Hayvanların insanlar gibi duyguları var mı? Keder ya da sevinç duyabilirler mi? Yas tutarlar mı? Nasıl? Sevgi ya da nefret duyabilirler mi?
Özellikle ismi ve bir fil profilinin bulunduğu siyah yoğun kapak fotoğrafı ile dikkatimi çeken Barbara J. King’in Hayvanlar Nasıl Yas Tutar? isimli kitabının önsözünde King, bu kitaptaki amacının bu sorulara bilimsel yanıt aramak olduğunu belirtiyor. Benim gibi pek çok insan için bu soruların cevabı çok net aslında, bilimsel bir dayanağa da hiç ihtiyaç duymadım: tüm sorulara kesinlikle evet diyebilirim. Hayvanlarla olan kişisel deneyimlerimden yola çıkarak daha da ileri gidip, hayvanların duygular konusunda bizden çok daha ileride olduğu kadar çok daha dürüst ve içten olduklarını da söyleyebilirim. Barbara J. King de kitap boyunca benzer şeyler söylüyor zaten, yine de bir antropoloji profesörü, hayvanlara dair birçok kitabı olan bir bilim yazarı ve yıllardır primatlar üzerine çalışmalar yapan bir bilim insanı olarak hayvanların duyguları konusunda bilimsel sonuçları derlemeyi amaçlamış bu kitapta. Ki zengin bir bilgi kaynağı sunuyor okurlarına. Hayvanların bilmediğimiz birçok muhteşem özelliğinin bulunduğunu öğreniyoruz kitap sayesinde.
Fil hafızasının ne kadar güçlü olduğu, fillerin asla unutmadıkları ve yas tuttukları az çok bilinen gerçeklerdir. Kitaptan öğreniyoruz ki filler ayrıca akıllı planlayıcılar ve sorun çözücüler. Topluluklarındaki diğer fillere duygusal olarak bağlı oldukları gibi iletişimde bulundukları farklı türler ve insanlarla da bu bağı kuruyorlar. Bu nedenle kiminle zaman geçirdikleri konusunda titizler. Sevdikleri arkadaşlarından bir süre ayrı kalıp tekrar buluştuklarında sevinç çığlıkları atabilir ve hortumlarıyla yüksek bir boru sesi çıkarabilirlermiş.
Filler yas tuttuğunda ise koca, kırış kırış gri bedenlerinden yayılan duygular, belirgin dalgalar yaratıyorlar. Eğer yeterince yakınsanız bu dalgaları havada hissedebiliyormuşsunuz. Beni en çok duygulandıransa, Amboseli fillerinin okşamak için bu hayattan göçmüş sevdiklerinin kemiklerini aramaya çıkmaları. Bu muhteşem canlılar, hayatlarını kaybetmiş akrabalarının kemiklerini aynı yerde birlikte yaşadığı fillerin kemiklerinden ayırabiliyorlar ve akrabalarının kemiklerine ayrı bir özen ve saygı gösteriyorlar.
Yas tutan sadece filler değil. Primatlar, tavuklar, elbette kediler ve köpekler, çiftlik hayvanları, tavşanlar, kuşlar, bizonlar, yunuslar, balinalar ve kaplumbağalar … Kitap tüm bu hayvan türlerinin nasıl yas tuttuğuna dair örneklerle dolu. Barbara J. King, hayvanların yas tutmasını, hayvanların sevgi duyduğuna dair güçlü bir gösterge olarak açıklıyor. Yas, onların sevgisinin en büyük kanıtı. Çünkü yas, çoğunlukla sevgiden doğuyor. “Bir yerde yas varsa, orada sevgi vardır.” diyor King ve ekliyor:
“Bilim, aşkı ölçmeye yardım edebilir ama bütün hikâyeyi anlatamaz. Elbette bilimin karşı karşıya kaldığı bu zorluk, en azından bizim bildiğimiz kelimeler ve cümleler olmadan düşünen ve hisseden varlıklara gelince daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.”
Genelde küçümsenen birçok hayvanın, ne çok üstün özelliğe sahip olduğunu öğreniyoruz. Tavuklar yüz civarı ayrı yüzü ayırt edebiliyorlar, bir nesnenin bir kısmı gösterildiğinde tamamını tanıyabiliyorlar. Bir avcı tarafından yaralandığı için uçamayan ve Hırvadistan’da bir köyde bir adam tarafından bakılan leylek Malena ile her yıl Mart ayında 13 bin kilometre uçarak Güney Afrika’dan gelen eşi Rodan’ın hikayesi ise ibretlik. Hawaii adalarından biri olan ve Kaplumbağa Plajı olarak anılan adanın sakinleri tarafından çok sevilen dişi kaplumbağa Honey Girl bir insan tarafından katledildiğinde ada sakinleri plaja onun resminin bulunduğu bir anıt yapıyorlar. Anıt yapıldıktan kısa bir süre sonra büyük bir erkek kaplumbağanın denizden çıkıp resmin önüne gelmesi ve uzun bir süre resme bakması ise kitaptaki bir başka muhteşem hikâye.
