İran’lı ünlü yazar Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” romanını okumamış da olsa, duymamış olan sanırım yoktur. Hidayet, dünyanın çok sayıda diline çevrilmiş bu kısa ama oylumlu romanında insanın tinsel yolculuğu eşliğinde; yine onun varoluşsal meselelerine ışık tutmayı amaç edinmiş ve eşi belki de Batı Edebiyatı’nın -Kafka gibi- istisnai kimi kalemşorlarının ortaya koyabileceği bir yapıtla işte bu da benim “insan ve dünya tarifim” demiştir. Sanatın ve yaratının özünde yer alan, bir ölçüde de bu tinsel yolculuk ve varoluşsal meseleden hareketle yeni yaşam, ötesinde bu yaşama “uyum konusunda” insanoğlunun yolculuğa katılım şekli her dönemde bir daha bir daha öykülenecektir.
Tufan Erbarıştıran, Sadık Hidayet’in bu kısa ama oylumlu çabasına bir boyut daha eklemlemek istemiş ve “yorumun yorumu”, ya da algının restorasyonu diye adlandırabileceğimiz bir yaklaşımla “Kör Baykuş”u enine boyuna irdeleyen bir incelemeye imza atmış. Bir yazınsal yapıt için emsalsiz bir şans bu belki de; kimi yazar dostların yapıtlarıyla ilgili böylesi bir operasyondan fazlasıyla memnun olacaklarını düşündüm incelemeyi ele aldığımda. Ne yazık ki, Hidayet bu şansının farkında olamayacak. Ama ne fark eder ki, takipçileri, adına kurulmuş dernekler, hülasa “Kör Baykuş”un sıkı meraklıları sözünü ettiğim incelemeyi, en azından orijinalinin verdiği keyfe yakın bir keyifle okuyacaklardır.
Baskılara dayanamayıp kendini hiçliğe terk eden birinin -nihilizmle karıştırmamak kaydıyla- hayatı, insanı ve ölçütleri bir başka düzlemde, yeniden var etmesi, belki de farklı bir katmanda, yine farklı değerler sisteminin oluşmasına da katkı sağlıyor. Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş”unda, tek bir öznenin yapısından hareketle, yeni bir metnin, üstelik en az orijinali denli canlı bir biçimde karşımıza çıkması, meraklı okur için gerçek bir kazanım sayılmalıdır. Bireyin, acımasız kurallarla yoğunlaşmış hayat karşısındaki donanımsızlığı, elbette onun yaşayacağı yabancılaşma adına da öncelikli bir gösterge olacaktır. Sadık Hidayet’in, bu noktada Kafka’yla ve onun belki de “Kör Baykuş” benzeri yapıtı diyebileceğimiz “Dönüşüm”le aynı kefeye konulması ise başlı başına bir haksızlık olacaktır. Çünkü Erbarıştıran’ın da belirttiği gibi, bu durum Samsa’nın -Dönüşüm’ün kahramanı- hayata karşı anlamı sorgulanabilir duruşu, bürokrasiye, ticari koşullara, verili sistemin her türden dayatmalarına karşı, sıkı bi karşı koyuş olarak tezahür ederken, Kör Baykuş’un tinsel derinliklerinde, insanın kendi içine tuttuğu ayna ve onun umarsız yansısı, varoluşsal sorular yumağıyla Kafka’dan da fersah fersah uzak bir noktaya düşecektir.
Sadık Hidayet’in metninde, okur düzleminde insana biçilen -daha öncelerde çoktan biçilmiş olan- rollerle ilgili bir karşı duruşun umarsız çığlığı olarak da, alt metinde kendini dipten dibe hissettirmektedir. Hidayet bunu, Platonun İd’ler teorisine uzak bir gönderme olarak da tasarımlamış olmalıdır. İnsan/maske ilişkisi ve ikilemi çerçevesinde ele alınan bu durumun sonucu olarak, “Sanki herkesin birkaç maskesi birden var ve yine herkes ısrarla bir maskeyi kullanmakta ısrarcıdır…” Bu ısrarcılık, bir biçimde, toplumsal koşullanmanın, eğitimden örflere değin ona dayattığı bir zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıkar. Seçilmiş maskenin arkasına sığınmak, çeşitliği ortadan kaldıracak, kimliksizliğe, daha açık bir söylemle boyutsuzluğa davetiye çıkaracaktır. Hidayet “Kör Baykuş” aracılığıyla insanoğluna müthiş bir manifesto sunmaktadır gerçekten. Sonuç olarak, uyumsuzluğun, tedirginliğin, mutsuzluğun… ve daha benzeri pek çok olumsuzluğun özünde, bireyin karşısında yine bireylerden mürekkep o “yığın” çıkmaktadır. -Bu noktada Beckett’e de özel bir selam göndermeli-. Sonuç ise elbette olumsuzdur. Erbarıştıran, incelemesinde, mistisizmin kalıpları çerçevesinde insanı mutsuzlukla karşı karşıya getirmesi olası bu yapılanmaya karşı durulması ve bu konuda çaba göstermekten vazgeçilmemesi gerektiği konusunda da uyarıyor okuru. Bu durum, bir yapıtın geliştirdiği söylem üzerinden, farklı bir katmanda yeni bir oluşum ve yeni anlamlar yüklenmesinin kaçınılmaz olduğunun da bir göstergesi. Doğunun, -farkındalık konusunda üstünde ne ölçüde bir çalışma gerçekleştirilmiştir, bilinmez- gerekçelerini öngörerek postmodernist bir sıçramayla varlık/yokluk ikileminde çıkışsız bir kara deliğe doğru gidişinin korkunç hasarını, yine tinsel bir cüret ve ceza ile ödemekten kaçınmayacak olması gerçeğiyle yüzleştirerek var etmesini öneriyor belki de.
Bu kısa ama katmanlı metnin, en az asıl metin uzunluğundaki incelemesiyle yeni bir anlayış ve anlam yüklenme ile birlikte yeni okumalara ve farklı yorumlara da kapı aralayacağı açıktır. Erbarıştıran’ın “Kör Baykuş”la ilgili olarak, titiz bir araştırma sonucunda ortaya çıkardığı bu incelemenin, bir edebiyat metninin farklı ve yeni alt okumalara olanak tanıyan bir örnekleme olarak da, benzeri sayıda pek çok metnin -Katip Bartleby örneğin- yeniden deşifresi konusunda, uzmanları ve okurları kışkırtacağı düşüncesindeyim.
“Hiçlik”in, belki de aslında her şey olduğunu kulağımıza üfleyecek birilerine her zaman ihtiyaç duyabileceğimizi başka nasıl anlayabiliriz ki?
Ahmet Önel – edebiyathaber.net (7 Kasım 2019)