İş çıkış saatiydi. Belediye otobüsüne biner binmez gözlerim boş koltukları taradı.Kartımı okutup şoför arkası, üçüncü sıra, ikili koltuğun koridor tarafına oturdum.Kısa sürede doldu bütün koltuklar. Ayakta kalanlar koridordaki boşluklara sıralandı. Yolcuların çoğu prangasını geride bırakmış gibiydi; beklediği yolculuğa çıkmanın yarı gevşek, yarı tatminkâr rahatlığı görünüp kayboluyordu yüzlerinde. İnsan kımıltılarıyla, tıslayarak hareket etti otobüs.Yoğun trafiğe büyük araç çalımı atarak caddenin ortasına daldı. İçeride mahsur kalan sonbahar rüzgârı nefeslere karışmış, caddede akan trafik solgun, metalik bir homurtuya dönüşmüştü.
Şoför köprü altındaki durağa geldiğinde sert bir fren yaptı. Ayaktaki yolculardan birkaçı yaprak gibi sallandı otobüs tutacağında. Yanımda dikilen kot pantolonlu genç kızla pardösülü kadın birbirine tutundu. Konuşmalarından ana- kız oldukları anlaşılıyordu. Pardösülü kadın arkasından geçenlere yol açmak için çantasıyla omzuma çıktı. Saçlarımı kulak arkasına atarak dirsek darbesiyle kurtuldum ondan. Azıcık yanımda oturan adama yanaştım. Kloş eteğimin kenarlarını bacaklarımın altına sokuşturdum. Köprü altı loştu. Karşı kaldırımda yürüyen insanların telaşı koyu gölgelere karışıyordu.
Nereden sıvışıp geldiği belirsiz bir ışık yanımdaki adamın metal çerçeveli gözlüğünde parladı. Çam kokulu losyonunu aldım inceden. Rahmetli babam da bu kokuyu sürerdi. Adam seyrek bıyıklarını dişliyordu.Parmaklarını birbirine geçirmiş, ellerini önünde sıkıca kenetlemişti. Dizlerini hafifçe titretiyordu. Otobüs hareket etti. Kabanlarımızın kolları birbirine dokunuyordu. Gerildim nedense. Ellerimi kucağımdaki çantanın üstüne koyup mesafeyi açtım biraz. Otobüs camından dışarı bakarken yan gözle yüzünü inceledim. Yabancı gelmiyordu. Çıkardım sonunda. Birkaç defa koridorda karşılaşmıştık. Temel eğitim şube müdürlüğüne yeni atanmıştı. Hatta bizim şubeden Selma abla onu önceden tanıdığını söylemişti. Eskiden ilkokul müdürüymüş. Öğretmen karısıyla aynı okulda çalışıyorlarmış. Boşanmışlar, tayinini ilçe milli eğitim müdürlüğüne yaptırmış. Arkası bayağı güçlüymüş adamın, tuttuğunu koparan biriymiş. Koltuğun dışına taşırarak popomu azıcık yana kaydırdım.
Kavşağı geçerken şoför kornaya basıp yine sert bir fren yaptı. Ayaktakiler bu defa sıkı tutundu tutacaklara. Yerlerini değiştirenler, bir iki adım ilerleyenler oldu. Otobüs yola devam etti.