Hayvan davranışı araştırmalarının bugün geldiği noktada tüm hayvanları kapsayan önemli tespitler var kitapta. Ki bu tespitleri aslında hayvanlarla yaşayan herkes deneyimlemiştir. Bir hayvan türünün, örneğin şempanze, keçi ya da tavuk olmanın, kedi ya da köpek olmanın tek bir biçimi yok, tıpkı insan olmanın tek bir biçiminin olmaması gibi. Hayvanların yaptıklarıyla ilgili algımız, önemli ölçüde onlardan beklentilerimiz tarafından belirleniyor. Bu yüzden onları bazen yüceltiyor, bazen küçümsüyoruz. Oysa değerlendirmelerimizi her bir türün doğası çerçevesinde yapmalıyız.
Hayvanlara dair bir kitap okuduğunuzda, maalesef bir yerinde insanların vahşetine dair bir bölümle de karşılaşıyorsunuz. Bu kaçınılmaz, çünkü hayvanlarla karşılaştırıldığımızda gerçekten çok ama çok kötüyüz. Vahşi doğada bir aslan bir impalaya saldırıp yediğinde impala için üzülsem de dehşete düşmüyorum, çünkü doğanın dengesine dair bir şey bu. Ama insanların yağlı ciğer (foei gras) yemek için ördek ve kazlara yaptıklarını okuduğumda dehşete düşüyorum. Yağlı ciğer üretilen bir çiftlikten kurtarılan ördeklerin kendi aralarındaki ve kendilerini kurtaranlara karşı gösterdikleri sevgi ve yas hikayesini okumaksa insan olmanın utancını tekrar ve tekrar hatırlatıyor.
Çin’den Vietnam’a ve Güney Kore’ye kadar Asya’nın her köşesinde ayı çiftleri olduğundan bu kitap sayesinde haberdar oldum. Bu çiftliklerde maalesef ayılar tutsak edilip korkunç yöntemlerle ödleri alınıyor, insanların çeşitli alanlarda kullanması için. Bu çiftliklerden birinde bir anne ayının çocuğunu ve sonra da kendini öldürmesi ise, duygu ve duyarlılık açısından onların seviyesine asla ulaşamayacağımızın acı bir örneği. İnsanların kötülükleri nedeni ile intihar eden hayvanlar arasında yunusların olduğunu da öğreniyoruz.
Barbara J. King, doğrudan ya da dolaylı yollardan hayvanlara ve doğaya verdiğimiz zararlar nedeni ile bizim türümüzün sorunların önemli bir parçası olduğunu, dolayısıyla çözümün bir parçası olmamız gerektiği üzerinde önemle duruyor. Bu kapsamda, en iyi hayvanat bahçelerinin bile hayvanlar için asla doğru bir yer olamayacağını söylerken hayvanlar ile ilgili davranış tercihlerimiz konusunda önemli uyarılarda bulunuyor.
Kitapta yer alan ölüm ve yas konusunda birçok hayvan türü üzerinde yapılan araştırma sonuçları bize hayvanların bizim gibi duyguları olduğunu bilimsel olarak kanıtlarken, kendi türleri ya da biz dahil arkadaş oldukları başka türlerin ölümleri karşısında duydukları acı ve keder ile bizden daha iyi baş edebildiklerini aktarıyor. Diğer yandan insanların yaptıkları nedeni ile onlara yaşattığımız acı ve kederle baş etmeleri mümkün olmuyor. Hayvanlarla aramızda olduğu varsayılan sınırları insanlar yaratıyor, hayvanlar değil. Onlara biraz yakınlaştığımızda ve anlamaya çalıştığımızda ise bu sınırları nasıl geçersiz kıldıklarına hayretle tanık oluyoruz. Onlar yaşamı ve duygularını paylaşmayı bizden daha iyi biliyorlar. Barbara J. King, hayvanlarla ne kadar çok şey paylaşırsak, geleceğe dair o kadar büyük umudumuzun olabileceğini söylüyor.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (30 Ocak 2020)