O kitapçıda yok.
Bu kitapçıda yok…
Çünkü Doğu Yücel‘in yeni kitabı henüz kitapçılara gelmemişmiş efenim.
Elbette birine gelmiştir. Tabana kuvvet, hadi!
Bu telaş niye?
Çünkü Varolmayanlar kitabına bayılmıştım. Kimdir Bu Mitat Karaman’ı müthiş keyif alarak okudum.
Hem bu defa öykü kitabı yazmış. Öykü kitaplarına bayılırım.
- Başından okumak zorunda değilsindir. Herhangi bir öyküyle başlayabilirsin.
- Kitapta herhangi bir sayfa açıp kitap falı yaparım ben. Ama öykü kitabında olur sana öykü falı. Her öyküden sonra kitabı kapatıp, damağındaki lezzete bakarsın. Bunun için koskoca bir kitabın bitmesini beklemen gerekmez.
- Araya başka bir yazarın öykü kitabını alabilirsin. İstersen roman bile alabilirsin. Ya da nefis bir dergi…
Ya da İstanbullu öyküsünde olduğu gibi “Öykü kitaplarında bir öyküyü okumadan bırakırım ben. Kitabın raf ömrünü uzatırım böylece. Hep bir kısmı okunmamış kalır. Çok sonra bir gün bir his gelir, o zaman okurum. İşte Galata Kulesi’nden İstanbul’u seyretmek de hep o son öykü olarak kalsın istiyorum.”
Yok anlatmayacağım. Öyküyü yani. İnsanların tek arkadaşlarının drone olduğu günlerin gelmesinden korktuğumu anlatmayacağım.
Teknoloji hızla ilerlerken, teknolojinin bizim parçamız değil, bizim teknolojinin parçası olmamızdan korktuğumu anlatmayacağım.
Para Adam öyküsünde, kendini nihayet tamamlanmış hisseden Alper’in bir gözünden süzülen göz yaşı, diğer gözünden süzülen… Yok! Bunu da anlatmayacağım.
Yaktın Bizi Kasparov öyküsündeki gibi bir gün robotlarla yarışmak zorunda kalmaktan korktuğumu da anlatmayacağım. Çünkü robotlar her zaman mükemmel resimler, heykeller yapacak, çocuklara harika arkadaşlar olacaklar. Birileri her zaman mükemmeli sevecek. Kusurları sevmeyen insan çok. Biz kusur sevip, birbirinin kusurlarını tamamlayan kaç kişi kalacağız, diye kaygılandığımı anlatmayacağım.
“Canavarlarla dövüşen, kendisi de bir canavara dönüşmemek için uyanık olmalı.” Nietzsche. Evet. Tam olarak bundan korktuğumu anlatmayacağım. Sonra korkunun bazen seni kaçınılmaza sürüklediğini hatırlayıp, o sırada silkelendiğimi, bir cesaret geldiğini anlatmayacağım.
Sakin Ol Algoritmaya Güven öyküsünde Ballard’dan alıntılandığı gibi “Seks çarpı teknoloji, eşittir gelecek.”
Eğer öyleyse hala umut var. Çünkü, seks hiç bir zaman kaybolmayacak. Bir sonraki nesli yaratma arzusu asla sönmeyecek. “Sapyoseksüel diye güncel bir tanım var, fiziksel görünüşten ziyade zekâyı seksi bulanlar için kullanılıyor. İlginç bir istatistik: Böyle çok kadın gördüm ama tek bir erkekle karşılaşmadım. Erkekler zekasını önemsemedikleri güzel kadınlarla çiftleşmeye devam edip insanın beyninin evrimini frenlemeye devam etsinler, kahraman kadınlar sayesinde insan zekâsı ilerleme kat edebiliyor.” J Çok sevdim bu tespiti. Dünyayı kadınlar kurtaracak!
Şimdi gülümsüyorum işte.
