Hastane odasında uyunmuyor. Bilen bilir. Etraf zoraki uyanık insanlarla, gündüz gibi aydınlatan beyaz ışıkla doluyken kolay değil. Haydi bunları geçtim göbeğime bağlanmış büyük bir alet varken nasıl uyuyabilirim? Ebe olduğu alnında yazan hemşire, aleti kontrole geldiğinde gözlerimi leopar görmüş bir ceylan gibi kocaman açık görünce,
“Biraz uyumaya çalışın belki de son derin uykunuz olacak… ” dedi.
Yüzünde yaramaz ama sevimli bir ifade vardı. Güldüm. En son deliksiz uykuyu sekiz ay önce uyumuştum. Uykusuzluğa alışkındım ama yarın yaşayacağım deneyimi düşününce söylemekten vazgeçtim. İnsan kaç kere yaşardı ki bunu. Anneannem gibi kadınları konunun dışında bırakırsam, herhalde üç dört kere. Kırk yaşında anne olmaya karar vermiş biri için ise bir.Ortalama on beş sene beklediğimi hesaplarsak herhalde uyuyamamam normaldir diye düşünürken hemşire bilmiş bir gülümsemeyle göz kırptı. Odadan çıkarken yine de ışıkları söndürdü. Tavanı aydınlatan beyaz ışığın gidişi hoşuma gitmişti. Beni geren ışıkmış meğer. Zifiri karanlığı seven biriydim. O zaman içimin aydınlığı ile onu görecekmişim gibi gelirdi. Her şey sustuğunda şarkı söylüyordu galiba. Tatlı içimi sıcacık yapan dalgalanmalar oluyordu içimde. O minik canlı, denizin ılık dalgasında ileri geri sallanıyor beni de tuzlu köpüğün içine çekiyordu. İç organlarımı minik elleriyle okşadığını hayal ediyordum.Her güzel şey gibi bu da kısa sürüyordu. Çok sevdiği bir filmi izlerken insan bitmesini istemez. Bu da aynı duyguyu barındırıyordu. Sonrasında huzurla gevşiyordum.
O anda birden sokak lambalarının odada gezinen kaçamak ışıklarını yakaladım. Sokak lambaları karanlığı aydınlığa dönüştürmekten sorumlu birer gece bekçileridir. Yanımdaki koltukta uyuyan bedenin inip kalkan göğsünü tavanda asılı televizyonun siyah ekranında izlememi sağlıyorlardı. Galiba tek uyuyan o idi. Yeni dünyaya gözlerini açmak için hummalı hazırlık yapan karnımdaki küçük insan da benim gibi uyanıktı. Karanlık rahat evinden aydınlığa, telaşa çıkmak için sabırsızdı. ‘Biraz daha içimde kalsan, böyle çok güzel azıcık daha tadını çıkarsak işte’ söyleniyordum habire. Anladığına emindim ama dinlemiyordu. Heyecanlı olduğunu tüm bedenimde hissediyordum ve aceleciydi.
Bu son geceydi. Ciddi, önemli, kutsal bir görevim vardı. İsim de takmıştım görevime; Kordon Bekçiliği. Minicik boynunda onu boğmak üzere hazır bekleyen acımasız kordonun bekçisiydim. Mumya gibi kıpırdamadan durmalıydım. Handiyse ölü gibi. Bir yandan da her bir hücremde tuttuğum canlılıkla hayat dolu olmalı onu, dünyaya gelmesi için cesaretlendirmeliydim.
Sabah her şey sona erecekti. Aylardır taşıdığım bilmem kaç kilo yükten kurtulacaktım. Ama yine de bitsin istemiyordum. Bencilce bir duyguydu.Fakat hislerime engel olamıyordum.