Sesin nereden geldiğini anlamadım önce. Yeşilçam’ın kötü adam gülüşüydü.Meğer yanımdaki adamın telefonu çalıyormuş. Önümüzdeki yaşlı çift, ayakta arkası dönük birkaç kişi dönüp baktı bize. Onun yerine ben utandım. Hiç yakıştıramadım mesleğine, yaşına başına. Telefonu açıp kısık sesle “Efendim?” dedi. “Tamam halledeceğim, merak etme… Tamam dedim ya lan, uzatma.” Kapadı telefonu. Ne kadar sinirli ve kabaydı. Birden “Affedersiniz,” dedi bana. Şaşkın baktım yüzüne. “Rahatsızlık verdiysem,” dedi. “Önemli değil,” dedim.Kibar davranmaya çalışması azıcık gönlümü almıştı. Bu sırada telefonuma gelen mesajda annem yoğurt almamı istiyordu.Akşama ne yemek vardı acaba? Kırkımı geçtim, hâlâ doğru düzgün yemek yapmasını bilmem. Annem sağ olsun.Bana düşkünlüğü dillere destandır. İhtiyaçlarımı benden çok düşünür. Her zaman mutfağında tam hakimiyet ister.Kafasına koyduğunu illaki yapar.Sabah aceleyle çıkarken yine istemediğim halde çantama paket yaptığı börekleri yerleştiriyordu. Ne diyetten anlar, ne karbonhidrattan. “Can boğazdan gelir” akımının temsilcilerindendir. Evlenmeme pek gönüllü olmasa da bir defa, otuz yaşımdayken, çevrenin de teşvikiyle görücü usulü nişanlanmama izin vermişti.Uzak akrabalardan birinin oğluyla. Sağlık Bakanlığında memurdu. Yemeğe çıkıyor, sinemaya gidiyorduk. Bana değer veriyor gibiydi.Kısmet değilmiş, bir yıl sonra ayrıldık.
Birkaç durak sessizce oturduk yanımdaki adamla. Sonra birden “Sizinle tanışıyor muyuz? Hiç yabancı gelmediniz,” dedi. Bocaladım. “Hangi lisede okudunuz?” diye sorunca dikkatle baktım yüzüne. “Aaa hatırladım sizi. Aynı binada çalışıyoruz. Koridorda karşılaşmıştık,” dedim. “Öyle mi?”dedi. İstediği cevabı alamamış gibiydi. Merakındaki iştah azalmış, kafasını sallayıp susmuştu. Hangi şubede çalıştığımı, ne iş yaptığımı sormadı bile. Dışarıda hava kararmıştı. Otobüsün ışıkları yandı. Yanımda dikilen kot pantolonlu genç kızla pardösülü kadın inmiş, otobüs yarı yarıya boşalmıştı.
İneceğim durağa gelince yanımdaki adama“İyi akşamlar,” diyerek kalktım. O da arkamdan. Otobüsten beş kişi indik. Nefesi ensemdeydi sanki. Etrafımdaki boşluklarda çam kokulu losyonunun izi dolaşıyordu. Yanıma yaklaşıp,“Size eşlik edebilir miyim? Bir süreliğine kardeşimde kalıyorum, o da bu taraflarda oturuyor,” dedi.Nefesim kalbimin hızına yetişemedi, dudaklarım kurudu. Yutkunarak “Gerek yok, teşekkür ederim,” dedim. Biraz uzaklaştı ama yanımda yürümeye devam etti. Korkmalı mıydım? Çantamdaki biber gazı spreyimi kontrol ettim.Kendi kendime mırıldandığımın farkına varmadım. “Efendim?” dedi. Kafamı toparlayıp, “Beyefendi,ben mutaassıp bir ailenin kızıyım. Abilerim (olmayan abilerim)görürse aynı yerde çalışsak da durumu açıklayamam. Sizin de başınız derde girer,” dedim. “Kötü bir niyetim yoktu hanımefendi. Yanlış anladınız. Rahatsız ettiysem affedin,” dedi. Arayı açıp bir süre hızlı adımlarla yürüdüm.
Caddede otobüs, dolmuş, özel araç, ticari araç farları kılıç çekmiş, birbirlerini kovalıyordu. Dükkân ışıkları yere serilmişti. Botlarım eteğimin altında pek çirkin görünüyordu. Soğuk ve sevimsiz kaldırımlarda yalnız adımlarımı seyrediyordum. Aslında adamın bana eşlik etmesine izin verebilirdim. Hiç tanımıyor değildim; hatta yüz çevirmeyecek kadar aşina olduğum biriydi. Fakat kafasının içindekileri, niyetini bilemezdim. Annem bana hep“Safsın sen saf,” derdi. Her söylenene inandığımdan yakınırdı. En çok da bağlanıp kalmamdan endişelenirdi.Eve bir kedi bile almama izin vermezdi. Marketin önünden geçerken yoğurdu hatırlayıp içeri girdim. Elimde beş yüz gramlık plastik yoğurt kabıyla dışarı çıktığımda caddeyi boydan boya taradı gözlerim. Adam görünürlerde yoktu. Bir yerlerden beni izlediği hissine kapıldım. Gözlüklerinin ardındaki badem gözlerinin ışığı beynimde dolanıyordu.Bizi yan yana getiren kader miydi?
