Hürriyet Kitap, geçtiğimiz Ekim ayında önemli bir çalışmayı yayın dünyamıza kazandırdı: Tarihe Yön Veren 100 Sporcu. Kitabın amacı ve hedef kitlesi, isminden kolayca anlaşılsa da çalışmanın nitelikli içeriği okuruna çok daha fazlasını sunuyor. Dünya çapında en üst derecede başarılara imza atmış sporculara ait her bir hayat hikayesi elbette birbirinden etkileyici, diğer yandan başarı ve mutluluğun basit sırlarının dünyanın en iyileri tarafından nasıl hayata geçirildiğini anlattığı için sporla ilgili olsun olmasın her okurun hayatına ışık tutacak bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kitabın yazarı Can Güçlü, “İnsanlığın Sınırlarını Aşmak” başlıklı giriş yazısında, kitabın bir spor tarihi çalışması olmadığının, kitapta yer alan isimlerin insanlığın sınırlarını aşmak amacını taşıyan sporculardan seçildiğinin altını çiziyor. Kitapta yer alan sporcular, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi Üyesi Prof. Dr. Uğur Erdener, spor yazarı Mehmet Arslan ve Paralimpik Oyunlar Şampiyonu milli sporcumuz Gizem Girişmen tarafından belirlenmiş. Dünyaca ünlü isimlerin hikayelerini son derece titiz bir çalışmayla okura sunan kitabın içeriği kadar başarılı tasarımı Ece Gülsayın’a ait.
100 metreyi 9,58 saniyede koşan Usain Bolt, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda ağırlığının üç katını kaldıran Naim Süleymanoğlu, sırıkla 6 metrenin üzerine atlayan Sergey Bubka, kolları olmaksızın ok ve yayla en uzak mesafeye yapılan isabetli atışı gerçekleştiren Matt Shutzman kitapta yer alan isimlerden bazıları.
Kitapta yer alan her hikâye birbirinden etkileyici. Bizler günlük koşturmacalarımız içerisinde bir günü diğerine bağlarken, bir yerlerde birileri insanüstü bir emek ve çalışma ile nelerin başarılabileceğini, insanlığın sınırlarının nasıl aşılabileceğini dünyaya kanıtlıyorlar. Bazılarından hiç haberimiz olmuyor, bazılarının ismini duyup unutuyoruz. Biz yazın sıcağından, kışın soğuğundan, patronun hışmından, eşimizin dırdırından, borçlardan, siyasetten, sistemden şikâyet ederken onlar hiçbir şeyden şikâyet etmeden hedeflerine doğru durmadan koşarak yol alıyorlar. Her gün, her saat, her saniye. Hedef dediğimiz de dünya çapında en iyi neresiyse orası.
Kitaptaki sporcuların her biri eşsiz ve benzersizler, farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden geliyorlar, farklı fiziksel ve kişisel özelliklere sahipler. Ama hikayeleri okudukça görüyoruz ki aslında hepsinin son derece basit, sıradan ortak özellikleri var ve bu ortak özellikleri onları dünyanın en iyisi yapıyor. Yani kitap bir yandan da başarı ve mutluluğun basit sırlarını veriyor bize.
Öncelikle hemen hemen hepsi neşeli, mutlu, hayattan ve yaptıkları her şeyden keyif alan insanlar. Aldıkları madalyalardan ziyade bu işi yaptıkları için mutlular. Hedeflerinde çok inatçılar, yapılamaz denileni yapmak için çaba harcıyorlar, kimseye kulak asmadan. Başarıdan başarıya koşarken asla kibre kapılmıyorlar, alçakgönüllülüğü ve saygıyı asla elden bırakmıyorlar, özellikle de rakiplerine karşı. Yenildiklerinde bunu hazmetmeyi ve bundan ders çıkarmayı en iyi şekilde yapıyorlar. Çok yönlüler. Sadece meslek edindikleri spor dalını değil, farklı sporlar da yapıyor, sanatla, sosyal konularla ilgileniyorlar, birçok dil biliyorlar. İlgilendikleri diğer alanlar spor yaşamlarını besliyor, meslekleri de hayatlarının diğer alanlarını olumlu yönde etkiliyor. Sporda başarıya giden yolda öğrendiklerini yaşamlarının diğer alanlarında da uyguluyorlar, bu nedenle özel yaşamlarında da başarılılar.