Saat gecenin kaçı bilmiyordum. Belki üç filandı. Beş saatim kaldı dedim kendi kendime. “Ölümüme dek bana yetecek hazzı iyice özümsemeliyim” Elimi karnımda gezdirdim. Minik kalbinin atışını duyuyordum. “Bu duygunun nasıl bir şey olduğu hakkında bir roman yazabilirim…”
Sokak lambası odadaydı hâlâ. Nereye gidecekti, ay değildi ki. Birden gözlerim karıncalandı. Gördüğüm şeyin doğru olup olmadığını anlamak için biraz doğruldum. Vücuduma bağlı kabloları bozmadan duvara doğru büküldüm. O an gördüğüme inanamadım. Lamba, ışığını kullanarak daktilo hızında ama el yazısıyla duvara bir şey yazıyordu.
‘Ee söyle bakalım bu zamana kadar ne yaptın? Bunca bekleyişin bir işe yaradı mı? Hazır mısın anne olmaya?’
Alt alta yazmaya devam ediyordu.
‘Onca okuduğun kitap, kaldığın şehir, uyuduğun uykuyu bir kenara bırakıyorum. Para biriktirdin mi? ‘
‘Bak yaşın kaç, sığınacak bir annen hatta bir kayınvalide bile yok. Yetişemedin onlara. Tek başınasın? Onca bekledin? Hazır mısın?’
”Habire hazır mısın diye sorup durma artık. Ne bileyim hazır mıyım, değil miyim? Göreceğiz” diye bağırdım.
‘Peki. Yapmak istediğin her şeyi yaptın mı? Barcelona’ ya gitmedin mesela. Her fırsatta gitmek istediğini söyler durursun.”
“Yok olmadı işte. ‘
‘Artık bir valiz dolusu bebek beziyle beraber gidersiniz… ‘ Bir de gülme işareti yapmıştı.
‘Taşımak, yuva olmak ve doğurmak, bunları küçümseyemezsin. Var olduğumun en büyük ispatı içimde yaşayan güzellik, tamam mı! O, son fakat ilk yolculuğuna çıktı. Bana ise her şeyin sonu mu? ‘
Sinirim geçmiyor, söylenmeye devam ediyordum, ‘Bebeğiyle pek çok şey yapan kadınlar var. Pek tabi ben de yapabilirim. Kitaplarımı da yazacağım, görürsün. Sonra gezeceğim. Özlem Tunca ile Dünyayı geziyorum. Nasıldı? Bebeğini göğsüne yerleştirip ülke ülke gezmedi mi? Barcelona’ya gideceğim.’
‘Sen mi yapacaksın bunu? Tek başına. Bence sen unut onları. Boş ver. Bir süre kendine ayrılan sürenin sonuna geldin. Beş on yıl sonra görüşmek üzere.’
Diye son lafı da söyleyip lamba söndü. Sinirimden karnım hopluyordu. Onu da sinirlendirmişti. Düzenli nefes alıp vererek sakinleşmeye çalıştım. Gece boyu içmem gereken suyun kalan son yudumlarını kafama diktim. Odaya günün aydınlığı hakim oluyordu. O an içimde farklı bir duygu belirdi. Ben bana veda ediyordum. Kapanan bir dönem. Ölmüşü gömmek için attığım toprak gibiydi odaya dolan gün ışığı. Güle güle eski hayat. Ruhuna dua. Ellerimle toprağı atıp büyük kararıma saygı duruşunda durdum.
Hemşire içeri girdi. Yatakta put gibi durduğumu fark edince ‘Uyuyabildiniz mi biraz’ dedi. Bu kez daha ciddi bir tavırla söyledi. Sokak lambası ve ben hiç uyumadık, son olarak dakendime saygı duruşunda duruyordum, demek istedim. Zira kimle, neye diye sorsa yanıtlamak istemeyebilirdim. Ama işte o an vaktin geldiğini anladım.
‘Yok, gözümü kırpmadan bekledim. Bir bekçi gibi. Çünkü ben bir Kordon Bekçisiyim. ‘ dedim.
Hemşireyi güldürmeyi başarmıştım ama ben çok da gülmüyordum.
edebiyathaber.net (6 Şubat 2020)