Sağdaki sokağa girdim.Oturduğumuz binaya yaklaştım. Bizim salonun ışığı yanıyordu. Annem perdeleri kapatmamıştı daha. Dönüp arkama baktıkça ayaklarım birbirine dolandı. Kardeşinin evi neredeydi acaba? Orada kalacağına göre her akşam otobüste karşılaşabilirdik. Birbirimizi tanıdıkça yakınlaşırdık belki. Eski nişanlımı düşündüm. Bize geldiği o son akşamı geçirdim aklımdan.Yemekten sonra iç güveyisi konusunun açıldığı akşamı. Annem yalnız kalmak istemiyordu. Evlenip gidersem mutsuz olacağımı sanıyordu. Keza ablamın boşanmasına, iki çocuğuyla hayat mücadelesi vermesine yeterince üzülüyordu zaten.Konuşmanın sonu oldukça kötü bitmişti.
Sokağın başında karanlık bir siluet görünce durdum.Boyu posu badem gözlüyle aynıydı. Gizlice beni takip etmiş olabilirdi. Heyecandan kızardığımı hissettim. İyi ki karanlıktı.Yüzünü görebilmek için yanıma yaklaşmasını bekledim.Bu defa uysal davranacaktım. İnsanın beyni görmeyi umduğu şeye odaklanınca gerçeğin ayrımına çok geç varıyor. Alt kat pencerelerden sızan ışığın yardımıyla kim olduğunu seçebilmek için gözlerimi kıstım. Yanıma gelip elini omzuma koyduğunda gözlüksüz, kısa montlu genç bir adam vardı karşımda.“Ne haber?” dedi. Geri çekildim. Yoksa tanıyor muydum? Bu ne samimiyetti? Şüphe dolu “Sizinle tanışıyor muyuz?” dedim. “Tanışırız,” dedi sırnaşık bir gülüşle. Omzumda kendi haline bıraktığım çantamın sapını kaptığı gibi kaçtı. Bağırdım mı, bağırmadım mı hatırlamıyorum. Arkasından paytak paytak koşarken tek silahım elimdeki yoğurt kabıydı.Genç adamın ensesinde kapak açıldı, folyosu yırtıldı, saçı, kulakları, montu bölük pörçük beyaz beneklerle doldu.İçimdeki sıkıntılar çalkalanmıştı. Şişe açacağıyla kapağımı açsalar ben de fışkıracaktım. Adam cüzdanımı alıp çantamı yere attığında yavaşladım. Kovalarken nefes nefese kalmıştım. Beyaz benekler gözden kaybolduğunda kafam bulanıktı. Yerden aldım çantamı,omzuma taktım. En azından eve girdiğimde anneme başıma gelenleri anlatmak zorunda kalmayacaktım. Cüzdanımı çaldırmış olmam büyük bir felaket değildi. Eve yürürken, içimde hayal kırıklıklarımı sakladığım torbanın dibi delinmiş, yere dökülüyordu sanki. Ne olduklarını bile unuttuğum eski püskü anılar. Hayatımda belki de ilk defa bir şey için mücadele etmiştim. Tuhaf bir rahatlama hissettim.
Eve girince botlarımıses çıkartarak attım yere.Gözlerine bakmadan “Artık bunları giymek istemiyorum,” dedim anneme. Tavırlarımdaki garipliğe bir teşhis koyamadığı için yorum yapmadan ıslak ellerini yukarı çevirip, “Yoğurt almadın mı?” dedi.Yere düşürdüğümü söyleyip odama gittim.Bir süre kendi kendine söylendi. Çıkıp karşılık vermeyince kapının arkasından nağmeli ve içerlemiş sesiyle seslendi:“Yemekte etli yaprak sarma vardı ama.”
Tijen Ergönen kimdir?
1965 yılında Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Y.O. mezunu. Fizyoterapist olarak çalıştı, emekli oldu. Ankara’da değerli yazarlarla öykü atölyelerine katıldı.Öyküleri,2016İbni Sina Öyküleri kitabında, Oggito.com’da, edebiyathaber.net’de yayınlandı.