yordamıyla o derin ve karanlık alana geçmiş, arzuyu, yaşam ve ölüm dürtüsünü, rüyaları bilinçdışının bir okuması olarak kullanmıştır. Rüya Roman, aldatma/aldatılma deneyiminin saf ya da örtük hallerini cepheden, cesurca ele alarak bilinçaltının dehlizlerine doğru bir yola girişir. Bu ele alış öylesine gerçekçi ve çarpıcıdır ki okur da –aynı Freud gibi- yazarın ortaya çıkardığı ve romanda karşılaştığı kendi iç dünyası karşısında şaşkına döner, büyülenir.
Arthur Schnitzler, böylesine etkin bir anlatıyı içe bakış sayesinde kurgular. Onun yaşam hikayesi de romanın baş kahramanı Doktor Fridolin ile iç içe geçmiştir. Schnitzler de bir doktordur. Sevgilisi artist Marie Glummer’in (Mizi) kendisini aldattığını düşünür ve kıskançlık hezeyanları yaşar. 20 Nisan tarihli güncesinde, “Mizi akşamüzeri eve döndü, karşımda duruyordu öylece; kendisine yarım saat hakaret edip durdum, ona adi bir gece kuşu olduğunu, ruhunda haysiyetsizlik, şerefsizlik yaşattığını söyledim ve bunları yaparken apaçık bir tatmin duygusuna kapıldım” diye yazar. Ama aynı hezeyanlar onun tutkusunu ve aşkını da ateşler. Yazarın eserlerindeki erotik ve karanlık yan, sadece bireysel bakış değil yazınsal serüveninde eleştirdiği toplumsal ahlak yozlaşmasının da ele alınışıdır. Dönemin burjuva ahlakını bu yolla eleştirir.
Rüya Roman, yirminci yüzyılın başlarında Viyana’da yaşayan evli bir çiftin, Doktor Fridolin ve karısı Albertin’in yaşamından bir geceyi odağa alır. Kubrick ise romanda yer alan zaman ve mekânı değiştirerek odağa tipik bir Amerikan burjuva ailesini almak istemiş bu nedenle New York’ta yaşayan Doktor Bill Hardfort ve karısı Alice’in hikayesi olarak beyaz perdeye yansıtmıştır. Roman -ve buna paralel olarak film- dokuz yıllık evli bir çiftin fantezileri, rüyaları ve itirafları sonucunda bilinçdışının açığa çıkışını ve deşifre olduktan sonra tüm hakimiyeti ele geçirmesini anlatır. Bunu da özellikle rüyalar yoluyla ele alır, zira Freud’un belirttiği gibi rüyalar bilinçdışına giden kral yoludur. Bilinç düzeyinde ele alınamayan, baskılanan, gizlenen, yok sayılan arzu ve dürtüler en çok rüyalarda açığa çıkarlar. Bu sayede baskı altında kalan duyguların aşırı basınca neden olarak sisteme zarar vermesi engellenir. Rüyalar fazla basıncın tahliye edildiği emniyet supapları olarak da görülebilir.
Edebiyat kötüyü resmederken bir yandan çekiciliğini ortaya koymaya, diğer taraftan da okurun ruhunu kötülüğün ele geçirmesine engel olmaya yarayacak yapılar kurmaya çalışır. Modern edebiyat hayatın içini ve kötülüğü olduğu gibi gösterir. Artık kötülük ve ahlak dışı olan eskiden olduğu gibi şeytan figürüyle değil insanın parçası olarak vardır, hayata dair ve çekicidir. Modern roman insanı yansıtmak için psikolojik bakış açısını kullandıkça bilinçaltında kalanlar, yok sayılanlar da gün ışığına çıkar. Artık mutlak iyi ve mutlak kötü yoktur. Siyah ve beyazın yerine grinin tonları, kesinliğin yerine farklı bakış açıları geçer. En çok dışlanan davranışların altında yatan insani ve kabul edilebilir nedenler serilir göz önüne. Yargılamak yerine anlamayı, öğretici olmak yerine tanımlayıcı olmayı tercih eder. “Ne?” diye sormak yerine “Neden?” diye sorar. Modern romandaki psikolojinin amacı ilkeler öğretmek değil gözlemdir.
Rüya Roman (ve Gözleri Tamamen Kapalı), aldatmaya yönelik bakışın her türlü dolayımını içerir. Aldatma ve aldatılmanın gerçek veya olası hallerini, ihtimalini, rüyasını, fantezilerini, bilinçaltı gölgelerini ve sanatsal tasarımını gözler önüne serer. Eleştirmek, yargılamak, suçlamak için değil anlamak için bakmayı hem de gözleri kapalıyken ve hatta rüyalarda görebilmek için bakmayı işaret eder. Elbette görmeye cesaret edebilene, çünkü rüyayı görebilmek cesaret işidir.
Pınar Köksal Üretmen – edebiyathaber.net