Kitap, yaklaşık 30 farklı disiplinden sporcuya yer veriyor. Kitabın en beğendiğim yönlerinden biri, bu türde birçok çalışmanın aksine, yeterli sayıda kadın sporcunun ve engelli sporcunun kitapta yer alması. Bu konuya özen gösterildiği açıkça belli oluyor.
Sporcuların hayat hikayelerini okurken dikkatimi çeken şeylerden biri şu oldu: Türk sporcular, başarılı oldukları branşlarda spor hayatlarına çok geç yaşlarda ve rastlantı eseri başlamışlar. İmkân ve koşulları yetersiz olmasına rağmen insanüstü bir çalışmayla başarıya ulaşıyorlar. Özellikle Rus, Amerikalı ve Avrupalı sporculara baktığımızda görüyoruz ki, ülkelerindeki sporcu yetiştirme sistemleri sayesinde daha 3-4 yaşlarında ilgili spor disiplininde en iyi şartlarda yetişmeye başlıyorlar. Spor hayatları boyunca da en iyi imkân ve şartlarda çalışmalarını sürdürebiliyorlar. Dilerim ülkemizde de benzer sistemler hayata geçer. Diğer yandan yetersiz imkân ve koşullarına rağmen uluslararası yarışmalarda bu kadar iyi yetişmiş rakiplerini geçerek madalya alan sporcularımızla daha çok gurur duydum.
Kitapta, hayranlıkla izlediğiniz sporculara rastlamak ve başarılarına dair onlara ait sözleri okumak heyecan verici. Benim kuşağım şu isimleri hatırlar: Wimbledon’ın en genç şampiyonu Boris Becker. Buz pistindeki dansı ile minyonları ekrana kilitleyen Katarina Witt. Maçlardan önce bile sürekli bir şeyler okuduğunu öğrendiğim Kareem Abdul Jabbar. Steffi Graf 377 hafta dünyada 1 numara olmuş. Martina Navratilova 2189 maç kazanmış ve diyor ki “Tek gerçek başarısızlık asla denememektir.” Ve ekliyor: “Ben kusursuz olmaya çalışmak yerine muhteşem başarılar elde etmeye çalışıyorum ve bunu öneriyorum. Müthiş işler yapmaya yönelirseniz kusursuzu yakalarsınız. Müthiş olmak yeterlidir, kusursuz olmaya çalışmak gerekmez çünkü kusursuzluk rastlantısaldır!”
Futbolseverler Kara İnci Pele, Maradona ve Ronaldo’nun hikayelerini okuduklarında benim kadar heyecanlanacaklardır. Abebe Bikila’nın 1960 Roma Olimpiyatları’nda çıplak ayakla maraton koşarak altın madalya kazanmasının hikâyesine hayranlık ve şaşkınlıkla duymamak imkânsız.
Hikayelerin hepsi etkileyici ama bazıları benim için inanılmazdı. Bunlardan biri Wilma Rudolph. 22 çocuklu bir ailenin 20’nci çocuğu. Çocukluğunda birçok hastalıkla birlikte çocuk felci geçiriyor. 12 yaşına kadar aparatsız yürüyemiyor. Ancak öyle bir azimle yaşamını sürdürüyor ki 1960 Roma Olimpiyatları’nda atletizm dalında 3 altın madalya kazanıyor. Kitap, insan bedeninin sınırlarının nasıl aşılacağının örnekleri ile dolu gerçekten.
Tommie Smith ile John Carlos ve Peter Norma’nın ortak hikâyesi, bir sporcunun sadece sporla değil yaşamın farklı alanlarında da aktif olarak dünyayı nasıl etkileyebileceğinin en önemli örneklerinden biri. 1968 Mexico City Olimpiyatları’nda madalya alırken ırkçılığı protesto ediyorlar. Sonrasında maalesef bu sporcuları zorlu bir yaşam beklese başka bir başarıya da imza atmış olmanın onuru ile yaşamlarını sürdürüyorlar.
