Birkaç adım ötemdeydi. İki yanı çalılık olan dar beton yolda duraksadım ve onun ağır ağır bir çalılıktan çıkıp diğerine girmesini bekledim. İlk kez bir kirpi görüyordum. O gayet sakindi ama benim tüylerim diken diken oldu. Sanki hayatımı duraksatmak, beton yolun üstünde sürünüşünü bana izletmek için çıkmıştı karşıma. Benden güçlü olduğunu duyumsuyordum, diğer bütün sürüngenler gibi. Hayattaki en güçlü güdülerinin sürünmek olduğunu düşünmek onlara benim gözümde sinsi, umursamaz bir güç kazandırıyordu. Ne desem anlamayacak, anlasa da kabul etmeyecek, kabul etse de kendi bildiğini okuyacak insanlar gibi, hasbelkader üstüme çıksa bütün vücudumda sürünüp durmasına engel olamayacaktım sanki. Öylece donup kaldım, başını çevirip bana bakmasından korkarak bekledim. O gözden kaybolduktan ancak bir süre sonra yoluma devam edebildim. Apartman kapısına varana kadar görünürde hiçbir şey olmamış gibi yürüyordum ama her an, bir kirpinin ortaya çıkmasını bekliyordum tedirginlikle. O çalılıkların dibinde bir kirpi ordusu olmadığını nasıl bilebilirdim ki? Kızımın elinden kaçan topunu almak için elimi o çalılıkların arasına korkusuzca daldırdığım günü anımsadım. Ne güçlüydüm o an, ne güzel şeydi bilmemek. O top şimdi yok. Şimdiki yokluğu, bana hiç acı vermiyorsa o gün çalıların arasından almasaydım da olurmuş pekala. Nesneler kaybolur, insanlar hayatımızdan çıkar. Onlarsız da olabilmenin hafifliğini yaşarız. Keşke bunu önceden de bilseydim. Uzak bir şehre taşınan komşumun ardından ağlamazdım örneğin. Vedalaşmaya geldiğinde radyoda Emel Sayın “Gidenler Dönmez”i söylüyordu. Dönmeyeceği belliydi zaten. Yerine taşınan çam yarması öğrenciler… Neden bu zamanda gençlerin hepsi uzun? Tepemden bakan kızım bile minyon kalır yanlarında. Önceleri boyunu hep benimle ölçerdi. Ben de senin gibi olacak mıyım anne, diyordu; zamanla senin gibi kısa olmam umarım, demeye başladı. Bir de benim gibi göbekli… Şimdiki halimi görse tanımazlıktan mı gelir acaba? Belki bu yüzden, beni görmemek için, şu bitmeyen işler. “Uçak biletleri ne kadar biliyor musun?” Biliyorum, para biriktiriyorum, senin için değil, ben geleceğim oraya, hem seni göreceğim, hem gezeceğim. Ama şu bitmeyen işlerin azalsın hele. “Ben çok yoğunum, seninle ilgilenemem. Sen nasıl gezeceksin, dil bilmezsin, yol bilmezsin.” Top çalılara kaçtığında, elimi daldırdığım gibi bulmuştum. Sonsuz bir uzaya düştüğü için kaybettiği sandığı topunu elimde görünce sevinçten çok hayranlık vardı gözlerinde. O zamandan bugüne boyu çok uzadı. Şimdi, gelemezsin, bulamazsın diyor. Haklı çıkacağına dair şu küçücük korku olmasa içimde, borç harç, alacağım bileti. Görsün bakalım, nasıl yapıyormuşum. Topunu bulduğum gün gözlerinde gördüğüm hayranlığın çok daha azı bir saygıya razıyım. Özleminin önüne geçiyor bu istek. Öyle olmasa borç harç edineceğim bilet onun adına olurdu. Zaten ben borçtan korkarım, bunları düşünmeye ne gerek var? Gerçi bugün kim kime borç verir ki, git bankadan kredi