Söyleşi: Serkan Parlak
Oya Akçizmeci ile Yeni İnsan Yayınlarından çıkan “Ümit Penceresi” adlı romanı ve yazarlık macerası üzerine konuştuk.
Oya Hanım sizi biraz tanıyalım, yazmaya ve özellikle roman yazmaya nasıl başladınız?
Çocukluğumdan beri okumayı çok seviyorum. Kitapların büyülü dünyası oldum olası beni içine çekmiştir. Okurken kitaptaki karakterlerin veya olayların etkisinde kalırım. Çocukluğumda aklımın bir köşesine kazınan ve o günden beri beni hiç bırakmayan bir anı yazmam için beni zorlamaya başladı. Artık bunu kağıda dökmeliyim dedim. Oturduğumuz evin karşısındaki köşkün bahçesinde, dizlerine örttüğü battaniyesi ile Mehmet Amca, aynı yaşlardaki eşiyle beraber otururlardı. Beni, okuldan döndüğümde eve girmeden yanlarına çağırıp eski anılarını anlatmaları, benimle sohbet etmeleri çok hoşuma giderdi. Sanki bir masaldı tüm anlatılanlar. Mehmet Amca bir Osmanlı subaşının torunuydu. Bana oturdukları köşkte yaşananları anlattığında çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Bu yaşıma kadar hep benimle beraber olan bu anıları yazmak için yola koyuldum ve Ümit Penceresi ortaya çıktı.
Yazı söz konusu olduğunda ilham kaynaklarınız nelerdir? Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?
İlham kaynaklarım çevremde yaşanan olaylar ve kişilerdir. Bazen gördüğüm güzel bir manzara bile aklımdan cümlelerin geçmesine neden oluyor. Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Kazuo İshuguro, Jose Saramago, Amin Maalouf, Osman Balcılgil ve Kemal Yılmaz severek okuduğum yazarlardır.
Romanınızın adıyla başlayalım. “Ümit Penceresi” neyin metaforu?
Beni cidden derinden etkileyen bir olaydır aslında. Ailemizin oldukça sıkıntılı günler geçirdiği bir dönemdi. Akşam babam eve geldiğinde onun asık yüzünü görüp kucağına atlar, kendimce onu güldürmeye çalışırdım. Bir akşam yine babamın kucağındaydım. Babam saçlarımı okşayarak odada dolamaya başladı. Odada, diğer pencerelerden çok daha küçük bir penceremiz vardı. Onu gösterdi ve “Bak Oya, bu ümit penceremiz ve o açık kaldığı sürece her şey düzgün gidecek“ dedi. O gün sorunlarımıza rağmen ümidimizi yitirmememiz gerektiğini anladım. Romanımda buradan yola çıkarak ne olursa olsun ümitlerimizi hep canlı tutmamız gerektiğini vurguladım.
Romanınız Çalıkuşu’yla mutlaka karşılaştırılacaktır? Hangi yönleri etkiledi sizi Çalıkuşu’nun?
Elbette meslek ve özel hayat olarak bakıldığında Çalıkuşu ile benzerlikleri var Hayriye’nin. Ancak o devirde hangi meslek olursa olsun çok fazla çalışmış herkes. Büyük özverilerde bulunmuşlar. Hayriye de, Çalıkuşu da idealist öğretmenler. Hepsini saygı ve sevgi ile anıyoruz.
Romanınızı kadın kahramanlar sürüklüyor: Hayriye, Nebahat Hanım, Zehra ve Kadriye … Onları kurgularken ve romanınızın merkezine yerleştirirken nasıl bir yöntem izlediniz?
Esas anlatmak istediğim kişi Hayriye. Ancak bu karakterin yetiştirilme koşulları, çevresi, ailesinin etkileri, özellikle kardeşi Yaşar’ın onda bıraktığı izler önemliydi. Bir insanı tanıtmak için onun çevresini ve ailesini anlatmam gerektiğini bilerek yola çıktım. Özellikle anne Nebahat Hanım, Hayriye üzerinde son derece etkin rol oynayan bir kişi. Zehra ve Kadriye’ye olan insani ve sevecen davranışları, Hayriye’yi derinden etkiliyor.
