Aksiyon filmlerine, polisiye dizilerine merakı olanlar için Nir Hezroni’nin Bir Psikopatın Günlüğü ve devamı olan Bir Psikopatın Talimatları kitapları ilk sayfasından itibaren elden düşürülemeyecek iki kitap. Yazarın yayınlanan ilk kitabı Bir Psikopatın Günlüğü’nün (Three Envelopes) çevirmeni Banu Adıyaman Çalışkan. İsrail’le aynı anda ülkemizde de yayınlanan bu ilk kitap, olağanüstü kurgusu ve yazarın kişisel kariyer tecrübeleriyle bezenmiş hayal gücüyle okuyucunun iştahını açıyor. İlk kitabın sarsıntısı geçmeden kaldığı yerden devam eden hikâyeyi aktardığı ikinci kitap ise Bir Psikopatın Talimatları (Last Instructions) ise Gökçesu Tamer’in çevirisiyle Türkçede. Bu iki kitaptan esinlenerek yazılan dizi ise yakın zamanda ekranlarda olacak.
Yazar üniversitede fizik eğitimini tamamladıktan sonra İsrail ordusunda istihbarat görevinde bulunuyor. Askeriyeyle ilişiği kesildikten sonra aldığı ekonomi ve iş yönetimi eğitimleriyle kendisine ileri teknoloji alanında kariyer kuruyor. Hikâyenin temelini oluşturan iklime son derece aşina olduğu besbelli. Ustalıkla ördüğü kurgu bize kariyerine yön veren alanlarda ne kadar iyi bir donanıma sahip olduğunu gösteriyor.
Kitabın ana kahramanı ajan 10483 kod numarasına sahip bir psikopat. İsrail devletinin gizli bir örgütüne hizmet ediyor ve bu gizli örgütün tedrisatından geçiyor. Kariyerine askeriyede başlayıp sonrasında parlak zekâsı ile göze çarpıyor ve örgütle ilişkileniyor. İsrail, gizli örgüt, ajan vb. etiketlerin de ötesine taşan korkunç bir potansiyelden ve limitsiz bir itibardan bahsediyoruz. İlk kitaba da ismini veren psikopatın yazdığı günlüğü okuyarak açılıyoruz hikâyeye. Ardından olaylar önü alınamaz bir hızla gelişiyor. Psikopat ajanımız 10483’ün geçmişini okurken hikâye bir casusluk ve karmakarmaşık terör/devlet/gizli servis olay örgüsüyle nefes kesmeye başlıyor. Okurken günlüklerdeki tarihlere dikkat etmeniz gerekiyor ve hatta arada bir geriye dönüp bazı bölümleri hatırlamak zorunda kalabiliyorsunuz.
Akıllarda deli sorular
Yüksek teknolojinin parlak bir hayal gücü ile harmanlandığı, asıl amacından saptırılarak şeytani emeller için hizmete sunulduğu kusursuz bir derin devlet senaryosu okuyoruz. Bilimin masumane olduğunu düşündüğümüz kendinden menkul buluşlarıyla, devletin ya da sermayenin himayesindeki güç odaklarının geliştirdikleri farklı yaklaşımları temel alan hikâye; çağımızın güç odaklarının gizli ya da açık mücadele ve müdahaleleriyle yazılmakta olan tarihine de ışık tutuyor. Soğuk savaş sonrasında yıkılan sınırlar, değişen doktrinler ve yeniden yazılan paradigmaların sebep ve neticesinde ortaya çıkan temel soruları hatırlatan yazar, hemen hepimizin içinde can bulmayı bekleyen türlü çeşit şeytanı sahneye davet etmekten de kaçınmıyor. Siz olsaydınız ne yapardınız? Bu can alıcı soruyu bireye ve topluma, sonra da devlete soruyor. Açıktan ve gizlice iş yürüten, devlet deyince aklımıza gelen her türlü aygıtı topyekûn öyküsünün içine katıp, zamanın ruhuna ve coğrafyanın şartlarına göre tekrar tekrar yorumlatıyor.
Psikopat ajanın kim olduğu ve icraatları etrafında örülen hikâye, çok kısa bir sürede üç kıtaya yayılıp kontrolden çıkayazıyor. Matematik, fizik, tıp, kimya, biyoloji, gibi alanlarda kendini çok iyi yetiştirip bu alanların pek çok katmanına girip çıkmak suretiyle kendini geliştiren ajan 10483, devletine ve örgütüne, haliyle “demokrasiye bağlı” bir karakter. Zaten operasyon için gerekli olan hemen her şeyi, yani sahte pasaportlardan ehliyetlere, dolgun banka hesaplarından dilediği para biriminde yüklüce nakit paraya kadar pek çok şeyi, devletin küresel bağlantıları sayesinde çabucak elde edebiliyor. Planlama ve uygulamada kusursuz olduğunu herkese kabul ettiren ajanımız aslında bir antikahraman. Haliyle meraklılarına pek çok yasadışı formül sunuyor.