43 yaşına kadar araba yarışlarında uluslararası başarılara imza atan ve bir yarış kazasında bacaklarını kaybeden Alex Zanardi kazadan sonra paralimpik bisiklete başlıyor. 2012 Londra ve 2016 Rio Paralimpik Oyunları’nda farklı kategorilerde birçok altın ve gümüş madalya kazanıyor. Şöyle diyor: “Ancak bana göre ‘doğru şey’ yok. Aslında o ‘doğru’, ne yapmak istediğimize göre değişiyor. Hayatımı, kalbimin istediklerini yapması konusunda beynimi ikna etmekle geçirdim. Bisiklete binmeye de Londra’da altın madalya kazanmak için başlamadım. Bisiklete başladım; çünkü bu beni mutlu ediyordu.”
Michael Jordan’ı dünyada bilmeyen var mıdır acaba? Basketbol sahasında olduğu kadar hayatta da nasıl bilge bir insan olduğunun kanıtı için şu sözlerine bakmak yeterli:
“Başarısızlığı kabullenebilirim. Herkes bir şeylerde başarısız olur. Ama denememeyi ve çalışmamayı kabullenemem.”
“Sınırlar, tıpkı korkular gibi, çoğu zaman yalnızca birer yanılsamadır.”
“Üst üste, üst üste, üst üste başarısız oldum. İşte başarımın nedeni budur.”
Kitapta yer alan iki isim var ki bendeki yerleri çok özel. Çünkü hayatın harika rastlantıları sonucu ikisinin de başarıya giden yolculuklarına en başından tanık olma şansım oldu.
Necdet Turhan. 23 yaşında görme yetisini kaybeden Necdet’le ODTÜ’de aynı fakültedeydik. ODTÜ Dağcılık Topluluğu’na katılarak muhteşem bir hayat çizdi kendine. Türkiye’nin görme engelli ilk atleti ve dağcısı oldu. “5 kıtada 5 maraton 5 zirve” diyerek New York, Yunanistan, Japonya, Avustralya ve Mısır’da maratonlara katıldı, Ağrı, Kilimanjaro, Mont Blanc, Colorado-Sherman ve 2017’de Kosciuszko dağlarının zirvesine çıktı. Projesini tamamladığında 60 yaşındaydı ve açtığı pankartta şu yazıyordu: “Dağa göz değil, yürek tırmanır!”
Ve Gizem Girişmen. 1981’de doğan Gizem, 1992’de bir trafik kazası sonucu T5 seviyesinde omurilik felci oldu. Engelli olması, mutlu ve başarılı bir hayat çizgisinde ilerlemesini asla engellemedi. Tevfik Fikret Lisesi’nden ve Bilkent Üniversitesi’nden başarı ile mezun olduğu sırada çok iyi bir yüzücüydü. Mezuniyet sonrası rastlantı eseri 2004 yılında okçulukla tanıştığında 23 yaşındaydı. 2006’da Avrupa Paralimpik Komitesi’nin düzenlediği okçuluk şampiyonasında ilk madalyasını aldı. 2007’de dünya sıralamasında birinciydi. 2008 Beijing Paralimpik Oyunları’ndaki başarısı ile Paralimpik Oyunlar’da altın madalya kazanan ilk Türk kadını oldu. 2010 yılında sporun Oscar’ı olarak kabul edilen Laureus Ödülleri’ne aday gösterilen ilk Türk oldu. İş ve akademik hayatının yanı sıra Uluslararası Paralimpik Komitesi’ndeki görevlerini de aktif biçimde sürdüren Gizem Girişmen’in şu sözleri dünya çapında şampiyonluklara imza atmanın asıl anlamını en iyi şekilde özetliyor:
“En güzel madalya insan hayatına dokunmaktır.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Aralık 2019)