O zaman Dr. Sanal Aşk öyküsüne bakmalı. “Ortaçağ’da geçen filmleri düşünün, bir tane “Neden nalbant oldum ki, terzi olacaktım”, “Üç puanla şövalyeliği kaçırdım, katip oldum” benzeri bir replik hatırlıyor musunuz? Demek ki “yanlış tercih kurbanı” denen illet tamamen çağımıza özgü bir hastalık.”
Dr. Sanal Aşk, “Hep derim zaten, bir kadının kalbine giden yol aforizma taşlarıyla döşelidir.” diyor. Evet. Kesinlikle haklı. Dr. Sanal Aşk.
Sanal Aşk… Doğu Yücel’in esprili kalemini seviyorum…
Dev bir kum saati var kitabın kapağında. Çok severim kum saatlerini. O son tane düşecek mi, diye beklerim. “Kum saatinde öyle olur bazen, üstteki haznede bir kaç kum tanesinin tutunduğunu görürsünüz. Cama yapışmış gibidirler. Biraz sarstığınızda düşerler ancak. Benimki de o hesap. Yaşama tutunan bir kaç kum tanem var demek ki.”
O son kum tanesi düştüğünde, zaman düşen son kumla öldü. Ters çevirip yeni bir hayat hediye edeyim, diyen bir tek ben miyim?
“Hayat denen bilmece için yapılan en gerçeğe yakın tasvirin, kum saati olduğunu düşünmüşümdür hep. Varlığımız bir avuç kum tanesi. Her geçen saniye eksiliyoruz. Hatıralarımız, rutinlerimiz, attığımız adımlar, yaptıklarımız, hepsi aşağıda birikiyor. En başta herkeste eşit oranda kum var ve kumların dökülme hızı aynı. Fakat o hız hastalıklar, hava kirliliği, küresel ısınma, organik olmayan yiyecekler falan eklenince kişiden kişiye değişmeye başlıyor, bir bakıyorsunuz kum saatinin dar boğazı genişliyor ve kumların akışı hızlanıyor.”
Kum saatinin boğazı genişliyor mu? Bilmem. Ama birileri sırf gıcıklık olsun diye benim kum saatimi eğik tutup, kumların hızlı akmasını sağlıyor mu acaba, diye çok düşünürüm. Ya da biri belki farkında olmadan kum saatimi eğik tutuyor olabilir mi? Sonuçta “Ne yaptığının farkında olmamak, işte tam da âdemoğluna has bir davranış…”
Aman zaten “İnsan yaşarken de ölürken de aynı. Hala affetmediklerim var.” Kum saatimi eğik tutan insanları affetmeme hakkımı kullanacağımı anlatmayacağım.
Anlatmayacağım. Çünkü Doğu Yücel ben yazmışım gibi anlatmış…
Tırnak içine aldıklarım dışında kalbime giden diğer aforizmalar:
“Çevremizde gerçekleşen ölümler insanların içinde sakladığı kişisel acılarını su yüzüne çıkarır, aslında kendilerine ağlarlar.”
“Günümüzde yazma sanatıyla ilgilenmenin en büyük zorluğu da burada işte. Sonuçta internete bağlı bir bilgisayarda yazıyoruz. Sadece bir tık uzağımızda kıyametin koptuğunu biliyorken düşler dünyasından öyküler çıkarmak o kadar zor ki.”
“Zamanı geldi. Hep gelir. ‘Aşkın son kullanma tarihi’.”
“İki insana hayatlarının en güzel anılarını, en sarsıcı orgazmlarını yaşatan bu aşk, artık ikisi içinde kanserojen madde. Birinden biri cesaret edip aşkı öldürmeli. Yoksa aşk ikisini birden öldürecek.”
“Ölüm bir an, ayrılık ise buram buram yaşanan, sürdükçe süren, mehdiyi arar gibi çare aradığın bitmek bilmeyen bir kıyamet hali.”
Ceren Erginsoy – edebiyathaber.net (3 Aralık 2019)