Hayal gücünün bilimle ve doğayla test edilip cesaretle yoğrulması sonucu ortaya çıkan sonuçlar kitabı okurken pek çoğunuzun aklına olmadık şeyler getirecektir. Siz yine de evde kendi başınıza denemeyin ve okuduklarınızın bir hikâyeden ibaret olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
Kanunların ve ahlaki normların nasıl görünmez çizgilerle sınır kabul edildiğini yüzümüze vuran 10483, günümüzde komplo teorisi kabul edilebilecek pek çok uçuk kaçık işe cür’et edebilecek bir tip. Bizim gibi normal insanlardan böyle şeylerin hiçbirisi beklenmez, beklenmemeli. Gerçek ve kurgunun birbirlerinin çeperlerini iyiden iyiye incelttiği böylesi bir hikâyede insanın aklına gelenleri edebiyatın bir cilvesi olarak görüp tadında bırakmak en doğrusu. Yazar tam da bu hissiyatımızı ele geçirip deşmekten bir an olsun vazgeçmiyor. Bu his, bu her şeye kadir olma duygusu bir devletin eline geçerse ne olur? Aynı hisle “terörist”ler ne yapar? Sahi terör nedir? Devlet kimdir? Bu ikisi arasındaki ilişkiyi düzenleyen esaslar nelerdir ve hangi şartlarda kamuoyu ne şekilde bilgilendirilir? Bütün bu kurşun gibi ağır sorular yazarın ustalıkla beslediği zehirli düşünceleri uyandırıp duruyor…
Dikkat! Ajanlık yetkinlikleri ile okuyunuz
Ajan 10483’ün kendi hikâyesine paralel olarak aynı değerlere sıkı sıkıya bağlı bazı diğer karakterlerin mücadele ve müdahaleleriyle ana hikâye, üzerinde durduğumuz zemini sallayıp durduğumuz yeri en temelinden devirmeye başlıyor. Bizler tam meseleyi kavramaya başlarken çevirdiğimiz sayfa ve tarih, bizi hikâyenin başka karakterleriyle, onların zamanında ve mekanlarında ileri geri itip çekmeye başlıyor. Hoppala, bu da nereden çıktı dediğiniz sayfalar arasında zaman zaman ileri geri dolaşırken hissettiğiniz telaşın bir sebebi var. Sahi, siz bu öykünün neresindesiniz? Psikopatın talimatlarını içeren ikinci kitap, tıpkı birincisi gibi tarih ve referanslarla ilerleyerek finale doğru bir çığ gibi ilerliyor. Dikkat bozukluğu olan okurları sıkı bir meydan okuma bekliyor.
Birinci kitapta çevirmenin Londra’daki Marble Arch’ı bilerek ya da bilmeyerek, kelime karşılığı haliyle Mermer Kemer şeklinde büyük harfli çevirmesi dikkat çekici. Çevirinin neredeyse kusursuz yapıldığını düşünürken ikinci kitabın çevirmeni tarafından Marble Arch’ın yine orijinal ismiyle ve büyük harflerle tekrarlanması bir soru işaretine neden oluyor. Bunların dışında ikinci kitapta tarihin yanlış yazıldığını, 21 Haziran 2016 tarihinin aslında 21 Aralık 2016 olması gerektiğini de hem okuyucuların hem de bu iki kitabın -dileğimiz odur ki- gelecek baskılarında yayıncıların dikkatine sunulmasında fayda var.
Nir Hezroni birinci kitabını bir hastaneden firarla bitiriyor. İkinci kitabı ise aynı hastanede, ama bambaşka bir açıdan bakarak başlatıyor. Zaten ikinci kitabın yoğunlaştığı şey de hikâyenin özünü tarif eden temel çelişkilerden biri ile, durduğumuz yerden görülenle gerçekte olanın birbirine ne kadar benzediği ile ilgili. Giderek yoğunlaşan ve detaylarıyla pek çok soruya cevap verirken başka pek çok soruyu önümüze yuvarlayan harika bir hikâye, muhteşem bir kurgu ve iyi ile kötünün kucak kucağa dansı. İyilik uğruna çıkılan yolda kötülük mubah mıdır? Bunun sınırlarını devletler mi belirler yoksa toplum ya da birey mi? Ya peki nasıl bir devlet (gizli örgüt eliyle ya da resmi) hangi saiklerle bu işlere yeltenir? Ya toplum vicdanı manipüle edilirse? Ah be, devletlerin vicdanları olur mu?
Adalet Çavdar – edebiyathaber.net (24 Ekim 2019)