Söyleşi: Deniz Coşan
Berçem Akbaş ile “Karanlıktan Korkan Köstebek” adlı çocuk kitabı ve yazma serüvenine dair konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyalım. İlk çocuk kitabınız Yegane Yayınları bünyesinde Yegane Çocuk tarafından basıldı. Yazıyla olan serüveniniz nasıl başladı?
Yazıyla olan serüvenim için bir başlangıç belirtmem çok zor aslında çünkü yazmak ve okumak hayatımın hep bir parçası halinde. Fakat yine de sanırım en belirgin başlangıç ilkokulun ilk yıllarında tutmaya başladığım günlükler ve arkadaşlarıma yazdığım mektuplar. Bunlar ilk gençlik yıllarımda yerini anlatı ve şiirlere bıraktılar. Uzun zamandan beri de çocuk ve yetişkin ayırt etmeksizin öyküler yazıyorum.
Karanlıktan Korkan Köstebek minik okurların ilgisini çeken bir kitap oldu. Bu konuda yazma fikri nasıl gelişti?
İlgi çekti çünkü tam olarak o minik okurların gündeminde olan bir konu karanlık korkusu. Köstebek Moli kendilerini kolay özdeşleştirebilecekleri oyuncu ve sevimli bir karakter. Benim 3,5 yaşında ikizlerim var, bu hikâyeyi yazdığımda bizim evimizin önemli gündem maddelerinden biriydi karanlık korkusu. Zaten genel olarak 2-3 yaştan itibaren ortaya çıkıyor. Çocukların bu duygusunu yakalayacak, bir çözüm sunacak ama didaktik de olmayacak oyun içeriklive eğlenceli bir hikâye yazmak istemiştim ve ortaya “Karanlıktan Korkan Köstebek” çıktı.
Karanlık korkusunu yenmek için karanlıkta her şeyin aynı kaldığını gösteriyorsunuz çocuklara… Sizce bu sayede korkuyu yenebilir mi bir çocuk?
Ben yenebileceğini düşünüyorum, elbette her çocuğun hissettiği duygu kendine has nitelikler taşıyor ama genel olarak o yaşlarda ortaya çıkan karanlık korkusu, biz büyüklerin dünyasındaki gibi inler cinler veya hayaletlerden kaynaklanmıyor. Tabii bunu söylerken ebeveynlerin çocuğu bu tip varlıklar ile korkutmadıklarını varsayıyorum. O dönemdeki karanlık korkusu basitçe etraflarını görememelerinden ve ne olduğunu bilememelerinden kaynaklanıyor. Güvensiz bir ortamda bulunma hissi aslında ve bu yaş gruplarında güven çok önemli. Dolayısıyla böyle bir korkuyu yaşayan çocuğa karanlıkta da etrafında değişen bir şey olmadığını anlatmak, çevresinin aynı güvenli ortamdan ibaret olduğunu gösterebilmek önemli. Ayrıca çocuğun öğrenme sürecinde oyunun ne kadar önemli olduğunu da artık hepimiz biliyoruz. Moli’nin dedesi ile oynadığı basit oyun evde çocuğumuzla kolaylıkla oynayabileceğimiz bir oyun. Kitabın içeriğini bu anlamda da eğlenceli ve sonuç odaklı buluyorum. Umarım Moli’nin oyunun sonunda hissettiği güven duygusu gerçekten tüm çocuklara geçebilir.
İlk kitabınızda Canan Barış gibi önemli bir sanatçıyla çalıştınız. Nasıl gelişti o süreç?
Evet, Canan Hanım’ın ilk kitabımda bana destek vermesi benim için büyük bir şans oldu. Elbette bu şansı sevgili Barış İnce’nin yıllar içinde geliştirdiği dostluk sayesinde yakalayabildim. Hikâyeyi gönderdiğimizde Canan Hanım kendisinin de çocukken babası ile benzer bir oyun oynadığından bahsetti. Sanırım hikâyenin onu yakaladığı kısmı da bu oldu. Moli’nin onun çizgileri ile vücut bulması çok güzel, kendisine bu vesile ile bir kez daha teşekkür ederim.
Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Çok güzel tepkiler alıyorum. Çocuklar çok sevdiler, anne babalardan duyduğum da sürekli Moli’yi dinlemek istedikleri. Her şeyden önce o minik ellerin heyecanla kitabımın sayfalarını çevirdiğini, benim kelimelerimi dinlediğini veya okuduğunu düşünmek çok heyecan verici. O canım çocukların iyi kalplerine dokunmak çok özel ve ayrıcalıklı bir his. Gerçekten çok mutluyum.
Hangi çocuk kitapları sizi etkilemiştir?
Pek çok kitap sayabilirim aslında çünkü çocukluğum klasikleri okuyarak geçti ve klasiklerden etkilenmemek mümkün değil. Jules Verne’nin serüven dolu kitaplarını, Mark Twain’in Tom Sawyer’ını, Charles Dickens’ın David Copperfield’ını ilk okuduğumdaki heyecanım dün gibi aklımdadır. Yerli olarak da Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü’yü çok okurdum. Fakat Şeker Portakalı’nın gönlümdeki yeri çok ayrıdır, çocukluğumda beni en çok etkileyen kahramandı Zeze. Ayrıca Jow Cowley’in Külüstür, Ahmet Büke’nin Kırlangıç ve Barış İnce’nin Kıyıdaki Çocuklar isimli kitaplarını da son zamanlarda okuyup etkilendiklerimin arasında sayabilirim. Son olarak resimli çocuk kitaplarından bir örnek vereyim. Geçenlerde Aylak Kitap’tan çıkan Thomas Baas’ın Mazhar Saka Kafesinden Uçtu isimli kitabını okudum ve bayıldım. Şimdiki çocukları böyle kitapları okuyabildikleri için gerçekten çok şanslı buluyorum.
Yazı atölyelerine de katılmış bir yazar olarak bu atölyelerin yazarlığınızın gelişimine nasıl bir katkısı oldu?
İzmir Yazı Atölyesi’ne katılmak hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri oldu. Benim atölyeye katılım amacım esas olarak yazdıklarımın bir profesyonel tarafından değerlendirilmesiydi fakat atölyede bundan çok daha fazlasını buldum. Yazı tekniklerinden, dilbilgisine, öyküden şiire, makaleden gazete haberine kadar neredeyse her türde yazdırdı Barış İnce. Bana yazma konusunda farklı bir bakış açısı ve disiplin kazandırdı. Ayrıca yazarken öykünün içinde dağılmadan, kendime sınırlar koyarak yazmayı, tek bir kelimenin bile o cümlede olma gerekliliği üzerinde düşünerek ilerlemeyi öğrendim. Atölyeyi sadece yazma ile de ilişkilendirmemek gerek, iyi ve nitelikli okur olma konusunda da ciddi katkıları oldu. Atölyelerden yazar çıkıp çıkmayacağı tartışılıyor genellikle, yazar her yerden çıkabilir bence ama atölye konusundaki fikrim doğru yerde doğru insanlarla olmanın çok önemli olduğu ve İzmir Yazı Atölyesi bu anlamda benim için doğru yer, Barış bey ve eşi Sevil İnce de doğru insanlar oldu.
edebiyathaber.net (23 Ocak 2020)