Metniniz aynı zamanda bir aile romanı, Cumhuriyet’ten 80’lere kadar olan döneme ailedeki değişim üzerinden bakıyoruz. Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze kadar aileler nasıl bir dönüşüm geçirdi sizce?
Cumhuriyetten bu yana aileler koptu bence. Eskiden hep beraber oturulur, mangal başında sohbetler edilirmiş. Çocuklar evde büyük neşe kaynağı olmuşlar o zamanlar, daha sıcak daha sevecen bir ortam. Bireysellikten çok beraberlik duygusu ön plandaymış. Artık bunların hiçbirisi yok. Teknoloji ilerlediğinden beri ilişkiler teknolojik ortamlara taşındı. Akrabalar sadece telefonla görüşüyor. Özel günlerde telefon mesajlarıyla birbirimize sevgi sözcükleri yazıyoruz. Herkes kendi evinde, bir köşeye çekilmiş. Çoğu insan yalnız ve mutsuz…
Romanınızın idealist kadın başkahramanı Hayriye ile kardeşi olumsuz erkek tipi Yaşar; anne babalarının etkisiyle sıklıkla karşı karşıya geliyor, çatışmalarına bakıyoruz, okuyucu olarak karşılaştırmalar yapıyoruz. Hayriye ve Yaşar üzerinden kardeş olmayı bir de sizden dinleyelim.
Kardeşlik çok güzel bir ilişki. Ancak yetiştirilirken iki kardeş aynı sevgi ve ilgi ile büyümeli, kıyas ile değil. Çocuklarımız üzerinden hırslarımızı tatmin etmememiz gerekiyor. Her laf, her hareket ve en önemlisi sevgi çocuk benliğinde derin izler bırakıyor. Çocukken kalpta açılan yaralar yetişkinliğimizde gelip bizi buluyor. Yaşar gibi hayatımızı alt üst edebiliyor. Yaşar’ın mutsuzluğunun ana kaynağı babası Arif Bey. Buna karşın başarılı olan Hayriye de babasının eseri. Çocuk yetiştirmenin bu yönünde çok dikkatli olmamız gerektiğini kahramanlarımla vurgulamaya çalıştım.
Geniş bir zaman diliminde ailedeki değişimi vermesi açısından yazar olarak bazen varlığınızı yorum ve bilgilerle hissettirdiğiniz üçüncü tekil kişi anlatıcı kullanmışsınız. Peki romanınızı birinci tekil kişi anlatıcı kullanarak başkahramanınız Hayriye’nin ya da öteki kahramanların bakış açısıyla yazmayı düşündünüz mü?
Başlangıçta Hayriye’nin bakış açısıyla yazmayı düşünmüştüm. Fakat romanın özellikle ilerleyen bölümlerinde ve üçüncü kuşağın hikayeye girmesiyle birlikte okuyucular üzerinde daha derin bir etki yaratacağını düşünerek bu yönde bir tercihte bulundum.
Anılar, acılar, sırlar, aşklar, pişmanlıklar… Nostalji –geçmişe özlem- sizin için ne anlama geliyor?
Anılar bizi biz yapan unsurlar. Geçmişe özlem duyuyorum elbette ama sonuçta gelecek daha önemli benim için. Fazla geçmişe takılı kalmayı sevmiyorum. İnsanız ve hepimizin aşkları, pişmanlıkları ve bazen kendimizden bile sakladığımız sırlarımız var. Tüm bunlarla yaşamak ve bizi biz yapan unsurlarla barışık olmak zorundayız. En kötü durumda dahi ümidimizi hiç yitirmeden geleceğe bakmak zorundayız. Ümitler bittiğinde hayat da biter gibime geliyor.
Masanızda neler var, önümüzdeki dönemde sizden yeni roman ya da öyküler okuyabilecek miyiz?
Masamda ikinci romanım var. Ümit Penceresi biter bitmez hemen yeni kitabıma başladım. Önümüzdeki yıl Eylül ayında yayınlamayı planlıyorum. Benim çok önemsediğim bir karakterin yaşamını, sonu hüzünlü yaşam öyküsünü; tarihsel gerçeklere de bağlı kalarak yine dönemin sosyal ve siyasal ortamı çerçevesinde anlatacağım. Yazmayı çok sevdim ve yaşadığım sürece sürdüreceğim. Herkese çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız…
edebiyathaber.net (13 Aralık 2019)