çek, der. Mehmet Ali Bey öyle derdi, çocuğu evlendireceğim, kredi çektim, eve tadilat yaptırdık, kredi çektim, öncekinin ödemesi bitti, yeniden çektim… Rahmetli. Öldüğünde bankaya borcu vardır kesin, ailesi mi ödedi acaba? Öyledir, ya ne olacak? Sorulmaz ki böyle şeyler. Zaten kadının ağzı var dili yok. Büyüdü, koca çocuk oldu torunları, hâlâ her gün gider kızının evine. Kızı da istiyormuş, akşamdan tembih ediyormuş, yarın mutlaka gel anne, yalnız oturup da n’apacaksın, çocukların hayhuyuyla eğlenirsin. Kadın da istiyor demek ki. Ben olsam her gün her gün gitmezdim. Hem o yorgunluğa gelemem, hem de bıktırmaktan korkarım. İnsan annesinden bıkar mı? Ben annemden hiç bıkmazdım. Yaşasaydı da şöyle diz dize otursaydık şimdi. Akşam diziyi beraber izlerdik. Müzeyyen, bunlar eve ayakkabıyla mı giriyor derdi her seferinde. Kesin öyle derdi. Dallas’ı seyrederken mutlaka, tuu, eve ayakkabıyla giriyor bu gevurlar. Hay Allah, rahmetlinin ardından da güldüm akşam akşam. Gevur memlekette öyle anne. Ama sokakları buradan temizmiş, çamur falan taşımıyorlarmış ayakkabıda. Nilay öyle anlattı. Gidersem kendim de görürüm. Sadece 15 gün, Nilay’ı da bunaltmam. Caddelerde boş boş gezerim o okuldayken. Bir akşam mantı açarım ona, özlemiştir. Bir akşam da sevdiği sütlü tatlıdan. Özel tarifim. Gittiğime sevinsin. Yine gel, desin ayrılırken. Hiç inanmamıştım ama geldin vallahi, helal olsun, desin. Fotoğraf çekiliriz, internete koyarız. İyi ki açtırmışım o hesabı. Komşu çocuk istemeye istemeye gelmişti eve, belli, şimdi buna laf mı anlatacağız der gibi. Kızım yurtdışında yaşıyor, üniversitede hoca. Biraz övüneyim istedim. Onunla yazışacağız dedim. Sevgili arayacak halim yok ya. Arayan da buluyor mu acaba? Tövbe tövbe. Benden uzak olsun aman. Benim keyfim yerinde. Her akşam bir dizim var. Çayıma çekirdeğime karışanım yok. Gerçi Nilay kızacak kilo aldığımı görünce. Gitmeden önce biraz dikkat etmem lazım. Aslında maaşım var, hemen verirler kredi ama borçlu ölüp gitmek var. Nilay’a mı kalsın? Yok, ben biriktiririm o parayı. Seneye yazın inşallah. Annem dediğini yaparmış, diyecek. Aslında bu yaz gidebilseydim… Seneye kim öle, kim kala. Tövbe tövbe… Bu akşam en sevdiğim dizi var; ama canım sıkıldı. Onu izlerken yemek için puding yapacaktım kendime, poşetler tezgâhın üzerinde bekliyor. Nerden daldım bu düşüncelere? Evet, evet, hatırladım; şu kirpi… huzurumu kaçırdı.
Evşen Yıldız kimdir?
1980 Eskişehir doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Kültür ve Turizm Bakanlığında Yazma Eser Uzmanı olarak çalışıyorum. 2017 altKitap öykü ödülünde Zaman Meselesi adlı öyküm üçüncülüğe, 2018 yılında Zeytinburnu Belediyesi 4. öykü yarışmasında Kalın Perdeler adlı öyküm birinciliğe değer bulundu. oggito.com’da Etli Dolma, edebiyathaber.net’te Böcek, Koza dergisinin 28. sayısında Balkon, 29. sayısında Hasta, Öykü Gazetesi dergisinde Bugün, Sözcükler dergisinde Yıldız Falı adlı öykülerim yayımlandı.
edebiyathaber.net (28 Ocak 2020)