Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Özlem Narin Yılmaz’ı, eşi Aytekin Yılmaz ile konuştuk.
1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Özlem Narin yazılarını kendisine ait yazı masasında yazar. Yani ortamını bulduğu her yerde yazan biri değildir. Yazarken ortamın sessiz, sakin olmasına dikkat eder. Yalnız olmak ister. Bu yüzden de evde yalnız olabileceği saatleri tercih eder. Ya da yazı masasına oturacağı saatleri ona göre kurar. Zaman zaman yazmak konusunda önerilerim oldu. “Bazen git sakin bir kafede yaz” dediğim zamanları hatırlıyorum. Dışarıda başka yerlerde yazmak ona cazip gelmedi. Yazmayı çok sevip aşırı ciddiye almasından kaynaklanıyor bu titizlik. Yazarken yanında birilerinin olmasının yoğunlaşmasını dağıttığını söylüyor. Özlem Narin yazı masasına oturmuşsa eğer yeni bir romanına başlamışsa, biz evde baba- kız biraz daha özenli olmaya başlıyoruz. Mümkün mertebe yazı masasına yaklaşmıyoruz, hatta dağılır diye odasına pek uğramıyoruz. Bu yüzden de yazdığı sırada ilginç bir anımız olmadı. Özlemle anılarımız yazmadan önce ve yazdıktan sonraya aittir.
2) Eşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Bir evde iki yazarın yaşıyor olmasını az çok tahmin ediyorsunuzdur. Eğer bir evde iki yazar yaşıyorsa, bu yazarlar editörleriyle de birlikte yaşıyorlar demektir. Biz de yıllardır editörlerimizle birlikte yaşıyoruz. Özlem benim, ben de onun editörüyüm. Özlem bu anlamıyla sadece bir yazar değil, benim kitaplarımın ilk editörüdür aynı zamanda. Onun onayını almamış bir kitap dosyam evden çıkmaz. Özlem son okuma ve düzeltileri yaptıktan sonra o dosya yayınevine gider. Ben de onun evdeki editörüyüm. Yazdığı her romanı öyküyü önce bana okutur. Üzerine konuşuruz, birbirimizin eleştiri ve önerilerini genellikle dikkate alırız. Özlemin görüşleri, dokunuşları benim kitaplar için çok önemli olmuştur. Kitaplarımın kitap olmasında Özlem Narin’in katkısı büyüktür. O benim sadece insan yârim değil, aynı zamanda edebiyat yârimdir. Bir evde iki yazar yaşamanın bütün avantajlarını kullanıyoruz. Okumalar yaparken de epey bir mesai harcıyoruz kitaplar üzerine. Birbirimizin ilgi alanını biliyoruz. “Bu kitabı sen de okumalısın” dediğinde o kitabı mutlaka okurum. Biz evde iki yazar yaşıyor diye bilirken meğer üçüncü bir yazar daha varmış. Kızımız Melisa’dan bahsediyorum. Melisa bu yıl 10 yaşına bastı. Beş yaşından beri günlük tutuyor, öyküler yazıyor. Özlemle yaptığımız edebiyat sohbetlerinin hiçbirini kaçırmadığını bir zaman sonra öğrendik. Evde ne zaman suskunluk olsa hemen araya girip, “Baba bu akşam Tolstoy, Virginia Woolf sohbeti yapalım mı?” diyor. Evin üçüncü yazarı da neredeyse hazır sayılır. Geçen gün “Benim kitabım ne zaman çıkacak?” diyordu.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Özlem Narin, yazmadan önce benimle paylaşır ne yapmak istediğini. Görüşlerimi de uzun uzun dinler, ama son neticede o bildiğini yapar. Yazı masasına oturduğunda yazmak istediği şeyi biliyordur. Eğer yazmaya başlamışsa yazmak istediği şey önemli oranda kafasında netleşmiştir. Ama her şey bitmiştir de diyemem, çünkü yazarken de yeni şeylere açık olduğunu biliyorum. Mesela eğer ben yazmaya başlamışsam kafamda bitirmişimdir. Ama Özlem her şey önceden bitsin istemiyor. Biraz da yazının akışına bırakıyor. Yazdıklarının özgün olmasına dikkat eder. Herkesin yazdığı konular hakkında değil de daha az bilinen, tanınan konular hakkında düşünüp yazmak ister. Özlem sadece roman/öykü değil, kendisini etkileyen yazarlar hakkında da inceleme araştırma yazıları yazıyor. En son, yakın dönemde keşfettiği Collete üzerine okumalar yaptı. Televizyonda izlediğimiz Colette’in hayatını anlatan biyografik filmden sonra yazarın kitaplarını okumaya karar vermişti. Bugünlerde yazı masasına oturup onun hakkında bir yazı kaleme alacağını sanıyorum. Daha önceleri de Jean Rhys, Katherine Mansfield gibi döneminde de günümüzde de hakettiği ilgiyi görememiş, özgün kadın yazarların külliyatlarını okuyup yazılar yazmıştı. Bahsettiğim yazarların birçok kitabını sahaflardan arayıp bulduğunu anımsıyorum. Özlem, sahaflardan kitap edinip okumayı sever. Daha önce kullanılmış, üzerine notlar tutulmuş, isimler yazılmış kitaplar onda heyecan uyandırır. Kitabın içinde yazılanların yanı sıra kitabın kendi tarihine de büyük ilgi gösterir.
4) Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Sadece roman değil, bir makale bile yazmak istese öncelikle bir süre okumalar yapar. Okuma aşaması tamamlandığında notlarıyla birlikte masasına oturur. Masasının düzenli olmasına özen gösterir. Genellikle son okuduğu kitapları masasında olur. Yazmaya başlamadan önce evin içinin sakinliğine bakar. Kızımız Melisa’nın uyumuş olması lazım ki araya girip yoğunlaşmasını bozmasın. Bu da gecenin ilerlemiş saatlerinde olur genellikle. Yazarken kahve içmeyi sever. Eğer mevsim kışsa bitki çayı da eksik olmaz masasında. Yazarken klasik müzik dinlemeyi sever. Özlem romanlarını ilkbaharda ya da yazın yazar bitirir genellikle… Eğer roman yazmaya başlamışsa, yazmak için sabahın erken saatlerini tercih eder. Üşenmez, bir dönem saatini erkene kurar. Baba-kız sabah uyandığımızda o da yavaş yavaş yazı masasından kalkmaya hazırlanıyordur. Bu yüzden de romanını yazıp bitirdiğinde sadece o değil, ailece seviniriz, hatta kutlama yaparız. Biz buna “Hadi romanın romantizmini yapalım” deriz.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Eğer okudukları hakkında yazmayı planlıyorsa aynı yazarın Türkçeye çevrilmiş tüm kitaplarını okumaya özen gösterir. Dediğim gibi bu sıralar arka arkaya Colette’in kitaplarını okuyor. Ayrıca Özlem’in dönem dönem okuduğu başucu kitapları vardır. Katherıne Mansfıeld’ın Ah Bu Rüzgar’ı, Jean Rhys’ın Geniş Geniş Bir Deniz’i, Flaubert’in Madam Bovary’si, Wirginia Woolf’un Dalgalar’ı bunlardan bazıları. Bu kitapları belli dönemlerde çalışma masasında görebiliriz.
edebiyathaber.net (30 Ocak 2020)