Saffet Murat Tura, Freud’tan Lacan’a Psikanaliz, Ayrıntı Yayınları
Nörolojide üç bin senede katedilemeyen mesafe son otuz yılda alındı. Buna rağmen nöroloji, psikoloji, psikiyatri, psikanaliz, psikoterapi birbirine karıştırılıyor. Saffet Murat Tura’nın ilk baskısı Freud’dan Lacan’a Psikanaliz(Ayrıntı, 1989) kitabının güncel versiyonu kafa karışıklığını dağıtmak isteyenler için mükemmel başlangıç. (Benim için ilk baskının saçlı Tura’sı da hâlâ büyük değerini muhafaza ediyor.) Yazarın bütün kitapları, elbette son kitabı Zor Problem: Bilinç de (Metis, 2018) olmazsa olmaz okumalardan sayılmalı. O sırada, Nörofelsefe üzerine ilk ciddi yayının tarihi 1986 olduğuna göre, bugünkü ölçülerle yeni bir şeyden söz etmiyoruz. “Felsefecilerin sinirbilimlerine ciddi şekilde yönelmesi PatriciaChurchland’ın (ve eşi Paul’un) Neurophilosophy (1986) adlı kitabını yayımlamasıyla başlar.”https://norobilim.com/bilim-felsefesindeki-yeni-boyut-norofelsefe/Patricia Smith Churcland’in kitabı da Türkçeye çevrildi: Nörofelsefe, çev. Özge Yılmaz, Alfa, 2019. Söz edilmeyi bekleyen nörotarih artık. Geç kaldı, en azından Türkiye’de. Burada konuşan, yazan, anlatan tarihçinin bugünü eksik; bu yüzden dün anlatısı da şüpheli çünkü nörolojiye çok uzak. Hafıza, hatıra, geçmişi kurgulayan zihin, anlatının yapısal güvenilmezliği gibi tarih yazınını doğrudan etkileyen konularda inanılmaz sayıda araştırma yapılıyor, kitaplar yayınlanıyor. Ama henüz elimizde Nörofelsefe muadili Nörotarih yok.
Tütüncü Çırağı, Robert Seethaler, çev. Oktay Değirmenci, Jaguar Yayınları
Bir uzak taşra çocuğusunuz, anneniz sizi şehre az tanıdığı bir adamın yanına gönderdi, onun tütüncü dükkanında çıraksınız. Viyanalı müşteriler, dükkan sahipleri, sokak satıcıları… herkes birbirine “Herr Professor” diyor; yüzyıl sonu Viyanası, Fin-de-SiècleVienna. Yeni yüzyıla da geçilmiş, 30 yıl da kaşla göz arasında geçmiş hatta. 1899’da basılan kitabına 1900 yazılmasını isteyen Freud, ahir ömründe o dükkandan tütün almaya geliyor. Dükkan sahibi bu müşterinin “Bay profesör”lerden farklı olduğunu izah edince çocuk hemen anlıyor: “Profesörlere layık bir itibar görmek için unvanını bir inek çanı gibi boynunda sallaması gerekmeyen bir profesör.” Robert Seethaler’in Tütüncü Çırağı (çev. Oktay Değirmenci, Jaguar, 2017) okuyunca hayatınızın değişmesine gerek kalmayacak bir romanlardan. Kafa değişmiyorsa ne okusak beyhude.
Oya Baydar ile nehir söyleşi Ebru Çapa, Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk, Ağaçkakan
Kucağındaki Felix. Hapishane kedisi. 12 Mart tutukluluğu. Sekiz ay. Sonra af çıkıyor. Berbat günler, aylar, yıllar. Ama Felix’le geçecek daha altı yıl var, özgür. Hayatı hiç bırakmamak, yani mücadeleyi. Sorumluluk almak, kendi olmaktan hiç vazgeçememek, bedeline aldırmadan.
Nehir söyleşi nehre ürkmeden girenle yapıldığında sadece tarihi değil bugünü de anlatır. Eşlik etmeyi, hangi konuyu nehrin hangi derinliğinde açması gerektiğini, bilenden gelmişse sorular okur o sulardan çıkmak istemez. Ebru Çapa soruyor Oya Baydar anlatıyor –cevaplamıyor çünkü anlatmasını biliyor. Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk (Ağaçkakan, 2018) söyleşi edebiyatımızda bu nitelikte çok az örneği olan kitaplardan.
Medyum, Phillipe Sollers, çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları
İnsanın ne kadar zavallı olduğunu çok az yazar Phillipe Sollers kadar iyi anlatır. Medyum’da “İnsan 12 yaşındayken yazı yazmaz ama yazmak için 12 yaşında kalmak daha iyidir” der. Yazmak için 12 yaşından uzaklaşmayı seçenlere ders olsun.
edebiyathaber.net (12 Ekim 2019)